Ne zor iştir kimbilir Allahım Balkan savaşlarının en kan, hüzün, gözyaşıyla sıvanmış günlerinde Kurban Bayramını yaşamak! Gün gelir onlarca, yüzlerce dindaşının, soydaşının Bulgarlarca katlettiği duyurusu payitahtın ciğerini söküp koparır bağrından; gün gelir az-biraz umut serpilir yüreklere Demirli önlerinde komitacıları ezip geçen Mülazım Hüsnü Bey’in aslanlarından gelen haberlerle. Bu arada bir tartışma başlar şehr-i İstanbul’da: Kurban mı kesmeli millet yoksa kurban bedeli orduya mı verilmeli! Uzun tartışmalar sonunda kurban bedellerinin orduya verilmesi ağırlık kazanır. “Malen ve bedenen cihada katılmak farzdır” görüşünü benimser çilekeş İstanbullu. Kurban derilerini de devlet toplar ki, yaralananların tedavisi doğru düzgün yapılabilsin, düşmandan kaçan göçmenlere bir tas çorba, bir battaniye, belki de temiz bir mintan verilebilsin.
Bulgar Edirne’yi alıp Çatalca önlerine geldiğinde, devlet İstanbul halkını yekvücut düşmana karşı direnmeye çağırır. İstanbullu kesici, delici, vurucu ne bulursa onu kuşanırken bir yandan, öte yandan da hala kurban etiyle derisini de tartışanlar vardır. Sadrazam Kıbrıslı Kamil Paşa’yla Şeyhülislam Cemaleddin Efendi, Evkaf Nezareti aracılığıyla alınan son kararı kamuoyuna duyurur ki, bu kafa karışıklığı, fikirsel itiş-kakış son bulsun. İlginçtir, Kamil Paşa’yı Babıali baskınında, elinde silahıyla Enver Bey makamından istifa ettirir daha sonra. Bu Kamil Paşa ki, İzmir Valiliği sırasında İzmir’în kavakları/Dökülür yaprakları/Bize de derler Çakıcı/Yakarız konakları türküsünü, eşkiyayı övüyor gerekçesiyle yasaklamıştır. Zaten sedaret makamına, İngiliz’le arası pek iyidir, yardımını sağlar gerekçesiyle oturtulmuş ama İngiliz, bırakın yardımı Balkanların tutuşmasına omuz vermiştir Osmanlı’dan yana duruş sergileyeceği yerde.
Herneyse, işte bu Kamil Paşa kurban derisinin ibadet yerine geçip geçmeyeceği konusuna değinmeksizin, hem kurban etlerinin hem de derilerinin hangi kurumlarca orduya iletileceğini ilan eder. Bayramın ikinci günü, yani 18 Kasım 1912’de bir açıklama yayınlanır. Her ne kadar kurban ibadetinin yerine gelmesi için “irake-i dem” yani kan akıtılması, hayvan kesilmesi gerekse de, kişi kurbanın bedelini orduya bağışlamakla sadaka vermiş olur ki, bu da dinsel açıdan geçerlidir. Devlet kurban derilerinin İstanbul Belediyesince toplanacağını, satımından elde edilecek gelirinse göçmenlerle yaralıların bakımına harcanacağını ilan eder. Kurban etleriniyse halk değişik yerlerdeki imarethanelere gönderecek, bunlar pişirilip kavurmaya dönüştürüldükten sonra belediyelerce cepheye gönderilecektir. Halk devletin bu çağrısına büyük destek verir. Hele de kurban bedellerini orduya verenlerin adları liste liste yayınlanır gazetelerde.
Uzun yıllar medrese öğrencileri toplamıştır kurban derilerini. Abdülhamid Han’ın son dönemindeyse Hicaz Demiryolu yapımına katkı amaçlı olarak devlet devşirir derileri. Ancak devletin kurban derileriyle ilgili yoğun girişimleri ikinci Meşrutiyet sonrasına rastlar. Donanma Cemiyeti gibi orduya destek sağlama amaçlı kurumlar derileri toplamada başı çeker. Cumhuriyetle birlikte Türk Hava Kurumu bu işi hepten üstlenir.