Okuyucularla Hasbihal...
Pazar günleri, muhterem okuyucularımızın eleştiri ve görüşleri etrafında yaptığımız bir Hasbihal'e daha, sağlık-âfiyet üzere, hayırlı çalışmalar dileği ve selâmlarımızla başlıyoruz.
*Almanya'dan Turgut Sağlamer isimli okuyucumuz, Putin'le Trump'ın Alaska'daki '15 Ağustos' buluşmalarına değinerek, 'Sizce kim kazandı?' diyor ve bir de 'Alaska'nın 1867'de Rusya tarafından Amerika'ya 7-8 milyon dolara satıldığına inanmak istemiyorum... Vatan parayla satılır mı? Hem koskoca Alaska eyaleti 7,2 milyon dolara nasıl satılmış?' diye ekliyor.
--Bu konuya inşallah yarınki yazıda da biraz daha etraflıca değiniriz, ama şu kadarını belirtelim ki, Trump kendi kamuoyuna, 'Putin'i Amerikan toprağına, ayağımıza getirdik' derken, kendisi de -bilerek veya bilmeyerek- Alaska yerine, 2-3 defa, -157 yıl önceki Alaska'yı kastederek-, Rusya'ya gideceğini söyledi ve sonra Alaska diye ekledi. Belki de 'Eskiden Rusya'ydı, ama parayla aldık...' demek istemişçesine...
Putin de eski bir Rusya toprağına gitmekten kaçınmadı ve üstelik Rusya Dış bakanı Lavrov da üzerinde, 'Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği' diye anılan ve 1991'de dağılan Komunist İmparatorluk dönemi'nin dağılmasından önceki kısa adı olan 'CCCP' harfleri yazılı bir tişört giyerek gitti, Amerika'ya... Yani herkes bir psikolojik savaş atmosferi oluşturmaya çalıştı... Trump da, Putin'i Amerika'nın kimseye vermediği dev bombardıman uçağı ve diğer fantomlarla karşıladı.
Hatırlayalım ki, Putin , '20. Yüzyılın en büyük faciası'nın Sovyetler Birliği'nin dağılması olduğunu açıkça ifade etmişti, defalarca...
(Bizdekiler ise, Lozan'dan sonra Osmanlı'ya, on yıllar boyu hakaretler ederek anıyorlardı geçmişi...)
Putin, Ukrayna'ya saldırıyı başlatırken yaptığı TV. konuşmasında da, gerekçe olarak, Çarlık zamanındaki büyük Rusya sınırları'na dikkati çekmişti ve daha önce de, Kırım yarımadası Ukrayna'nın elinde kaldığında da, o zaman güçsüz olduklarından yutkunmakla yetindiğini ve fırsatı bulunca orayı bir halk desteği görüntüsüyle ilhak ettiğin açıklayıvermişti.
Evet, Alaska bomboş idi satıldığı zaman ve amma yine de vatan toprağı olduğu biliniyordu. Ama Rusya, en başta Ukrayna olmak üzere, o zaman büyük bir açlık içindeydi ve parasızdı. Ayrıca o zamanki 7-8 milyon dolar da bugünkü değerlerden çok fazla bir mâna taşıyordu.
Amerika da uzun vâdeli olarak düşünmüş ve orayı satın almıştı. Ama Putin herhalde, şimdi tekrar yutkunmuştur Alaska'ya gidince...
*Ramazan Cömert isimli okuyucu, son zamanlarda, 'Bu ülke sadece bir ırkın mensubu olanların yurdudur...' gibi kaba bir ırkçılık anlayışıyla TV. ekranlarındaki açıklamalarıyla dikkati çeken bir isim hakkında diyor ki: 'O tarihçi Prof. kişiye, kendi 'sorumluluk alanına giren 'kılıç çeken teğmenler' konusunun hesabı sorulmayınca, aklı sıra, 'Unutuldu-gitti...' sanarak, bildiğini okuyor. Eski ırkçıların bile terk ettiği o ırkçılık hastalığını bu hassas dönemde dillendirmekle, birilerine mesaj vermek istemiş olabilir. C. Başkanının dikkatini mutlaka çekmiştir.'
Yaşar ve Salih isimli iki okuyucu da birbirinden ayrı olarak, aynı konuya benzer yorumlarla değinmişler.
*Fâtima Zehra isimli kardeşimiz de, Sultan 2. Abdulhamîd ve Cemaleddin Afganî, 'Vahdet-i İslamiye' 'İslam Birliği' konusunda niçin anlaşamamışlardı. Dert ne idi? Afganî'nin mason olduğu ne kadar doğru? Rahmetli Ş. Eygi, ona saldırırdı. Ne dersiniz?' diyor.
--Bu hanım kardeşime belirteyim ki, Sultan 2. Abdulhamîd'le Cemaleddin Efganî'nin bir araya gelip de İslam Birliği konusunda anlaşamadıklarına dair bir bilgiye sahip olmadığım gibi, esasen o zamanki hukuk düzeni içinde, Halife-i Müslimîn' sıfatını da taşıyan bir Sultan'la, bir başkasının onun sıfat üzerinde yüz yüze tartışması abes olurdu. Onun, İstanbul'da bulunduğu sırada, bugün Fatih- Çarşamba'da bulunan Murad Molla Kütüphanesi'nde 'İstanbul Dâr'ul-Fünûnu (Üniversitesi) hocalarına 1870'li yıllarda verdiği bir konferansta kullandığı (ve sanıyorum, yanlış tercüme edildiğinden) bir cümle delil gösterilerek, ulema arasında sert tartışmalara yol açtığına dair Sâdık Albayrak kardeşimizin 40 yıl öncelerde yazdığı bir kitap o dönemin fikrî hayatının mahiyetini de yansıtmaktadır.
Kezâ, onun, Halife-Sultan'la zaman zaman görüşmesinin, bazı çevrelerde rahatsızlık meydana getirdiğine ve Sultan Abdulhamîd'in de onu, bu tartışmaları sonlandırmak için malî destek vererek Mısır'a gönderdiği de biliniyor...
Onun Masonluğu konusuna gelince...
Her isteyenin üye olamadığı, yarı açık bir teşkilat olan mason locaları, son 300 yılı aşkın zamandır, başta zenginler ve çeşitli alanlarda isim yapmış seçkin kimseleri bünyesinde toplamaya çalışan bir örgüt olarak, mevcut bütün ilâhî dinlerle açıkça bir mücadeleye girmemiş gibi gözükse de, bu dinlerin yetersizliğini ileri sürerek, barış, kardeşlik gibi yaldızlı sözlerle nicelerine çengel atmıştır. (Biz de kanunen tartışılamayan ünlü bir ismin de, ünlü masonları gösteren bir Almanca kitaptaki fotoğrafını ve hakkındaki övücü değerlendirme yazısını Almanya'da görmüştüm. İstanbul'da, 40 sene öncelerde Sahaflar Çarşısı'nda elime geçen Fransızca bir masonluk dergisinde de, Mısır'da Kahire Büyük Locası'nın 1890'lı yıllardaki üyeleri olarak gösterilen bir fotoğrafta da ulemâ'dan bazıları da yer alıyordu. Ama Masonların kendilerini her tarafta güçlü göstermek için böyle 'numara'lara başvurmaları mümkündür diye durumu geçiştirmeye çalışanların olduğu da olmuştur. Efganî'nin bu konudaki açık bir ret veya kabul beyanını hiçbir yerde okumadım.
*Zerrin Tuğlacı isimli okuyucu da, 'Güney Amerika ülkelerinden Kolombiya'nın başkenti Bogota'da yayımlanan Lahey Grubu'nun Filistin Bildirisi'ne Türkiye'nin imza atmaması konusundaki tartışmalara değinmediniz...' diyor.
-- Doğrudur, değinmedim. Sorup konunun ilginç taraflarını öğrenince de, 'Türkiye bazı maddelere şerh koymazsa, özellikle Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'nden doğan bazı haklarını kaybedeceği' anlaşılıyordu.
Yani, hele de ufak-tefek particiklerin iktidarı yere sermek iddiasıyla muhafazakar çevrelere yaymaya çalıştıkları eleştiriler üzerine hemen devletin yetkili kurumlarının uyuduğu veya oyuna geldiği şeklindeki suçlamalara yaklaşmak doğru olmazdı.
Doğrudur, 15-16 Temmuz 2025'te yayınlanan Bogota Bildirisi'nde, Filistin devletinin tanınmasına dair destek çağrısı da yapılıyor ve İsrail'e karşı çıkan maddeler yer alıyordu, ama o maddelerin arasında, 'deniz yetki alanları'na dair teklif olunan iki madde, Türkiye'nin aleyhinde sonuçlar verecekti.
Şöyle ki, kısaca 'UNCLOS' diye anılan BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nde göre Bogota Bildirisi', Ege ve Doğu Akdeniz'de Yunanistan ile Mısır'ın tezlerine üstünlük tanıyabilecek hükümler içeriyor ve kıyıdaş ülkelerin karasularını 12 deniz miline çıkarabileceği kabul ediliyordu. Eğer Türkiye o şerhleri koymasaydı Yunanistan Ege Denizi'nde karasularını 12 mile çıkaracak ve Ege'nin bir Yunan denizine dönüşmesine izin verilmiş olacak ve Türkiye'nin, Libya, Mısır ile yürüttüğü deniz yetki alanı müzakereleri zayıflayacaktı. Görülüyor ki, Filistin hassasiyeti gündeme getirilerek, birleşilirken devreye başka bir entrika da ekleniveriyordu. Sanırım bu izah yeter.
*ABD'den Prof. Necati Manisalı da, evvelki günkü, 'İsrail'in Amerikan emperyalizminin kuduz finosu olduğu'na dair yazımın başlığı ve muhtevasına değinerek, 'Ben tam tersine, Amerika'nın, İsrail elinde kocaman bir öküz olduğuna inanıyorum...' diyor. Ama hemen arkasından da, bizim devamlı vurguladığımız, Amerikan medyası ve ekonomisi ve banka kaynaklarının yüzde 60'ından fazlasının 'samirî / (altın'a tapınan) Yahudiler' olduğuna dair tespitlerimize de, 'Amerika'da her şey Siyonistlerin elinde...' diyerek destek veriyor.
*