Annemin ve köydeki diğer kadınların dilinde deprem bir milattı. Bir olayın ne zaman meydana geldiğini, bir kimsenin ne zaman doğduğunu veya birinin hangi tarihte öldüğünü yahut evlendiğini anlatırken "beriya erdhejê" (Depremden önce) veya "piştî erdhejê" (Depremden sonra) "falan yılda" derlerdi. Sözünü ettikleri deprem de ben doğmadan otuz yıl kadar önce Erciş'te yaşanmıştı. Yani geçen yüzyılın otuzlu yıllarında. Onca zaman geçmiş, sarsıntısı hala devam ediyordu. Deprem, sadece yeri değil, duyguları, algıları da sarsıyor, zaman kavramını da kendine göre şekillendiriyordu. Zaten Kürtçede deprem için kullanılan "erdhej" kelimesi "yer sarsılması" demektir. Arapçadaki "zelzele" de o anlamdadır. Bu sarsıntının etkisi o kadar güçlüdür ki yıllarca unutulmaz, dillerde milat olur. Zeminin ve zihnin yaşadığı sarsıntı bitmek nedir bilmez. Sarsıntı geçip giden birkaç saniyelik bir fiil olmaktan çıkıp dünya durdukça duracak bir isim oluverir.
2015 yılı 1 Kasım seçimlerinde AK Parti'den Van milletvekili adayıydım. 2011 Van-Erciş depremi üzerinden dört yıla yakın bir zaman geçmişti. Tecrübeli bir siyasetçi değildim. Hatta siyasetçi bile değildim. Seçim çalışmaları yapmak üzere İstanbul'dan Van'a giderken globalinden tutun, ülkeseline, yereline kadar birkaç proje, öneri derledim zihnimde. Siyasi propaganda yaparken hemşerilerime anlatacaktım bu çoğu soyut, Van gündemine göre önemli ölçüde afaki sayılan projeleri. Belki de entelektüel farkımı ortaya koymak istemiştim, kim bilir. Bir iki toplantıdan sonra depreme tutulmuş gibi sarsılarak kendime geldim. Kimsenin benim zihin içi soyut projelerime dönüp baktığı yoktu. Vanlıların gündemi beklemediğim kadar farklıydı, ayakları yere basan sözlerdi ve bastıkları yer de durmadan sarsılıyordu. Varsa yoksa deprem, depremin yıkımları, henüz tamamlanmamış konutlar, TOKİ evleri, üşüten konteynerler, düzgün çalışmayan yardım organizasyonları... ana gündemlerini oluşturuyordu. Bazen başka konulara da giriyorlardı, başka mevzulara dair soruları da oluyordu ama mutlaka konuşmanın bir yerinde sözü depreme getirirlerdi. Depremi dilinde bir milat haline getiren annemi hatırladım. Van-Erciş için milat depremdir, burası yaralı bir şehirdir ve yaraya merhem olmayacak lakırdıya yer yoktur burada, dedim.
Hafta sonu, Belediyenin organize ettiği kitap fuarı bünyesindeki imza gününe katılmak üzere Malatya'ya gitmiştim. Birkaç dernekte konuşmalar yaptım, sohbet ettim Malatyalı dostlarla. Değerli dostum Malatyalı Yazar Bayram Karaçor'un kardeşlerinin ortakları önceki dönem Milletvekillerinden Hakan Kahtalı ile birlikte yönettikleri şirketin bahçesindeki çardakta güzel vakitler geçirdik. Bayram ağabeyin yaşı yüze yaklaşan babası Hacı Veysel amcanın elini öptüm. Detaya girmeyeceğim, eminim o da istemez ama şu kadarını söyleyeyim, hacı amca tam bir fazilet abidesiydi. Nereden icap ettiyse söz "damat" kelimesinin Kürtçesi olan "Zava"ya geldi. Bayram abi "biz "Domot" diyoruz" dedi. Hacı amcaya "Damat"ın Kürtçesi nedir diye sorduk, "Domot e lo" dedi. O yaşta bu zinde ve espri kabiliyetine hayran kaldım. Bu sırada Malatyalı rahmetli Ahmet Kekeç aklıma geldi. Bir gün bana "Babama sordum "canım sıkılıyor" Kürtçede nasıl söylenir? diye. Dedi ki: Canımin sığılmış dibe lo" demişti.
Malatyalıların depremin acısını içlerine attıklarını, sarsıntıları iç dünyalarında yaşadıklarını, sözlerine yansıtmamaya çalıştıklarını gözlemledim. Mesela benimle konuşurken, Kürt meselesiyle ilgili sürecin nasıl bir sonuca varacağını ya da Türkiye'nin yakın tarihinde yaşanan hadiseleri nasıl yorumladığımı merak ediyorlardı. Eskiden bildiğim, tanıdığım dinamik Malatya zihni, depreme rağmen yerinde duruyor, diye düşündüm. Bu olgunluklarına hayran kalmamak elde değildi. Ama yüzlerinde derin bir yaranın, ağır bir hüznün, geçmek nedir bilmeyen bir sarsıntının acısını gözlemlemek de mümkündü.
Belediyenin fuar alanı, depremi kısa bir süre önce yaşamış bir şehre göre muhteşem bir düzenlilikteydi. Her şey hakikaten şaşırtıcı derecede düzgün ve derli topluydu. Her yazar için bir mihmandar tayin etmişti belediye. O da yazarın fuar kapsamındaki bütün faaliyetleri ile ilgileniyordu. Bütün yayıncılar bu ferah mekandan memnundular. Tek şikayetleri merkezden biraz uzak olmasıyla ilgiliydi. Başta belediye olmak üzere Malatyalıların bu travmayı kolayca atlatacaklarından eminim.
Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Hoca ve Bayram Karaçor ile birlikte kitaplarımızı imzaladığımız Beyan Yayınları da bu fuarda farklı bir uygulamaya gitmişti. Ali Kemal Ağabey, profesyonel yayıncı arkadaşları yerine Malatya'da yaşayan kardeşlerini, yeğenlerini görevlendirmişti. Profesyonel yayıncıları aratmayan bir performans sergiliyorlardı onlar da.
Yaralı şehir Malatya'nın ve aynı depremde yıkılan diğer şehirlerin yaralarının bir an önce iyileşmesi, Allah'tan en büyük dileğimizdir.