Başkan Erdoğan'ın New York'ta BM Genel Kurulu'nun Filistin Zirvesi'nde bir konuşma yapacağını biliyordum, ama, yolda olduğum için dinleyememiştim. 30 yıldır Londra'da yaşayan bir arkadaşım telefon etti, 'Erdoğan'ın BM'deki konuşması kesildi galiba.. Eğer bir teknik arıza değilse, bu, küstahça bir saldırıdır ve bu durum malûm Siyonist- emperyalist güçlerin, 'Biz sizin tahmin edemeyeceğiniz her yerde varız..' demek küstahlığı ve gövde gösterisidir..' deyince.. Durumun ne olduğunu henüz bilmesem de, aklıma hemen, Erdoğan'ın Ocak-2009'da Davos'ta konuşurken, sözünün kesilmek ve susturulmak istenmesine karşı, 'One minute..' deyip, o zamanki İsrail Cumhurbaşkanı'na en sert cümlelerle cevap verdiği sahneler geldi.. (O gecenin ertesi günü Cuma idi. İran'ın başkenti Tahran'da, Üniversite bahçesi ve çevresinde yüzbinlerin katılımıyla kılınan Cuma namazını kıldıran (merhum) Hâşimî Rafsancani', Cuma Hutbesi'nde, 'Dün gece dünyayı şoke eden müthiş güzel bir gelişme oldu, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, Davos'taki uluslararası bir toplantıda, Siyonist İsrail rejiminin Cumhurbaşkanının yüzüne ve onların cinayetlerine karşı en sert cümlelerle itirazını bildirdiğini ve bu sahnelerin bütün dünya televizyonlarınca dünyaya yansıtıldığını' söyleyince, yüzbinlerin gözyaşları arasında hançeresinden yükselen 'Allahu Ekber' ve 'Zindebâd (çok yaşa) Erdoğan!' sadâlarını Almanya'dan izleyen bizler de aynı duygular içindeydik..)
Erdoğan'ın o destansı çıkışı içerde ise, -o zamanki- muhalefet lideri -ve hatta içimizde sayılan bazıları- tarafından, 'Eyvah, 80 yıllık dış siyasetimiz mahvoldu..' diye eleştiriliyordu..
*
Evet, evvelki akşam, BM Gn. Kurulu'ndaki durum da zihnimde o, 'One minute!' (Bir dakika!) çıkışını canlandırdı, ama, sonra anlaşıldı ki, BM Genel Kurulu'ndaki o oturum, 'Filistin özel oturumu' için, Devlet Başkanları'na 5, Başbakanlara 3 dakikalık bir süre belirlenmiş ve mikrofonlar buna göre otomatiğe bağlanmıştı.. Yoksa, Başkan Erdoğan'dan bir 'One minute!' çıkışı daha beklerdik.
(Başkan Erdoğan'ın hem o 5 dakika içindeki sözleri ve ayrıca dün BM. Genel Kurulu'nda yapacağı konuşma ve yarın Trump'la görüşmesi konularına da, inşallah bir sonraki yazıda değinmek ümidiyle..)
*
Ve, gelelim yine, Trump'ın hallerine..
ABD Başkanı Trump hakkında konuşmaktan 'gına' geliyor ama, onun hakkında Amerikan medyasında bile yazılan ve çoğumuzun görmediği değerlendirmeler yine de ilgi çekebilir.. Bilindiği üzere Başkan Erdoğan yarın Trump'la görüşecek..
Trump'ın muhataplarından beklediği cevabı alamayınca ne kadar kabalaştığı, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski'ye nasıl sokak ağzıyla hitap ettiği ve ağız dalaşına girdiği ve Güney Afrika lideri Ramaphosa'ya, 'Orada, beyaz insanlara ne büyük zulümler yaptığınızı biliyoruz..' dediğinde, bunu reddeden misafirine, oradan çekildiğini iddia ettiği 'yığınla fotoğrafları gösterdiği' de biliniyor..
Ramaphosa da ona, Batılı emperyalist sistemlerin 'beyaz'larının, Afrikalı siyah insanlara hayvan muamelesi yaptıklarını söylememiş, onun seviyesine düşmemek için.. Ama, Trump'ın, 'Beyaz Hristiyan Nasyonalizmi' hareketine öncelik ettiğini biliyordu, elbette..
Trump'ın nasıl bir 'megaloman' havasıyla ve dünyanın en güçlü ülkesinin en güçlü insanı' olduğunu muhataplarına hissettirdiğini, geçenlerde vefat eden Amerikalı ünlü bir film sanatçısı, 'O kadar megaloman ki, dokunduğu herkesi aşağılamayı meziyet sanıyor..' demişti..
Trump'ın bu hâlet-i ruhiyesi, geçenlerde Utah eyaletinde, bir üniversitede konuşma yaparken, üstelik de 'şahsî silahlanmanın en tabiî bir hak olduğunu ve sınırlamalara gidilmesi yolundaki talepleri de eleştirirken' uzaktan atılan tek bir kurşunla boğazından vurulup öldürülen 32 yaşındaki Charlie Kirk'le ilgili bir anma töreninde, Trump'ın yaptığı konuşmada da görülüyordu..
Trump yaptığı konuşmada, Kirk için, "Amerikan özgürlüğünün en büyük savunucusu ölümsüzleştirildi. O artık Amerikan özgürlüğünün bir sembol ismidir." demiş..
ABD Başkanı, Kirk için yapılan anma töreninde ayrıca "manevi bir uyanış" çağrısında bulunarak "Dini Amerika'ya geri getirmeliyiz çünkü sınırlar, kanun ve düzen ve din olmadan gerçek bir ülke olmaz. Dinin Amerika'ya geri dönmesini istiyoruz. Tanrı'nın daha önce hiç görülmemiş bir şekilde güzel Amerika'mıza geri dönmesini istiyoruz.." demiş..
Charlie Kirk'ün eşi ise on binlerce kişinin katıldığı anma töreninde yaptığı konuşmada, "Kocam, tıpkı canına kıyan adam gibi gençleri kurtarmak istiyordu. Ben o genç adamı affediyorum. Onu affediyorum çünkü Jesus (Hz. İsa) da aynısını yaptı. Nefretin cevabı nefret değildir. İncil'den bildiğimiz cevap sevgidir ve her zaman sevgi olmalıdır; düşmanlarımıza ve bizi zulmedenlere karşı sevgi.." demiş..
Trump ise, Kirk hakkında hanımı Erica'nın dile getirdiği 'Rakiplerinden nefret etmiyordu. Onlara en iyisini diliyordu' şeklindeki sözlerine karşılık onlara, "Bu konuda Charlie'ye katılmıyorum. Rakiplerimden nefret ediyorum ve onlara en iyisini dilemiyorum. Bunun için üzgünüm Erica.." diyordu, rakiplerine karşı "nefretini" dile getirerek..
*
Konunun ilginç yanı şu ki, Trump, rakiplerine düşmanlık derecesinde bir üslubunun olduğunu defalarca sergilediği gibi, geçen hafta da cezaeviyle meşhur Alcatraz Adası'nı gezerken, önceki ABD Başkanı Biden için, 'Beni o 'O ... çocuğu' Biden buraya atmak istiyordu..' dediği o çirkin sözü 2-3 kez tekrarlamış..
Gerçekten de ne kadar ayıp.. Kadın haklarından sık sık bahseden o kültürde, kadınlara hakaret edilmesi, hatta annelere bile en yaygın şekilde böyle küfürler edilmesi günlük hayatta, vaka-ı adiyeden sayılıyor.. Hatta, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dünya savaşın galipleri tarafından yeniden şekillendirildiği Potsdam ve Yalta konferansları sırasında, o zamanki Amerikan Başkanı Truman, annesine yazdığı mektupta, Sovyet Rusya lideri toplantıya bir heyetle çok gösterişli şekilde geldiğini anlatırken, Stalin'den, 'O... çocuğu' diye söz ediyor ve amma hemen devamında, 'Ona öyle dememeliydim; çünkü, o da bana aynı şeyi söyler..' diye bir empati cümlesi ekliyordu..
O dünyanın kültüründe en üst seviyedeki konuşmalarda bile böylesine pespaye ifadelerin kullanılmasının çok sıradan bir durum olduğu; kadınlara ve hele de annelere bile ne kadar saygı duydukları bu çirkinliklerde de görülüyor!!..
(Ama, bu konuda, bizim toplumumuzda da korkunç bir ahlâksızlık giderek yaygınlaşıyor ve büyük şehirlerin ana caddelerinde bile, çocuklardan kocaman kişilere kadar, yanlarındakilerle veya telefonla yüksek sesle konuşurken en galiz, en çirkin kelimelerle, muhataplarına veya başkalarına, anneleri de hedef alan en ahlâksız sözleri sarf ederken, yanlarından ailelerin, çocukların geçip geçmediğine bile aldırmamalarını nasıl yok sayabiliriz?
Bu konuya, nasıl bir çözüm yolu bulunabileceğine kafa yorulmalıdır..)
*