Ukrayna krizi, Avrupa'nın barış söyleminin ne kadar içi boş, ne kadar hesaplı ve araçsal bir niteliğe sahip olduğunu gözler önüne serdi. Diplomasi, artık çatışmayı önleme aracı değil; savaşın seyrini belirleme stratejisine dönüştü. Barış ise sadece silahların yerini alan bir suskunluk taktiği... Avrupa'nın bugünkü tutumu, kendi tarihsel geçmişiyle çelişen, askeri kabuğuna çekilmiş bir politikanın açık işaretlerini veriyor.
Bu manzara, modern uluslararası hukukun kurucularından Hugo Grotius'un 1625'te dile getirdiği şu dehşet verici tespiti akla getiriyor: "Tüm Hristiyan dünyasında öyle bir savaş başıboşluğu gördüm ki, böylesine ölçüsüzlüğü görseler, barbar halklar bile hayrete düşerdi." Kibirli de olsa Grotius'un dört asır önce duyduğu hayret, Avrupa'nın merkezinde tekrarlanıyor aslında. Ve bugün itibarıyla Brüksel, barışı değil, refahla perdelese de savaşın yönetilebilirliğini konuşuyor.
Avrupa'nın söz konusu anlayışının kökleri yalnızca bu günde değil, tarihsel zihniyet kodlarında da saklı. Roma tarihçisi Tacitus'un "yağmalamak, katletmek, çalmak - bunlara imparatorluk adını veriyorlar; çorak bir arazi bıraktıklarında, buna barış diyorlar!" ifadesi, Avrupa'nın bugünkü siyasi davranışının köklerinin iz düşümü. Yani... Avrupa'nın barıştan anladığı, kontrol ve müdahalenin sessizliğe bürünmüş halidir.
Şöyle bir tarihe bakın... Avrupa'nın yalnızca siyaseti değil, fikri altyapısı da çatışma üretmeye endeksli olduğunu görürsünüz. Batı aklı, yüzyıllardır diplomasiyi savaşa hazırlık, düşünceyi stratejiye hizmet, barışı ise üstünlük kurmanın bir biçimi olarak kodladı. Üniversitelerinden strateji merkezlerine kadar, fikir üretimi büyük ölçüde jeopolitik hedeflerin aracı haline geldi. Düşünce, burada bağımsız bir hakikat arayışından ziyade, savaşın kültürel altyapısını inşa etmenin bir yöntemidir.
Aslında, 1945 sonrası Amerikan merkezli görece barış sürecinde Avrupa, savaşı ve şiddeti kendi coğrafyası dışında tutmayı başarırken, bugün, ciddi bir krizle karşı karşıya. Ukrayna, krizin görüntülerinden biri sadece... Ve krizler maskeleri düşürür. Avrupa'nın düşen maskesi, Ukrayna özelinde olduğu gibi bize barışın hiçbir zaman gerçek bir hedef olmadığını, sadece güç mücadelesinin taktiksel kılıfı olduğunu gösterdi.
Söz gelimi... Ukrayna'nın Rusya'ya gerçekleştirdiği son dron saldırılarına verilen açık destek, Avrupa'nın doğrudan çatışmayı genişletmeye istekli olduğunu gösteriyor. "Rus tehdidine karşı birleşme" söylemiyle şekillenen bu strateji, aslında iç bütünlüğü kaybetmiş bir Avrupa'nın krizi kendi lehine araçsallaştırma çabasından ibaret.
Buraya gelmişken, Carl von Clausewitz'in "savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır." sözünü hatırlamamak olmaz. Clausewitz'in tespiti, savaşın sadece askeri bir çatışma değil, aynı zamanda siyasi hedeflerin bir uzantısı olduğunu vurgular. Avrupa'nın Ukrayna'daki tutumu da bu anlayışı yansıtıyor. Yani savaş, siyasi hedeflere ulaşmanın bir aracı olarak görülüyor.
Hülasa...
Avrupa'nın tarihsel aklı, barışı hiçbir zaman kendi başına bir değer olarak görmedi; onu ya savaşın ardından gelen sessizlik ya da güç dengelerinin geçici dondurulma olarak tanımladı. Bugün Ukrayna üzerinden sergilenen tutum, bu zihniyetin hâlâ canlı olduğunu gösteriyor. Dron saldırılarına verilen açık destek, barış çağrılarının yalnızca taktiksel bir perde olduğunu kanıtlıyor. Çünkü Avrupa için savaş, sadece bir kriz değil; kendini var etmenin, gücünü yeniden kurmanın temel aracıdır.