Bizim halkımızın kültüründe geçen zamanın muhasebesi, Ramazan’larda yapılır ve genel olarak da, ‘Geçen Ramazan’da aramızda olup da şimdi, dünyamızdan gitmiş olanlar’ın hatırlanmasına öncelik verilir.
***
Son bir hafta boyunca geride kalan milâdî senenin bir özetlemesi yapıldı medyada..
Biz de bu vesileyle bir-kaç konuya daha değinelim..
***
1- TRT’de, 30 Aralık gecesi saat 00.30 civarında ‘İmzaların İzinde..’ isimli bir programa rastladım. Sevr (Sevres) Andlaşması (süreci) anlatılıyordu. Tarihçi akademisyenler de bu andlaşmanın uygulamaya konulamadığını söylüyorlar ama bunun sebebi de, her vesileyle yüceltilen tek kişiye ve de onun kabul ettiği, imzaladığı Lozan’a bağlanıyordu yine.. Halbuki, Kemal Paşa da, o zaman bir Osmanlı Paşası’ydı, yetkilerini Padişah’dan alıyordu.
Bu noktalar yok sayılarak uzun uzun, bir tuhaf tarih anlatıldı..
***
Hatırlanacağı üzere Osmanlı Devleti, 1. Dünya Harbi’nden 100 sene önce bugünlerde yenik çıkmış ve Midilli adasındaki Mondros kasabasında 30 Ekim 1918 günü imzalanan ‘Ateş-Kes’ anlaşması ile savaşı durdurmuş; işgal güçleri de ülkenin çeşitli bölgelerine konuşlanmıştı. Sonra da, Paris’in o zaman 3 km. kadar batısında bulunan ‘Sévres’ banliyösündeki bir Seramik Müzesi’nde, 10 Ağustos 1920 günü taslağı imzalanan andlaşma süreci başlamıştı.
Osmanlı’nın karşısında, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya başta olmak üzere, ona kağıt üzerinde de olsa savaş açmış olan devletlervardı. Masada bulunsalar da, B. Amerika, Osmanlı ile savaşmadığı ve Sovyetler Birliği de ‘Milletler Cemiyeti’ (Cemiyet-i Aqvâm)’a henüz üye olmadığı için, taslağa imza atmamışlardı.
Sevr’de imzalanan metin, uluslararası hukuk açısından bir andlaşma değil, andlaşma taslağıdır. Andlaşma olabilmesi için o metnin, iç hukuka göre yetkili makamların kabul ve imzasından geçmeliydi. Osmanlı Meclis-i Meb’usânı’ndan geçmesi lâzımdı, geçmedi. Çünkü, Meclis-i Meb’usân Nisan 1920’den itibaren kapalıydı.
Ayrıca, o Meclis’ten geçseydi bile, o sırada Sadrâzam Dâmad Ferid Paşa da azledilmiş, yerine gelen yeni Sadrâzam Tevfik Paşa da imzalamamıştı, o taslak metni.. Sonra da M. Padişah Vahdeddin tarafından imzalanması gerekecekti. Bu merhalelerden de geçilmedi. O halde, o metin, bir andlaşma değil, bir tasarı idi. Yani, Lozan’da yırtılmamıştı, zâten kabulü tamamlanmamıştı.
(Çocukluğumuza bize, ‘Vatanı satmıştı hain sultan..’ gibi şiirler okutulurdu.
Ömrünün son günlerinde Ecevit bile ‘Vahdeddin vatan haini değildi..’ demişti de, bu sözler Demirel’e iletilince, o, ‘Türkiye Cumhuriyeti henüz bu tartışmayı kaldıramaz..’ diyerek o yalanların devamından yana görüş belirtmişti.)
***
2- Yozdil bir yazar da, geçenlerde, ana muhalefetin TV ekranında, 2. Abdulhamid’in de Çanakkale Muharebeleri’yle ilgili olarak, M. Kemal Paşa’yı övdüğünden söz ediyordu.
Eğer, bu iddia doğruysa şaşılacak bir tarafı yoktur. Çünkü, hal’edilmiş bir Padişah da olsa bir Osmanlı Paşasının başarı haberlerinden dolayı onun sevinmesi tabiîdir. Ayrıca, M. Kemal, taa 1922’nin sonuna kadar da, Halife’ye ve Saltanat’a bağlılık yeminleri etmiş birisidir.
1923’den sonraki rejimin temel felsefesi, hele de Abdulhamid başta olmak üzere, ‘Nutuk’ta görüleceği üzere, bütün Osmanlı’yı lânetlemek üzerine kurulmuşken, anarken, şimdi, ‘Tek Adam’larını Abdulhamid’e de övdürmek ihtiyacı duymaları nedendir, dersiniz?
***
3- 13 yaşından beri tiyatro sanatçısı olan G. Sururî 2018’in son günü 90 yaşında ölmüş.
O, 30 Ekim 2016 günü, K. Kemâl’in ‘Uzaydan gelen bir dâhî, Nutuk’un da son vahiy’ olduğunu’ söylemişti HT gazetesinde.. 30 Nisan 2018 günü de, Posta gazetesinde, aynı isim için, ‘Onu tanımıyorlar, bilselerdi taparlardı ona!’ demişti.
***
Şimdi bu tiyatro sona ermiş.. ‘Tanrı’ edindiğine kavuşmuş.. Onun adına yapılan açıklamada, ‘Vasiyeti gereği başka bilgi paylaşamıyoruz’ denilerek, nerede ve nasıl defnedildiği de gizlenmiş..
İbretlik bir durum..