Ülkemizde YÖK'ten önce "Üniversiteler Arası Kurul" vardı. Üniversite Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÜSYM) bu kurula bağlı olarak 1974'te faaliyetine başladı. 12 Eylül sonrası 2547 sayılı kanun yürürlüğe girdi ve ÖSYM, YÖK'e bağlı bir ölçme merkezi olarak çalıştı.
Zamanla ülkenin ihtiyaçları arttı. Ortaokul ve lise giriş sınavları, kamu kurumlarının yükselme sınavları, yabancı dil sınavları, memur alım sınavları, tıpta uzmanlık sınavları gibi sınav çeşitleri artınca ÖSYM neredeyse 52 hafta sınav yapan bir iş yüküne ulaştı.
2011 yılında 6114 Sayılı Kanun ve ardından 2018 sayılı KHK'da ÖSYM; kamu tüzel kişiliğine, idari ve mali özerkliğe sahip YÖK'le ilgili özel bütçeli bir kuruluş olarak tanımlanmıştır.
Mevzuat ÖSYM'ye hızlı hareket edebileceği olanaklar tanımıştır. Deprem, sel gibi afet durumlarında yahut acil bir sınav ihtiyacında hızlıca hareket edip 81 şehirde insan kaynağını koordine etme imkanları verilmiştir.
Devlet bir organizasyondur ve bütün sistem mevzuatla tanımlanmıştır. Bürokrasi ise günün koşullarına göre yasama erkini ikna ederek mevzuatta güncellemeye gider. Küçük değişiklikler kurum içinde yönetmeliklerle halledilirken büyük değişiklikler kanunlarla gerçekleştirilir.
Devlet organizasyonunda her kurumun stratejik ağırlığı aynı değildir. Bazı kurumlar kritik öneme sahiptir ve bu organizasyonun en kıymetli uzuvlarıdır.
ÖSYM, Türkiye'de 1960'larda doğan hemen herkesin hizmet aldığı bir müessese ve her ailenin hayatına dokunan bir tarafı var. Bu kurum FETÖ ajanları tarafından suiistimal edilmişti. 2010 KPSS sınavında karı-koca Fethullahçıların yüksek puanlar alması soruşturmalara konu olmuş ve ardından kopya suçu için adli ceza yasası çıkartılmıştı.
2011 yılında kopya çekenlere 1 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası gündeme geldi ve yasalaştı. Yasa koyucunun veya yürütmenin gerekli düzenlemeyi yapması için bürokrasinin alarm vermesi ve caydırıcı önlemler alması gerekiyor. Son KPSS sınavıyla ilgili iddialar karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Devlet Denetleme Kurulu'na talimat verdi ve inceleme başladı. Soruşturmayı biz de dikkatle takip edeceğiz, gençlerimizin mağdur olmaması için gayret edeceğiz.
Bu hadiselerden ders almak ve stratejik kurumlarla ilgili adımları atarken bazı konularda ortak akla ulaşmamız gerekiyor.
Stratejik kurumlara atanan yöneticilerin ne yazık ki bir kırmızı kitabı yok. Evet, devletin tepesinde bir kırmızı kitap mevcut. Her MGK'da güncellenen ve herkesin erişemeyeceği hassas bilgiler orada var. Ancak devlet organizasyonunda kurum yöneticilerinin karşılaşabilecekleri tehditleri, riskleri ve fırsatları belirten bir kitap mevcut değil. Eski siyasilerin yahut bürokratların hatıratlarını okuduğumuzda bu eksikliği bariz görürüz.
Belki garip gelecek ama modern dönemde iyi yöneticilerin iyi roman okuru olduklarını biliyorum. Roman okuyucusu meraklı ve şüphecidir. Dikkatle gözlem yapar ve karşılaşacağı riskleri hesap eder. Titiz roman okuru karşısındakinin ilk cümlelerinden meselenin nereye gideceğini kavrar ve hafızasına not eder. Kurgunun nasıl inşa edildiğini ve rollerin nasıl dağıtıldığını öngörebilir. Bulunduğu mekanın aldığı tehditleri önceden sezer ve teyakkuza geçer.
Bizde kuşkucu olmak hafiyelere mahsus bir meziyet diye bilinir. Oysa karşımızda karmaşık yapılar var ve kurumlarımız üzerinden devlet organizasyonunda derin çatlaklar oluşturmak istiyorlar. İyi yönetici, makamını korumaktan çok kurumun itibarını ve saygınlığını düşünür. Onun görev tecrübesi ve hafızası ise artık efsaneleşmiş kıymetli bir kırmızı kitaptır sonrakilere.