Cezayir, Müslümanların (büyük gücü Osmanlı Devleti’nin) yönetiminde 300 yıl yaşadıktan sonra 1830’da Fransa’nın tahakkümüne girmiş ve 1954’de başlayan büyük ayaklanma sonunda, 1 milyondan fazla kurban verilerek 1962’de istiklâline kavuşmuştu, güyâ. Ama bu istiklalin şeklî olduğu kısa zamanda anlaşılacaktı. (1987 yılında Fransız L’Express dergisinde, Cezayir’in 25. yıldönümü münasebetiyle yayınlanan bir karikatür bu durumu çok ilginç anlatmıştı. Bir bacağı ve bir kolu kesik, diğer kolu ve başı da sargılar içinde olan Cezayir askeri, bir Fransız askeri tarafından dudaklarına tutulan borazanla Cezayir’in bağımsızlık marşını çalıyordu.)
Nitekim Ferhat Abbas liderliğindeki o büyük qıyâm çalınmış, saptırılmış, Fransa ve diğer emperyalist güçler Cezayir’in başına Ahmed bin Bellâ’yı getirmeyi, bu ülkeyi emperyalistlerin yerli uşaklarına vermeyi kararlaştırmışlardı; kendi düşünce, yaşayış tarzı ve zevklerine en yakın bir isim olarak.
***
Ama 1965’te, Cezayir’de toplanan Bağlantısız Ülkeler Konferansı için Endonezya lideri Ahmed Sukarno, Mısır lideri Nâsır, Hindistan lideri Nehru ve Yugoslavya lideriTito gibi ünlü liderlerin gelişi için alınan sıkı güvenlik tedbirleri sırasında, yakın arkadaşı Savunma Bakanı Huari Bumedyen, Bin Bellâ’yı da korumak adına güpe-gündüz tutuklamış ve ülkenin başına kendisi geçivermişti!
Bumedyen 1987’de ölünce yerine, Şazelî bin Cedid başa geçti. Yeni kurulmuş bir rejim ve fakir bir halk. Ülkede ‘Tek Parti’ olan FN (Front National/ Ulusal Cephe) liderliğinde geçen 30 yıl boyunca ekonomide sosyalizan anlayış hâkimdi ama o sistem de çökmüştü. Bir bakıma, 1923 sonrası Türkiye’yle benzerlikler vardı. -Her ne kadar halkın aslî inançlarına karşı açık bir saldırı olmasa da- 30 yıla yaklaşan bir diktatörlük sonunda, seçim yapılmasına karar verildi.
Abbas Medenî ve Ali Bilhacc gibi isimlerin öncülüğünde kurulan İslâmî Selâmet Cephesi (Front Islamique Salvation/ FİS) Cezayir halkını kendi etrafında bütünleştirdi. Ocak- 1992 başında yapılan seçimlerde Meclis’in yüzde 85’i İslâmî Selâmet Cephesi’nin eline geçti. Ama hemen o gece, laik generaller darbe yapıp seçim sonuçlarını illegal /kanundışı ilân ettiler ve Fransa ve B. Amerika başta olmak üzere, bütün emperial odaklar, bu darbeyi, ‘demokrasiyi kurtarmak için, bazen diktatörlük yönteminden de istifade edilebilir’ anlayışıyla alkışla karşıladılar. Ve böylece, ‘İslâmî tehlike’ (!?) bertaraf edilmiş oldu. Ve ‘Kapıkulu uleması’ da halka, ekranlarda sürekli olarak, ‘Laik rejime itaat etmenin şer’î bir zarûret olduğunu’ telkın ettiler ve yüzbinleri insanı yutan bir iç-savaş yıllarca sürdü.
***
Cezayir’deki o seçimlerin askerî darbeyle kanun dışı / illegal ilân edilmesi üzerine, Türkiye’deki hemen bütün sosyo-politik çevreler, fikrî ve ideolojik odaklar, halkın iradesine karşı bir askerî darbe yapılmasına asla râzı olmayacaklarını açıklamalarına ve o günlerde Türkiye, ekonomik açıdan çok sıkıntılı durumda olmasına rağmen S. Demirel Hükûmeti, darbeci generallere 100 milyon dolar yardım ve de 12 Mart 1971 Askerî Darbesi sonrasının özgürlükçü ismi diye parlatılan bir Prof. M.S’ı da akıl hocalığı yapmak üzere gönderdi. Bu kişi, dönüşünde, ‘Ben darbelere karşıyım ama laiklerin duyduğu korkuyu niye düşünmüyorsunuz’ diyecekti. Cezayir’deki darbeye karşı çıkan laik çevreler de Erbakan Hükûmeti’ne karşı tezgâhlanan 28 Şubat 1997 Askerî Müdahalesi’ne, bütün emperial odaklarla koro halinde alkış tutmuşlardı.
***
Cezayir’de kendisinin ve halkının kesin doğrularına, inançlarına göre bir düzen kurmak idealinden asla geri adım atmamak uğruna yıllarca hapiste yatan ve sonunda yurt dışına çıkarılan Abbas Medenî, 24 Nisan 2019 günü, Qatar’da dünyaya gözlerini kapadı.
Abbas Medenî, yiğit bir Müslüman mücadele eriydi. Allah rahmet eyleye.