Tek parti, "Batılılaşma"yı sanki bir turistik yolculukmuş gibi algılayarak "Doğu"dan hızla uzaklaştı! Özellikle Arap dünyası adeta "düşman" ilan edildi.
Ülke menfaatleriyle bağdaşmayan bu tavrı da, "Araplar bizi arkadan vurdu" yalanıyla savunuyorlar! Öbür taraftan, Arap coğrafyasının ortasına saplanan bir hançer olan İsrail'i ilk tanıyan Müslüman ülke Türkiye olmuştu ve 1949'da bu kararı veren İnönü, "İsrail ile siyasi münasebetler açılmıştır. Bu devletin, Yakın Doğu'da barış ve istikrar unsuru olacağını ümit ediyoruz" demişti.[1]
Yani Türkiye, Yahudi İsrail ile ilişkilerini sonuna kadar geliştirebilirdi ama Araplara "düşman" olması gerekiyordu!
Oysa bize "Araplardan uzaklaşın" diyenler, "Bizim ebedî dostumuz ve düşmanımız yoktur, kalıcı çıkarlarımız vardır" diyor ve Arap coğrafyasında at koşturuyordu.
Hadi o günler geride kaldı. Haçlı Siyonist ittifakın günümüzdeki lideri ABD'nin 45. ve 47. Başkanı Trump, "Gazze'yi turistik merkez yapacağız" diyecek kadar Müslüman düşmanı olduğu halde, her iki başkanlık döneminde de ilk önce (20 Mayıs 2017 ve 13 Mayıs 2025), Suudi Arabistan'a gitmişti. Hatta "Kılıç Dansı" bile yapmıştı ama kimse Batılılığını sorgulamamıştı.
Başbakan Adnan Menderes, bu yasağı delerek 24 Şubat 1955'te Irak ile "Bağdat Paktı"nı imzalamıştı; ama bu hatasını(!) canıyla ödemişti!
ERDOĞAN "ASIRLIK HATA"YA EK KOYDU!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Temmuz 2025 günkü tarihî konuşmasında, Kürtlerle birlikte Araplarla da ittifakın şart olduğunu söyleyerek asırlık yaraya neşter vurmuştu!
"Terörsüz Türkiye" hedefinde çok önemli bir aşamaya gelindiğini belirten Erdoğan ilk defa vurguladığı "Araplarla ittifak" zorunluluğunu şöyle dile getirmişti:
"Malazgirt Zaferi, Kudüs'ün ve İstanbul'un Fethi, Çanakkale savunması, İstiklal Savaşı; Türk, Kürt, Arap ve daha nice Müslüman halkın ortak zaferleridir. Türkler, Kürtler ve Araplar ittifak yaptığında; atlarının rüzgârı Çin'den Adriyatik'e serin esintiler yaydı. Bölündüklerinde mağlubiyet, hezimet, hüzün vardı. I. Dünya Savaş'ını kaybettik, aramıza sınırlar çizildi, duvarlar örüldü. Kudüs'ü yitirdik çünkü tefrika vardı. Bugün Filistin'de tarihin en vahşi soykırımı icra ediliyor. Neden? Çünkü Türk, Kürt, Arap bir araya gelip ittifak kuramıyor."
"Dersim Katliamı" için 2011 yılında devlet adına özür dileyen Erdoğan, İttihatçı CHP öncülüğündeki "Arap ırkçılığı" sebebiyle de "özeleştiri" yapmıştı!
Ancak CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "Araplarla ittifak" adımına şiddetle karşı çıkarak, "Jön Türk zihniyeti"nin temsilcisi olduklarını ispatlamıştı!
Nitekim bu önemli teşebbüs hemen sabote edilmiş ve zaten bir asırdır süren "Arap düşmanlığı" tekrar körüklenmişti.
GERÇEK ARAPLAR ESMER DEĞİLDİR
Gelin bu "Arap düşmanlığı" perdesi altındaki "İslâm düşmanlığı"nın köklerine inelim; nasıl başladığını ve kime yaradığını birlikte görelim.
Konumuzla doğrudan ilgisi olmamakla birlikte, belirleyici bir ayrıntıyla başlayalım. Bugün "Arap coğrafyası" diye bilinen bölgede yaşayanlar, asr-ı saadet dönemindeki Kureyşî Araplar değildir. Zira sahabe-i kiram, Peygamber Efendimizin ahireti teşrifinden sonra İslâmiyet'i yaymak için Anadolu'dan Çin'e kadar bütün dünyaya dağılmıştı.
Eyüp Sabri Paşa, yüz yıl önce basılan "Mirat-ül Haremeyn" (Haremeyne Bakış) kitabında, "Mekke şehrinde sadece iki Arap ailesi kalmıştır" diyor. Yani, eshab-ı kiramdan sonra gelen esmer Afrikalılar, "Arap" olarak bilinmektedir. Elbette ten rengi, kusur veya üstünlük değildir. Ancak Arap kavmini, yukarıdaki yanılgıdan dolayı "esmer/siyah" zannetmek fahiş bir hatadır.
Öte yandan Haremeyn'deki bu demografik değişim, Osmanlı'yı hiç ilgilendirmemiştir. 4 asır boyunca kendilerini "hadim-ül Haremeyn" (Haremeynin hizmetçisi) olarak gören Türkler; bu mübarek beldede yaşayanlara, etnik kökenine bakmaksızın hizmet etmiştir. Arabistan ahalisi de Osmanlı'ya "biat" sadakati göstermiştir. Özellikle Mısır, Suriye ve Irak'ta, "Türk asıllı" olmakla övünenler az değildir.
"ARAP-TÜRK" TARTIŞMASI NASIL BAŞLADI?
İç cephe çökerse Osmanlı'nın daha çabuk yıkılacağını düşünen İngilizler, Fransız İhtilali ile birlikte yayılan "milliyetçilik" rüzgârını kullanarak, azınlıkları "bağımsızlık" vaadiyle kışkırtıyordu.
En kolay tahrik edebilecekleri kesim ise, "Siz İslâm'ın merkezisiniz; Hilafet size yakışır" diyerek ayaklandırabilecekleri "Araplar" idi!
Arapları kışkırtma sürecini 1727'de Vehhabiliği kurarak başlatmış olan İngiltere, I. Dünya Savaşı ile birlikte bu fitneyi, "ayaklanma"ya dönüştürme çabasına girmişti. Bu amaçla Abdülaziz bin Abdurrahman'ı (İbni Suud) ayaklanmaya teşvik ediyorlardı.
Arap coğrafyasındaki ajanlar, bütün aşiret liderlerine, Londra'nın "Araplar bu savaşta İngiltere'ye yardım ederse, 'Bağımsız Arabistan'ı güvence altına alacağız ve Halifeliğin Araplara geçmesini sağlayacağız" mesajını iletmişti.[2]
"IRKÇI" İTTİHAT VE TERAKKİ'NİN MARİFETİ!
"Hilafet" makamı sayesinde Müslümanları birleştiren Sultan II. Abdülhamid Han'ın tam da bu dönemde tahttan indirilmesi, İngilizleri çok sevindirmişti!
"Türkçülük" hastalığına duçar olan İttihatçılar, "Arapları Türkleştirmek" gibi bir akıl tutulmasıyla, "cephedeki düşman" olan İngilizlere "damardan" destek vermişti. Çünkü "ırkçı" Jön Türk politikaları sayesinde, Arapları ayaklandırmak çok kolay olmuştu!
Bu da yetmemişti! Çoğu Mason olan İttihatçılar, Müslümanlara kan kusturan İbni Suud ile ittifak kurarak, Sünnî Mekke Emiri Şerif Hüseyin'e "savaş" ilan etmişti![3]
CEMAL PAŞA, "İNGİLİZ BUNU YAPMAZ" DEDİRTTİ!
1915 yılında fevkalâde yetkilerle Suriye Valisi tayin edilen İttihatçı lideri Cemal Paşa'nın yapmadığı bölücülük ve zulüm kalmamıştı. Suriye, Filistin ve Lübnan'ı içine alan Arap coğrafyasında, Arapçayı yasaklayarak isyanı teşvik etmişti!
Birçok Arap eşrafını işkence ile öldürmüş veya sürmüştü. Ahali arasında "Cemal Paşa biriyle görüşürken burnunu kaşırsa 'sürgün'e gönderecektir. Ama bıyığını burarsa ölüm var demektir" diye yayılmıştı.[4]
Hatta itibarlı Arapların kızlarına, Şam'da kurduğu eğlence salonlarında içki servisi yaptırmış; taciz ve tecavüz ettirmişti!
Savaşın en kritik günlerinde Arapların Osmanlı Devleti'ne isyan etmesi için elinden geleni yapan Cemal Paşa, Nisan 1916'da gizlice görüştüğü Lawrence'e, Suriye'de krallığını ilan ederse İngiltere'nin tanıyıp tanımayacağını sormuştu![5]
ÖZAL: "İNGİLİZLERDEN MAAŞ ALIYORDU"
Cumhurbaşkanı Özal, (Cemal Paşa'nın torunu) Hasan Cemal'in de katıldığı 26 Mart 1991 tarihli SSCB gezisinde Cemal Paşa'nın hıyanetlerini şöyle anlatmıştı:
"İngilizler, Arapları bizden uzaklaştırıp kendi yanına çekmeye çalışıyordu. İngilizlerden maaş alan Güney Cephesi Başkumandanı Cemal Paşa, Arap eşrafının ve İslâm âlimlerinin kızlarını Şam'daki konağına getirterek, taciz ettirmişti. Bu yüz kızartıcı olaylar ve İngilizlerin 'Türkler İslâm'dan ayrıldı' propagandası, Arapları Osmanlı'ya düşman etti."[6]
"OSMANLI'YA DEĞİL İTTİHATÇILARA MUHALİFİZ"
Hicaz, içişlerinde "muhtariyet"e sahip olup; Peygamber Efendimizin soyundan gelen şeriflerle yönetilirdi.
Mekke'nin son Emiri Şerif Hüseyin Paşa, İttihatçıların ve özellikle de Şam Valisi Cemal Paşa'nın düşmanca tutumunun Araplar üzerindeki olumsuz etkisi konusunda hükümeti defalarca uyarmıştı.
Osmanlı yönetimi, İttihatçı kuşatması altında olduğundan bu çok önemli uyarılara kimse kulak asmamıştı! Tam aksine, Arapları Türklerden uzaklaştırmak için özel gayret sarf eden Jön Türkler (İttihatçılar), bu zulümlere tepki gösteren Şerif Hüseyin Paşa'yı "Osmanlı'ya ihanet"le suçlamıştı!
Oysa işin aslı çok farklıydı. Meselenin doğru anlaşılması ve "çift taraflı İngiliz oyunu"nun bozulması bakımından, Hüseyin Paşa'nın yayınladığı iki beyanname çok önemlidir.
26 Haziran 1916 tarihli ilk beyanname (özetle) şöyledir:
"Osmanlı Sultanları, Kitaba ve Sünnete uymakta vücutlarını feda etmeyi göze aldıkları için biz de Osmanlı'ya her zaman sıkı bağlandık. Ancak Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye'nin idaresini eline alan İttihat ve Terakki Cemiyeti, İslâmiyet'i bozmaya kalkmıştır. Enver, Cemal ve Talat paşaların emirleri, kanunların üstündedir."
"Nice İslâm âlimi ve Arap vatandaşı mahkemesiz asılmakta, kurşuna dizilmektedir. Sarhoş iken verilen emirlerle nice masum ocaklar söndürülmektedir. Taş yürekli diktatörlerin bile yapamayacağı bu cinayetlerde ufak bir mazeret bulunsa bile geride kalan masum çocuklara; mal ve mülkleri ellerinden alınarak sürgün edilen kadınlara, felâket üzerine felâket yaşatmanın ne mazereti olabilir?"
Bu kadarını ise "düşman" bile yapamamıştı:
"Mekke-i Mükerreme ahalisinin, canlarına ve namuslarına yönelik bu saldırıların durdurulması için yaptığı gösteri yürüyüşünde, bir İttihatçı komutanın emri ile Ciyâd Kalesi'nden Kâbe'ye atılan top mermileri, mukaddes Hacer-ül Esved'in bir metre yakınına isabet etmiştir. Kâbe örtüsü alev almıştır. Söndürmeye çalışanlara da ateş edilmiş ve birçok Müslüman şehit olmuştur. Halk günlerce Harem-i Şerif'e girememiş ve Kâbe'de namaz kılınamamıştır. İslâm dininin ve vatandaşlarımın geleceğini, bu zihniyetteki İttihatçıların elinde oyuncak olarak bırakamayız."
10 Eylül tarihli "II. Beyanname"de ise şu acı gerçekler yer almıştı:
"İttihatçıların birkaç sene içinde koca devleti parçaladıklarını, Müslümanları ve İslâmiyet'i perişan ettiklerini görmeyen var mı? Koca imparatorluk Enver, Cemal, Talat ve arkadaşları gibi Masonların keyfine kurban oluyor."
"İttihatçı komitanın azgın şeflerinden olan Cemal Paşa, Şam'da canının istediği kişiyi asıyor yahut vurduruyor. Orada açtığı gece kulübünde, önde gelen ailelerin kızlarını hizmetkâr gibi kullanıyor. Cemal Paşa'nın bu davranışları, İslâm dinine, Türk ve Arap âdetlerine saygısızlığın tam bir örneğidir."
İttihatçıların "isyan" dediği şu ifadeler ise, kimin isyan ettiğini gösteriyordu:
"Biz, İttihatçıların cahil ve ahmak siyasetine ve zalim idaresine karşıyız. Bu komitacılar, vatan ve milleti, mukaddes dinimizi düşünmeyerek yalnız İngiliz Müstemlekeler Nezâreti'nin emirleri ile hareket etmektedir. Müslümanlar, bu bölücü ve alçak gidişata yardımcı olmamalıdır. Allahü tealaya asi olana itaat edilmez."[7]
Bu beyannameler, Şerif Hüseyin Paşa'nın İslâm'ı ve Osmanlı'yı savunduğunu, asıl İttihatçıların yanlış yerde durduğunu göstermektedir.
VEHHABİLERİ DESTEKLEYİP MÜSLÜMANLARA SALDIRDILAR
Bu haklı uyarıları sebebiyle Şerif Hüseyin'i "vatan haini" ilân eden İttihatçılar, Arabistan'ı Osmanlı'dan koparmak isteyen İngilizlerin organize ettiği Vehhabileri destekliyordu!
Cemal Paşa, Başkumandan Enver Paşa'ya yazdığı bir telgrafta "İbni Suud'un İngilizlerden para aldığını ve bazı hazırlıklar yaptığını öğrendik. Kendisini tarafımızda tutabilmek için parayla beslemeye mecburum. Bana ayda 200 altın lira verilmeli" diyordu.[8]
Oysa bu İbni Suud, Yahudi asıllı İngiliz ajanı John B. Philby ile İshak peygamberden dolayı "kuzen" olduklarını ama Türkleri, "evlad-ı iblis" gördüklerini söyleyecek kadar Türk düşmanıydı. Bu paraları alacak ama yine İngilizlerin emrinde kalacaktı![9]
MEKKE'Yİ, SUUD'A İNGİLİZLER VERDİ
Ehl-i sünnetin hamisi olan Şerif Hüseyin'in, İngilizlerle işbirliği yaptığı iddiası ise çirkin bir iftiradır. Ehl-i sünnet düşmanı İngilizlerin, 200 yıldır besleyip büyüttüğü Suud'larla savaşan Şerif Hüseyin'e destek vermesi mümkün müdür?
Kaldı ki, "İttihatçılar, Müstemleke Nezâreti'nin emrindedir" diyen Şerif Hüseyin Paşa, İngilizlerin İslam düşmanlığını iyi biliyordu. İngilizlere ve kendileriyle irtibatta olan ajan Lawrence'e hiçbir zaman güvenmemişti. Oğlu Abdullah, Lawrence'in sadece Arapları değil "Şerif Ailesi"ni bile bölmeye çalıştığını belirterek, "Ona hiç güvenmedik. Bize değil, düşmanlarımıza çalıştı" demişti. Hatta Şerif Hüseyin, (Kahire Konferansı'nın İslâm coğrafyasını İngiltere ve Fransa arasında bölüştüren kararlarını kendisine hazmettirmeye çalışan) Lawrence'i, bastonuyla kafasına vurarak kovmuştu.[10]
Nitekim 1924 yılında "Cihad ediyorum" yalanıyla saldıran İbni Suud'u Mekke'ye sokmayan Emir Hüseyin, İngilizler tarafından yakalanarak Kıbrıs'a götürülmüş ve hapsedildiği otelde 1931 yılında vefat etmiştir.
BUGÜNKÜ TABLO JÖN TÜRKLERİN ESERİDİR!
Görüldüğü gibi, Araplar bizi arkadan vurmamıştır. Tam aksine Jön Türkler, Arapları içeriden vurmuş, meydan İngiliz vesayetçilerine kalmıştır! Neticede İttihatçılar, mübarek beldeleri Sünni Müslümanlara vermemek için İngiliz uşağı Suudlara hediye etmiştir! Yani bugün tavrına çok şaşırdığımız "Arap liderler", İngilizlerin, İttihatçılar sayesinde yerleştirdiği "müstemleke valileri"dir.
Gerçek Araplarla hiçbir ortak paydası olamayan bu "lejyonerler" de doğal olarak, "velinimeti" olan Haçlı Siyonist ittifaka hizmet etmektedir.
Bu yüzden katil Netanyahu'nun 12 Kasım 2023 günü verdiği "Koltuklarınızı kaybetmek istemiyorsanız sesinizi çıkarmayın" talimatını harfiyen uygulayan bu "çakma" Arap liderler, burunlarının dibindeki katliamları hiç görmemektedir!
Bugün Arabistan'ı Vehhabi İbni Suud'un değil de, Sünnî Şerif Hüseyin'in torunları yönetseydi böyle mi olurdu?
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Haçlı Siyonist emperyalistlerin serdiği "örtü" kaldırılmadan hiçbir şey doğru anlaşılmamaktadır. Biz de, yakın tarih analizlerimizle bunu yapmaya çalışıyoruz.
TÜRKİYE'DEKİ "ARAP DÜŞMANLIĞI" DA JÖN TÜRK ESERİ!
I. Dünya Savaşı hezimetinden sonra kılık değiştirerek Anadolu'ya dağılan "maskeli İttihatçılar", Türkçülük hastalığını da götürmüş olup; Arap düşmanlığı üzerinden İslâm düşmanlığı yaymaya devam etmiştir!
Azılı bir ırkçılıkla, esmer insanları "aşağı ve iğrenç varlıklar" şeklinde tanıtıyor, siyah karikatürlere "Arap" diyerek, gençliği İslâm'dan soğutuyorlardı!
Oysa "Arap"ın lügat (TDK değil) anlamı "güzel" demektir. Gerçek Arap, beyaz buğday benizlidir. Peygamberimiz de beyaz tenli idi ki, günümüzdeki Seyyidler de beyaz tenli ve çok sevimlidir.
Siyah köpeklere özellikle "arap" adını veriyorlardı! Bu çirkin ırkçılığı öyle yaydılar ki Anadolu'da hâlâ devam etmektedir. İnsanlar, sebebini bilmeden siyah köpekleri "arap" veya meşhur bir tecvid kitabının adı olan "karabaş" diye çağırmaktadır.
Çocukluk yıllarımda vesikalık fotoğraflarımızın basıldığı "negatif film"e neden, "Fotoğrafın arabı" dediklerini bir türlü anlayamazdım.
CHP diktatörlüğünün ürünü olan TDK, ne yazık ki çeyrek asırlık AK Parti iktidarına rağmen hâlâ "Arap"ı, "1. isim: Koyu, esmer. 2. isim: Fotoğrafın negatifi. 3. isim eskimiş: zenci" diye tarif etmektedir!
"Arap"ı "zenci" olarak tanımlamak, yukarıda arz ettiğimiz cehaletin TDK'casıdır!
Peki, yine TDK tescilli şu rezalete ne diyeceksiniz? "Karafatma isim, hayvan bilimi, parlak siyah renkli bir böcek." Siyah renkli böceğe, "karafatma" dışında verecek bir isim kalmamış mıydı?
Sizin kızınızı siyah böceğe benzetseler ne dersiniz?
Peygamber Efendimizin "beyaz, aydınlık, güzel yüzlü" anlamına gelen "Zehra"yı da ilave ettiği bu mübarek ismi, haşa bir siyah böceğe hangi dinsiz, neden layık gördü?
"Dilimiz kimliğimizdir" diyen TDK'nın, bu Jön Türk dayatmalarını hâlâ sürdürmesi ne anlama geliyor?
"...Arap olayım, Arap eli öpmekle dudak kararmaz, Ne Şam'ın şekeri ne Arap'ın yüzü" ve daha burada zikredemediğimiz nice iğrenç ifadeler nasıl bir nefretin dışa vurumudur?
Arap düşmanlığı, "Dost musun, Arap mı" şeklindeki "ırkçı" deyimden başka nasıl ifade edilebilir?
Peki, en inatçı siyah lekeleri çıkarabildiği söylenen sıvı sabuna neden "arapsabunu" dediğinizi biliyor musunuz?
Çok karışık şeylere neden "arapsaçı" diyorsunuz?
Ya TV dizilerinde, en şapşal karakterlere "Arap" adı verenler? Yüzünü siyaha boyanmış bir Afrikalıyı yıllarca devletin televizyonundan "Arap Bacı" diye izletenler...
Maalesef bazı Müslümanların bile bir asırdır tekrarladığı bu "sistematik" iftiralara ekran karşısında büyük bir gafletle gülenler...
Elinizi vicdanınıza koyun! Aslında kim kimi arkadan vurmuş?
İTTİHATÇILARIN YENİ VERSİYONU CHP, ASLI GİBİDİR!
İşte İttihat ve Terakki'nin günümüzdeki uzantısı olan CHP'nin "Biz Jön Türk'üz, 150 yıldır sizinle savaşıyoruz" diye övünen lideri Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir asırdır devam eden İngiliz/İttihatçı entrikasına son verme çabasına bu yüzden anında tepki gösterdi!
Bu yüzden, İngilizlerden Jön Türk dedelerine, oradan da kendilerine intikal eden ehl-i sünnet düşmanlığını kusarak "Sünni Müslümanlık üzerinden yeni bir ittifak kuracak. Bu coğrafyada sana ümmetçilik üzerinden, din siyaseti üzerinden hesap yaptırmayız" dedi!
Öte yandan bu çarpıtma ve bölücülükle, tam da "Bölünmez Suriye"ye dönülen 8 Aralık'tan itibaren Alevileri, Nusayrileri ve şimdi de Dürzileri tahrik ederek Şam'a karşı ayaklandırmaya çalışan İsrail'e "damardan" destek verdi!
Gördüğünüz gibi "katran"ı yüz yıl kaynatsanız da olmuyor şeker!
Asır da geçse, "İngiliz muhibbi Jön Türk"ün torunu aslına çeker!
[1] TBMM Tutanak Dergisi, 8. Dönem, 4. Toplantı, Cild: 21, 1 Kasım 1949, s. 8.
[2] Georgina Howel, Daugughter of The Desert (Çölün Kızı), Tarih&Kuram Yayınları, İstanbul 2016, s. 246.
[3] Vehhabilik vahşetinin vahim ayrıntıları için bakınız İçten Dıştan Entrikalar
[4] Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Pozitif Yayınevi, İstanbul 2022, s. 53, 56.
[5] David Murphy, Arabistanlı Lawrence, Kronik Yayınları, İstanbul 2023, s. 13.
[6] Özal: İhaneti Hasan Cemal'e sorun, Star, 19 Nisan 2016.
[7] İmam-ı Gazali, Kıyamet ve Ahiret, Hakikat Kitabevi Yayınları, İstanbul 2014, s. 364-370
[8] Lawrence Efsanesi, s. 127.
[9] Harry St. John Bridger Philby, Arabia of the Wahhabis, London, Constable&Co. Ltd., Londra 1928, s. 23.
[10] Orhan Koloğlu, Lawrence Efsanesi, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2018, s. 107, 202.