PKK-BDP hattının beklenen demokratikleşme paketinden çıkmasını istediği başlıkların başında anadilde eğitim geliyor.
Lakin pakette neler olduğunu tam olarak bilmesek de ana dilde eğitim olmadığını biliyoruz.
Başbakan Erdoğan ta Haziran sonunda Akil İnsanlarla Dolmabahçe’de yaptığı final toplantısında açıkladı böyle bir çalışmalarının olmadığını.
Peki, Türkiye’nin en mühim ve can yakan sorununun çözüm sürecinde, bir taraf için olmazsa olmaz ve hemen şimdi! tonlamasında talep edilenin diğer tarafça bahis konusu edilmemesinin sonucu ne olur? Süreç zarar görür mü yahut mutabakatı bozar mı talebin -şimdi- karşılanmaması?
Kürtçe üzerindeki yasaklar kalkmamış, yola hiç çıkılmamış, bu yönde adım atılmamış olsa idi benim buna cevabım evet, belki olurdu. Ama durum öyle değil. 2000’lerin başında girdiği yolda çok ciddi mesafeler aldı Türkiye.
Korkuların -yazık ki çok acı veren deneyimlerle yavaş da olsa- parçalanması ve ezberlerin bozulmasıyla Kürtçe, Türkiye’nin mühim bir değeri zenginliği olarak görülmeye, Kürtlerin Kürtçe konuşma öğrenme ve yayın yapma yönündeki talepleri kararlılıkla karşılanmaya başlandı. Kürtçe kurslara serbestlik kazandırılması ilk ürkek adımdı, atıldı, kıyamet falan da kopmadı. Sonrası daha kolay geldi.
7/24 Kürtçe yayın yapan bir devlet kanalının varlığı, her türlü yayın hakkı, anadilde savunmanın bir hak olarak kabulü, Kürtçenin MEB müfredatında seçmeli ders, YÖK çatısı altında ihtisas alanı olarak kendine yer bulması gibi bir dizi gelişme, bu sorunlu alanda genişleme sağlamak dışında, devletin Kürt vatandaşlarının taleplerini karşılama azmini göstermesi bakımından önemsiz sayılabilir mi?
Apaçık ki Türkiye’de devlet artık Kürtçe de konuşmakta.
Üstelik bu konudaki devamlılık, kararlılığın da şaşmaz göstergesi.
Son olarak da Anadolu Ajansı Kürtçe yayınlara başladı. Kurmanci ve Sorani lehçelerinde de hizmet verilecekmiş.
Paketten çıkmadı diye bu mühim demokratik gelişmenin sembolik ve işlevsel değerini görmezden gelmek akıl kârı olabilir, bunu yapan ciddiye alınabilir mi hiç? Hele de Kürt kamuoyunda.
Unutmamak lazım ki “barış” bir “olay” değil bir “süreç”tir. Hedeften şaşmadığınız, kafa gönül bulandırmadan doğru istikamette yürüdüğünüz müddetçe varacağınız yer “ortak iyi” “ortak gelecek” olacaktır.
Türkiye, Kürtçe konuşmanın, şarkı söylemenin yasak olduğu, rahmetli Ahmet Kaya’nın Kürtçe albüm çıkaracağım dediği için çatal bıçakla kovalandığı ne karanlık günlerden geçti. Şimdi iyiyiz şükür. Yoldayız bir kere.
Anadilde eğitimle ilgili kimi korkuların da parçalanacağına, devletin vatandaşına bu hakkı da teslim edeceğine inanıyorum şahsen.
Kürtçe seçmeli ders olduğunda üfürülen korkunun gülünçlüğünü hatırlarsınız. Halbuki bir de sonuçlara bakın:
2012-2013 ders yılı başında MEB’e Kürtçe seçmeli ders için başvuran sayısı 5200.
İkinci yarıyılda bu sayı 1300’e düşmüş.
Yani anadil eğitim hakkı anayasal güvence altına alınsa bile durum büyük ihtimalle böyle olacak.
Ama en başta vurgulanması gereken şey şu tabi:
Anadil bir haktır ve demokratik bir ülkede devletin vatandaşına bu hakkı teslim etmesi gerekir -nokta.
Ayrıca kabul etmek lazım ki İngilizcenin tartışmasız dünya dili olduğu, Türkçenin giderek küreselleştiği bir dünyada Kürtçe etrafında üretilen korkular yersiz değilse de pek gerçekçi sayılmaz.
Peki, Türkiye’yi adım adım demokratikleştiren AK Parti Hükümeti anadil eğitimi konusunda neden bunca isteksiz?
Muhtemelen hem on yıllar boyunca oluşmuş, neredeyse kemikleşmiş algıları korkuları yapıları ve bunların sürece intibakını, dengeleri hesaba katıp fayda-zarar tarttığı için.
Hem de PKK-BDP hattının tehdit diliyle dayattığı ve oluşlarını kendinden, kendi şiddetinden sebep bulduğu demokratikleşme adımlarını bu hattın çengelimsi parantezinden çıkarma siyaseti güttüğü için.
Ya BDP-PKK hattı? Şiddeti devreye sokmadığı, sürecin yürüyüşünü bozmadığı sürece yaptığı siyasettir meşrudur.