Gazete köşe  yazıların ve TV ekranlarına bakacak olursak, Türkiye meselelerini çok tartışan  bir ülke, geçmiş paradigmaların  esintilerini taşıyan fikirle ile, uzun konuşuyoruz…
Net  teşhisler ya olmuyor ya da gelmekte olan  geldikten sonra analizlerimiz devreye giriyor…
Riskli bir dönem bu, stratejik zeminde işin gerçek  kimliğini belirlemeden yürüdüğünüz takdirde, beklemediğiniz belayla  karşılaşmanız kaçınılmazdır.
Günün  gerçeklerinden uzak, biraz da genel-geçer hamaset kırıntılarıyla süslenmiş  fikirler ile yürümek, zaman içinde devletleri,  mezarlıktan geçerken ıslık çalan adam noktasına taşıyabilir…
21’nci yüzyıl,  Afganistan-Irak-Suriye-Libya-Yemen-Sudan coğrafyası merkezli bir “vekalet savaşları” süreciyle başladı,  bugüne kadar sürdü, günümüzde artık “vekil  milis teşkilatlarının yerini, emperyalizmin kontrolündeki vekil devletlerin  aldığını” görmezsek, geleceğe dönük stratejik planlamalarımızda  çuvallayabiliriz…
Çünkü,  artık, Türkiye ile muhtemel bir savaşa karar yeteneğinin Atina veya Kahire’de  görev başında görülen siyasi kurmaylarda değil, doğrudan Yunanistan ve Mısır’ı “vekil devlet” noktasına sürüklemiş devletlerin  elinde olduğunu bilerek yaşamak durumundayız…
·          “KÖLE DEVLET-UYDU  DEVLET-VEKİL DEVLET” HATTI…
Devletler  arasındaki ilişkiler, güçler dengesine dayandı, tarih boyunca… 
Modern  zamanlar öncesinde, Roma veya Hitit gibi antik imparatorluklarda köle devlet,  haraç veren devlet gibi kavramların ortaya çıkması bundandır.
İnsanlık “devlet” kavramıyla tanıştığı günden bu  yana güçlü olanın zayıfı koruduğu, bunun karşılığında da haracını aldığı bir  tarihi de şekillendirdi.
Lafı  uzatmayalım, siyasi sözlükler, bir devletin ekonomik, siyasi ve askeri olarak  kendisinden daha güçlü bir devletin kontrolünde olmasını ve özellikle dış  politikasını kontrol eden devlete teslim etmesini client state (bağımlı devlet)  hali olarak adlandırır. Bu tanım, orta çağın köle veya haraç veren  devletlerinden 20’nci yüzyılın Soğuk Savaş yıllarındaki “uydu devletlere” kadar uzanan bir kavramdır.
Mesela,  Türkler, Selçuklu-Osmanlı hattında hiçbir zaman köle devletlerin insanları  olmadılar ama, mesela, Kırım Hanlığı, Osmanlı’nın bağlı devletlerinden biriydi…
2.’nci Dünya Savaşı sonrasında ABD-Sovyetler  hattında ideolojik olarak ikiye bölünen dünya ise tam anlamıyla bir “uydu  devletler” çağını yaşadı…
Yakın  tarihimizle yüzleşmemiz gerekiyor: Türkiye,  İsmet İnönü’nün 1947 yılında ABD ile “ikili askeri işbirliği anlaşmasını”  imzalamasıyla başlayan, 1952’deki NATO üyeliği ile gelişen ve Erdoğan’ın Ocak  2009 Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e “one minute” demesiyle sonlanma  rotasına giren yaklaşık 70 boyunca ABD-Avrupa hattında kurulmuş Atlantik  İttifakı’nın uydu devletiydi…
Bu nedenle, Prof.Çetin Yetkin, İnönü’nün  1947’deki imzasını Gazi Mustafa Kemal’in tam bağımsızlık ilkeli devlet  anlayışına açık ihanet ve karşı-devrim olarak görür.
(İleride tarihçiler, yüksek ihtimal, Türkiye’nin  emperyalist-siyonist ittifakın uydusu kimliğinden sıyrılma miladı olarak,  milletin 15 Temmuz 2016’daki direnişini kabul edeceklerdir.)
Emperyalizmin paralı askerlerinin ve casuslarının  bu kanlı saldırısından sonra yaşanılanlar, Türkiye’nin tam bağımsızlık yolundaki  ilerleyişini, bu kez de vekil devletler tarafından kuşatılma çabalarını işaret  etmektedir.
·          VEKİL DEVLETLERİN  SAHİPLERİYLE MÜCADELE…
Ekonomik,  siyasal ve hatta askeri açıdan derin çöküntü yaşayan, bu arada çoğu halkına  sırtını dayamayan çürümüş kadrolar tarafından yönetilen çevremizdeki “vekil devletler” ile sorunumuz olduğunu görüyoruz.
Bu tarif  açısından baktığımızda, Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Yemen, Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi, Ermenistan, BAE, Suudi  Arabistan gibi devletlerin, Pentagon’un Suriye’deki müttefiki PKK-YPG’den  farklı bir kimlik taşımadığını anlıyoruz.
İsrail ile  15 Eylül’de Beyazsaray’da barış anlaşması imzalayıp Trump’ın seçim kampanyasına  yem olacak BAE’yi, (zaten 1971’e kadar  İngiltere korumasındaydı) bağımsız devlet olarak mı göreceğiz?
Ya da,  Türkiye ile yaşadığı her sorunu ikili sorun halinden çıkarıp Brüksel’e  koşturan, hemen NATO ve AB koruması altına girmeye çalışan Yunanistan’ı?..
Rusya’nın  bölgedeki kuklası Beşar Esed ne ise,  arkasına ABD-AB’yi alarak ortalığa dökülen Yunanlı Mitçotakis aynı değil mi?
Gayrı meşru  iktidarını sürdürebilmek için Amerikan-Siyonist ittifakın her söylediğini yapan  ve bu hizmetleri karşısında baraj sorunu yaşadığı Etiyopya’ya Amerikan ekonomik  ambargosu koyduran Mısır’ın Sisi’si  mi daha bağımsız ve şerefli, yoksa, emperyalizmin tehditlerine kulak asmadan o  barajı bitirip doldurmaya başlayan Etiyopya’nın başbakanı Abiy Ahmet Ali mi?..
Rusya’dan  emir geldiği an, Azerbaycan’a saldırıp dikkat  dağıtma görevini yerine getiren Ermenistan ile konuşacak neyimiz olabilir  ki?..
Başlığa  dönelim: 
Vekil devletler çağında biz ne kadar çaba  gösterirsek de barışı kurmak elimizde değil, bağımsız bir devlet olarak  emperyalizmin vekillerinin  saldırısıyla  karşılaşabiliriz…
Yunanistan,  Mısır ve diğerleri bir cephede toplanıp saldırtılır mı, evet.
Vekillere  laf yetiştirmeyi bırakın, anlayacakları tek cümle var: Biz gidersek, İsrail de gider, bilin…
ÖNEMLİ NOT: Bir telefon sohbetimizde, “vekil  devlet” (proxy state) kavramını ete-kemiğe büründürüp bu yazının rotasını  açan dostum, Hüseyin Bayazıt’a teşekkür ederim.