Bir kültür gezisi rotamızdaki Altay Dağları'nda, Ötüken'in Kalbi de denilen bir Şaman ayinin yapıldığı bir çemberdeyiz. Taze bir ayin sonrası dumanla külün birbirine karıştığı bu çemberin kör noktasında gözüme ilişti. Yarısı yanmış bir urganla bağlı küle bulanmış bir tomar parşömen kağıdıydı bulduğum.
İlk parşömenin dış yüzeyinde silik şekilde de olsa okunabilen iki kelime yazılıydı, Urganî Kalıntıları.
Yazı bir el titremesiyle değil, bir inanç titremesiyle yazılmış gibiydi. Harflerin kıvrımında korku vardı. Kelimeler bir nesneyi değil, bir zihniyeti anlatıyordu.
İkinci parşömende "Kazı Günlüğü No: LXVI/Kuzey Nekropolü Arşivleri" başlığıyla envanter listesi vardı.
*
Kazı Günlüğü No: LXVI/Kuzey Nekropolü Arşivleri
(67. Çağ)
Etikara Bilgelik Loncası kalıntıları
Buluntu: Duvar harcına yapışmış kurumuş lifler, bir bronz plaka: "Vatan sevgiyle değil dizginle taşınır."
Bu, Urganî inancının ilk fosili olarak kabul ediliyor.
(187. Çağ)
Eski öğretim kürsüsü yıkıntısı
Buluntu: Kırık taş tablet: "Düşünce düzensizliktir, bağ kurtuluştur."
(197. Çağ)
Kurultay meydanı zemin katmanı
Buluntu: Dişleri arasında zincir tutan bir yaratık kabartması. Urganîliğin hayvan suretine büründüğü dönem.
(200. Çağ)
Yasa arşivleri temeli
Buluntu: "Bağışın Kardeşliği" başlıklı tablet: Suç bağışlanmış, adalet gömülmüş, vicdanın yerini urgan almıştı.
(208. Çağ)
Konuşma taşları
Buluntu: Yanık ip, parşömende tükürük izi: "Asmak gerek ıslah olmazlar."
(215. Çağ)
Eski düşman tünelleri kesişimi
Buluntu: Birbirine örülmüş zıt renkli ip parçaları. Urganîliğin çürüme evresi. Düşmanla kardeşlik...
(216. Çağ)
Gece tabakası
Buluntu: Eğik insan figürü, yanında yazı: "O geceden beri bilincimizin omurgasını büken bir kambur oldu."
P-Y-K (245. Çağ)
Gizli arşiv hücresi
Buluntu: Taş mühür, üzerinde üç isim: Abd El-Han, Selan D'Mir ve Deran Behel.
*
Kuzeyin kurak yamaçlarında yaşamış bir kavim Urganîler. Özgürlüğü Boz-Uruz'la, sadakati yeminle simgelemişler.
Bir gün, bu kavmin dişleri arasına bir ilmek sıkıştı. Zamanla o ilmek çürüyüp metalik bir halka hâline geldi.
"Bağ" dediler ona. Oysa o, bir halkın boğazını ölçen madendi.
Kayıtlara göre, bu topraklarda bir zamanlar bir ocak doğmuştu, Urganî Ocakları.
Görünürde bir eğitim yurdu, gerçekte itaat mabediydi. İnançtan çok yemin öğretir, duadan çok korku aşılarlardı.
Çağlar geçti.
Kazılar, tarihçiler, müze müdürleri gelip gitti ama her kriz döneminde Urganî kalıntısı yeniden yüzeye çıktı.
Kimi onu devletin direği sandı, kimi milletin töresi.
Oysa hakikatte o, halkın iradesini yularla ölçen bir zihniyetin kalıntısıydı.
O geceden beri bilincin omurgasını büken bir kambur gibi kaldı.
Her adımda dik durmayı eksilten, geleceğin estetiğini bozan bir yük.
Yedi/Onbeş bile ısıtmamıştı Urganî'yi.
Demiri taştan dövüp yeni bir kıvılcımın harlanmasını "hayır" sayıyordu.
Korku onların en iyi disipliniydi.
Kendilerini "milletin bekçisi" diye tanımlarken nefes ölçer hâline gelmişlerdi.
Kayıtlarda üç harfli bir simgeden söz edilir, P-Y-K.
Uzun süre kimse bu kısaltmanın anlamını çözemedi.
Ta ki bir bilgelik loncasının zemininde bulunan yanık parşömende şu ifade okunana dek.
P-Y-K: Pneuma – Ydras – Khelem
"Ruhun (Pneuma) yasla (Ydras) kuşatıldığı, sonra kıskaca (Khelem) alındığı gündür, Urganîliğin doğduğu gün."
Kazı kayıtlarında üç figür yazılı: Zindanlarda "ışığın sesi" diye anılan Selan D'Mir, dağ mağaralarının yankısı Abd El-Han ve "düğüm bekçisi" olarak da bilinen, her dönemde aynı yüzle, farklı yeminlerle beliren Urganî muhafızı Deran Behel,
Kroniklerde Behel'den şöyle söz edilir: "Kimseye çözülme izni vermeyen bekçi."
Çemberin Kam'larının anlatmasına göre Behel figürü aslında çağlar boyunca değişmeyen bir sembolmüş. Her dönemin statükosunu kutsal bir bağa dönüştüren, korkuyu "devlet aklı" diye yücelten bir siluet.
Urganîler tarihin arkaik loncalarındandı.
Bir insanın ruhu yeterince uzun süre bir kelimeye zincirlenirse o kelimeye dönüşür derler. Urganîler de bu zincirle kendi tarihlerini yazdılar.
İlk Urganî, Bilgelik Loncası basamaklarından inerken "Akıl anarşidir" demişti.
Bu cümleyle bir çağ başladı.
Her yeni nesil, eski ipleri çözmek yerine onlardan yeni düğümler ördü.
Bir dönem geldi, Urganîler kendi düşmanlarıyla kardeş oldu.
Çünkü insan, tarih boyunca en çok kendi yaptığı putlara secde etmiştir.
Bir bilgelik loncası üyesi elindeki taş tableti kırarak "Yemin Çözülmesi" adını verdiği bir ayin yaptı.
O andan itibaren bilgiyle bağını kopardı ve "Kurultay Taşlığı"na yöneldi.
Kronikler der ki: "Bir kavim kendini asanı kahraman sanmaya başladığında tarih değil tufan başlar."
Bu kalıntılarda ibadet izine rastlanmadı.
Hiçbir secde taşı, hiçbir ayin belirtisi, hiçbir dua izi yoktu.
Yalnızca bir kaya bloğuna kazınmış taş bir Boz-Uruz vardı. Altında yazı: "Sonsuz rehber."
Kazı yapan bir arkeolog, titreyen eliyle düzeltme yapmış altına: "Sonsuz yanılgı."
Kazı şefi ise deftere şunu yazmış: "Her yüzyıl başında yeni bir el onu toprağın altından çıkarır."
Toprak hâlâ sıcak.
İlmekler hâlâ nemli.
Belki de kazıyı durdurmak değil, o kalıntıların kökünü kurutmak gerek.
Son parşömende şu cümleler yazıyordu:
"Bu kazı bir milletin tekrar eden sınavını açığa çıkarmıştır.
Her kırılma anında birileri o ilmeği kurtuluş sanmıştır.
Oysa urgan hiçbir milleti kurtarmaz, sadece gölgeleri yönetir.
Radyokarbon tarihlemesi gösterdi ki bütün ilmekler aynı kaynaktan beslenmiştir: Düşünmeden biat edenin teri, korkudan susanın nefesi, inançsızın gülüşü.
Urganî kalıntıları hâlâ aktiftir.
Bu toprakta kazı bitti sanan her nesil o ipi yeniden bulur.
Kimi onunla bağ kurar, kimi onunla boğulur."