Geçen gün Akçakale'de yaşananları Suriye halkı 18 aydır yaşıyor.
Akçakale'yi bilir misiniz?
Yani haritalarda bir isim, bir şehir, bir nokta, haberlerde bir son dakika bülteni olmanın ötesinde... Gitmişliğiniz, yel etikçe altın tozu gibi kum sağanakları yağan o dar sokaklarında yürümüşlüğünüz, kimisi kerpiç, kimisi beyaz kireç boyalı evlerinde yaslanıp da bir yudum su içmişliğiniz olmuş muydu şimdiye kadar?
Orada, son mahallenin gelip de dayandığı mayın tarlalarına doğru baktınız mı hiç?
Orada, dikenli teller ve mayınlarla döşenmiş hudutların zoraki bir şekilde böldüğü, kesip de yarım bıraktığı insanlar yaşar... Bir yarısı Suriye'de, diğer yarısı ise Türkiye'de kalmış insanlar...
Henüz iki yıl önce konuştuğum seksenlik Zelife Nine; "benim yarım, şu karşıki köydedir" demişti. Akrabalarının bir kısmı "aşağıda" yani sınır çekildikten sonra Suriye'de kalmıştı. Bilmiyorum "aşağı" tarafa geçmediğim için. Yani "aşağıdakiler" de sınır gerildikten sonra Türkiye'de kalanlar için, "yukarı köy" derler miydi mesela?
Bilmiyorum, benim bildiğim; "o taraf", pasaportla, vizeyle geçilen, sınır ötesi bir yerdi. Torunları ve gelinleri de benim kadar olmasa bile daha serinkanlıydı Zelife Nine'ye göre, tapulardan bahsediyorlardı... "Kıbleye doğru olduğu için, suların aktığı tarafa doğru, böyle yani aşağı doğru" demişti gelini Gülsüm Hanım. Ellerinde tapuları bile varmış; "Muhtar'da da tapular var, orada tarlalarımız, kabristanlarımız var, akrabalarımızdır şu görünen yerlerde oturanlar..."
Zelife Nine'nin ana tarafıydı sınırın öte tarafında kalan. Bu yüzden "yarısı" hala oradaydı. Sınır ve mayın tarlası onu ortadan ikiye kesmişti adeta. Sekseninde, evinin yolunu kaybetmiş bir çocuk gibi bakıyordu yasaklı köyüne... Onun için Akçakale her gün bombalanan bir yerdi, kalbinde gülle yaraları, sınırlar, yasaklar, hasretler...
Bilmiyorum geçen günkü top atışlarından sonra hala evlerindeler mi? Akçakale'deki bazı mahalleler boşaltılıyormuş. Bazı öğretmen arkadaşlarla görüştüm, moralleri feci halde bozuktu.
***
Oturduğu sıcak köşelerden savaşmak ve savaşmamak hakkında ahkam kesenlere hayretle bakıyorum. Gazetelerde boy boy çıkartılmış ordu ve mühimmat bilançoları, kim kimi yener, kimi devirir tabloları... Sosyal medyada adeta loto oynarcasına kendinden geçmiş sürreel yığınlar... Akçakale'de Zelife Nine, gelin geldiği Aşağı Mahalle, bir gün evvel bombalanmış Yukarı Mahalle...
Aşağısı Yukarısı yok bu işin oysa! Toptan yanan bizim mahalle, farkında değiliz...
Evet, Suriye'de kendi halkının canına hiç acımadan kıyan zalim iktidarı hiçbirimiz desteklemiyoruz. Evet, Suriye'deki vahşet Srebrenika'yı da geçti, 100 bin kişi kayıp... Evet, Akçakale'yi topa tutan güç İsrail olsaydı şimdi binlerce insan Akçakale'ye yığılıp çoktan sınırı geçmişti... Bunların hepsini farkındayım...
Ama gözden kaçan ciddi bir şey var; Türkiye/Suriye sınırı, zaten muktedir sömürge valilerinin dayattığı zoraki bir sınırdır. İnsanların birbirinden zoraki koparıldığı, ailelerin parçalandığı, etin tırnaktan yolunup, kolun kafanın vücuttan zorla söküldüğü bir otopsi masasıdır. Yani Suriye, bir dış mesele, bir sınır ötesi operasyon konusu değil, bizim kalbimizden vurulduğumuz yerin adıdır... Önce bunu bilelim.
Yazı henüz bitmeden, Tezkere az evvel kabul edildi. Bu, savaş kararı değil elbette. Türkiye'nin akan kanı durdurmak konusunda çok fazla seçeneği kalmamıştı zaten. Bunu sınır ötesi bir dış müdahale olarak değil, akan kanı durdurmaya yönelik bir iç mesuliyet imkanı olarak okumak gerek.
Bir saat arayla önce niye müdahalede geciktin deyip ardından savaşa hayır logosu çekenlerin gürültüsü arasında... Suriye kadar Akçakale de yitip gidiyor, yabancılaşıyor... Her şey matematiğe, sayıya dönüşürken, ölenler buna itiraz edemiyor... Dua edelim. Akan kan dursun.