Bugünler 2. Dünya Savaşı'nın -en azından Avrupa'da- sona ermesinin 80'inci yıldönümü.. Bu münasebetle, Amerika ve Rusya başta olmak üzere, o savaşın kazanan tarafındakiler bu yıldönümü dolayısıyla görkemli askerî törenler tertipliyorlar tabiatıyla..
Şimdilerde 'Ahh, Batı Medeniyeti..' diye özlemle alkışlanan ve istenen dünya, hem Birinci ve hem de İkinci Dünya Savaşı'nın asıl yangın meydanıydı ve o Batı halkları da aynı dinden oldukları halde, birbirlerini aç kurtlar gibi yemekle, boğazlamakla meşgul idiler..
Evet, Adolf Hitler Almanyası yenildiği için, o dönem hâlen de lânetle anılıyor, ama ona galip gelenler ondan daha az zalim değillerdi.
Savaşın Avrupa kıtası dışındaki sahneleri ise, en fazla da, Japonya'nın yenilmesine kadar 3 ay kadar daha devam edecekti.
*
Evet, yarın (8 Mayıs) itibariyle, İkinci Dünya Savaşı'nın Avrupa Cephesi'ndeki dehşetli ateşi, Almanya'nın teslim olması ve Adolf Hitler'in intihar etmesiyle, 1945 yılında, 80 yıl önce sönmüştü, ama, Doğu Asya'da Çin'de, Kore'de, Filipinler'de, Güneydoğu Asya ülkelerinde Japonya'nın militarist gücü henüz de hükmünü sürdürüyordu ve 2. Dünya Savaşı'nın başında savaşa girmeyen ve tarafsız kalan Franklin Roosevelt Amerikası, Japonların, 7 Aralık 1941 sabahı Büyük Okyanus'taki Amerikan Deniz Üssü olan Pearl Harbor'a yaptıkları dehşetli saldırıya kadar savaşın dışındaydı..
*
1995'de ve Atom Bombası'nın beşer tarihinde ilk kez olarak, Amerika tarafından Japonya'ya karşı ve de hiçbir askerî birliğin bulunmadığı bilinen Hiroşima üzerine atılması ve ilk anda 80 bini aşkın sivil insanın bir anda korkunç şekilde yok edilmeleri ve o şehrin baştanbaşa bir küllüğe dönüşmesi ve 3 gün sonra ikinci Atom Bombası'nın da Nagazaki şehrine karşı kullanılması ve yaklaşık 300 bine yakın insanın nükleer ateşle kavrulmasının 50. yıldönümü idi ve Birleşik Amerika'da Başkanlık makamında Bill Clinton bulunuyordu...
*
Ekleyelim: 1933'ten beri Amerika'nın başında olan ve çocukluğunda geçirdiği çocuk felci hastalığından beri ömrünü tekerlekli sandalyede geçirmiş olan Franklin Roosevelt, savaşın bittiğini göremeden 12 Nisan 1945 günü ölmüş ve yerine yardımcısı Harry Truman geçmişti.
Harry Truman Amerikası, laboratuvarlarda üretilmiş ve başarılı olup olmayacağı henüz bilinmeyen atom bombalarını kullanmak ve başarılı olması halinde bir daha hiç bir gücün Amerika'ya kafa tutamayacağı ümidiyle, bu müthiş silahı bir şekilde kullanmanın fırsatını gözlüyordu.
Üstelik, Japonya'nın da, Almanya gibi, teslim olmak istediği anlaşılıyordu ama, Japonya'daki Şintoizm dininde 'yarı-tanrı' olarak kutsal bilinen İmparator Hirohito'ya dokunulmamasının garantisi aranıyordu..
Bu garanti verilmişti ama, atom silahı yine de kullanılmalıydı.
Amerikan Başkanı'nın günlüğünü tutmakla vazifeli kişi, 6 Ağustos 1945 sabahı, Truman'ın bir savaş gemisinin güvertesinde, bando takımının askerî marşlarıyla işe başladığını, ancak bando takımından bir astsubayın, kazayla serçe parmağının kırılması yüzünden geminin revirine götürüldüğünü yazmıştı. Truman ise, uzandığı şezlongun üzerinde günün gazetelerini okumaya başlamıştı. O sırada bir şifreli haber sundular Başkan'a.. Bu, atom bombasının başarıyla kullanıldığının müjdesi idi.
O anda, en az 80 bin kişi öldürülmüştü, Hiroşima'da... Truman, gözlemci memurun yazdığına göre âdeta elektrikle çarpılmış gibi yerinden, 'Kazandık!' diye hoplamıştı..
Ve Başkan Truman daha sonra geminin revirine giderek, serçe parmağı incinen astsubayla ilgilenmiş ve gözlemci memur da Başkan'ının bu 'yüce gönüllü, insanî' tavrını tarihe kaydetmişti!!!.
*
O Atom bombaları dönemi yaşayan ünlü Fransız mütefekkiri André Malraux ise, 'Atom Bombası kullanan bir medeniyet, insanî bir medeniyet değildir; barbar bir medeniyettir..' demişti, haklı olarak..
*
Ve o günden 50 sene sonra... 1995'te Amerikan Başkanı, Clinton idi..
Clinton, 1946 doğumluydu.. Yani, o Atom Bombası'nın kullanıldığı dönemde henüz dünyaya gelmemişti. Onun içindir ki, Amerikan emperyalizminin, o atom bombalarını kullanmış olmasından dolayı insanlıktan özür dilemek noktasında, en müsait Amerikan Başkanı olarak gözüküyordu
Ama, bu özür dileme konusu Clinton'a iletildiğinde 'Evet, savunulamazdı , ama, o kullanılmasaydı, savaş bitmeyecekti ve belki 10 milyonlarca insan daha ölecekti..' diye bir mazeret uydurarak özür dilemekten kaçınmıştı..
Bugün de, atom bombası'na sahip olmanın gururuyla Amerikan emperyalizmi, bütün materyalistler gibi maddî güçlerinin zevkiyle dünyayı kana bulamakta yarışında.... Trump isimli 'zamane Truman'ı, Siyonist İsrail rejiminin bütün cinayetlerine destek vermekle kalmayıp, Siyonistlerinin uykularını kaçıran Yemen Husilerini bombardıman ediyor; dünyaya, 'Eğer bize baş eğmezseniz, yerle bir olursunuz..' mesajını vermeye çalışıyor; diyor, ama asıl yerle bir olmakta, alçalmakta, Truman'lardan, nice Nemrud ve Firavunlardan daha ileri bir noktada olmadığını, birkaç sene sonra tarihin kanlı zalimlerinin yanına geçeceğini idrak etmekten âciz..
*
* NOT: İstanbul Müftülüğü'ne arz olunur:
İstanbul- Levent'te, Barbaros Hayreddin Paşa Camii'nde 4 Mayıs günü İkindi namazını takiben kılınan bir cenaze namazıyla ilgili bir sual, alışılmadık bir uygulama olduğundan nice zihinleri meşgul ediyor..
Bilindiği üzere o gün orada, cenaze namazı kılınacak şahsa beslenen ilgi ve muhabbet dolayısıyla on binlerce insan toplanmıştı.
Cenaze namazı kılınması öncesinde, namazı kılınacak şahsın tezkiyesi konusunda birkaç cümle okunduktan sonra.. Cenaze namazını kıldıracak olan kişinin, oradaki yetkili bir İmam tarafından ve hoparlörden, 'Muhterem cemaat, cenaze namazı, merhumun vasiyeti üzerine, (İ.E) tarafından kıldırılacaktır..' ilân edilmesi o on binlerin yoğun alkışıyla karşılandı.
Ölen kişinin böyle bir vasiyetinin olduğu o ân'a kadar açıklanmamıştı.. O anda böyle bir vasiyet olduğu geçerli bir rivayet olarak esas alınabilir miydi bilmiyorum.. Ama, o alkış tufanı, orada asıl olanın, o namaz kıldıracağı söylenen kişiyi alkışlatmak olduğunu ortaya çıkarmıştı.. Esasen, başka cenaze namazlarında, insanlar, cenaze namazını kimin kıldırdığını merak edenler, kendi aralarında konuşurlardı; 'Müftü müydü, Diyanet Başkanı mıydı? ' gibi soruları kendi aralarında sorarlardı.. Ama cenaze namazları, herhalde, topluma başka mesajların verilmesi ve bazı kişilerin reklam yeri değildir, olmamalıdır.
Vefat eden kişinin, hayattayken böyle bir talebi olmuş muydu, bilmiyorum.. Ancak, bu kişinin, azımsanmayacak bir kısmının cenaze namazına da katılmadığı o on binler tarafından alkışlanması ilgi çekicidir.
Ve, cenaze namazı kıldıracağı açıklanan kişinin İslâm hakkında, hele de son 15-20 yıldır yaptığı yorumlarla Müslümanlar arasında tartışılan ve soğuk bir ilgiyle karşılanan birisi olduğunu bizzat o şahıs da bilir..
Böyleyken, -cenaze namazlarının, -vasiyet edildiği bahanesiyle-, yetkili olup olmadığı bile bilinmeyen -sorgulanmayan kişilerce kılınması yolu açılırsa, bunun hoş olmayan gelişmeleri beraberinde getireceğini hatırlatmak isterim.
Hürmetlerimle..
*