Araya hafta tatili ve kongre girdiği için, Mustafa Alp Dağıstanlı’nın hatırını soramadım.
Mustafa beni üzdüğünü düşünüyor. Beni üzdüğüne de ayrıca “çok memnun olmuş...” (Kendisi teklifsizce “Ahmet” diye seslendiğine göre, ben de “Mustafa” diyebilirim. Bir Mustafa Mutlu’muz vardı. Bir Mustafa’mız daha oldu.)
Bir önceki yazımda, içinde “namus, ahlak, dürüstlük” geçen ifadeleri, o ifadelerdeki açık tahkir çabasını kınadığımı, hakkıma düşen “hakaretleri” aynen kendisine iade ettiğimi yazmıştım.
Bu da onu üzmeli...
Böyle bir “karşılığa” meydan verdiği için de utanmalı.
Daha önce de yazmıştım: Mustafa’nın beni “ahlaktan, namustan, zekâdan, dürüstlükten” sigaya çektiği yazısında temel itiraz noktasını, Murat Belge’nin “dememiş bulunduğu” laflar oluşturuyor.
Ne hakla adamın demediği lafları dercederek, “hüküm” çıkarırmışım! İşte kelamın sefaletiymiş bu; ahlaktan, namustan, zekâdan, dürüstlükten uzak bir yazarlık tutumuymuş!
Özetle bunları söylüyor “sempatik” polemikçimiz. (Evet, sempatiktir.)
Fakat, ya okumuyor, ya da okuduğunu anlamıyor.
Murat Belge’nin “dememiş bulunduğu” laflardan hüküm çıkarmadım.
Bilakis, hükmü, “demiş bulunduğu” laflardan çıkardım.
Kaldı ki, demiş olsaydı, bu sözlerin “darbeye karşı açık mücadele yolunu seçerim” olabileceğini ekledim.
Sempatik polemikçimiz bunu niye atlıyor?
Bir kez daha hatırlatayım:
Darbelerin ne kadar da berbat bir şey olduğuna bizleri inandırmaya çalışan ve inandıran, bir internet sitesine yaptığı “derleme-toparlama” açıklamasında da darbelere karşı vaktiyle nasıl kararlılıkla mücadele ettiğini hatırlatan Murat Belge, kendisiyle yapılan bir söyleşide irtica tehlikesine ordunun izin vermeyeceğini söylüyordu. Bunu bir “güvence”gibi sunmasa da, güvence gibi algılanmasına da itiraz etmiyordu.
İkincisi...
Darbelerin olası kötü sonuçlarına değinen aynı Murat Belge, yine kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Erdoğan otoriterleşmesini sürdürürse, birileri bundan yararlanarak darbe yapabilir” beyanında bulunuyordu.
Bu, elbette, “birileri darbe yapsın” demek değildir. Ama o “birileri” darbe yaptığında elimizde nur topu gibi bir “gerekçe” (Erdoğan’ın otoriterleşmesi) olacaktır ve bu da Murat Belge gibi düşünenlerin başarı hanesine yazılacaktır.
Mustafa, belli ki namustan ahlaktan, dürüstlükten, zekâdan payını fazlasıyla almış bir arkadaşımız...
Dürüstlük, namus, ahlak, zekâ, Murat Belge’nin “demiş bulunduğu” lafları da görmeyi gerektirmez mi?
Bunu neden görmüyor Mustafa?
Neden “Murat Belge’mi kimselere yedirmem” psikolojisine giriyor?
Başkalarında “problemli” bulduğu bir yazarlık yaklaşımını eleştiriyorsa, bu problemli yaklaşıma kaynaklık eden “durumu” (yani Murat Belge’nin kimi hallerini de) görmeli ve eleştirmelidir.
Ki, “İşte dürüst, namuslu, ahlaklı ve zeki bir yazarlık tutumu” diyebilelim.
Bunu diyemiyoruz.
Şunu diyoruz.
Mustafa Alp Dağıstanlı da, kimi “terbiye edici” eski Marksist ve liberal refikleri gibi, “namus, ahlak, dürüstlük, zekâ” sözcüklerini bol bol kullanarak, bu sözcükleri tekeline alarak, ötekinin “itibarına” vuruyor. Ve ayıp ediyor.
Hayır, elbette Mustafa’yı her zaman “konuşulabilir” ve sempatik bulurum. (Bana göre) kafa karışıklığıyla malul olsa da, yazdıklarını önemserim. Bu nedenle, “kıyıcı” olmamaya çalışırım, en azından buna dikkat ederim. (Bkz. Linkini verdiği eski yazılarım.)
Peki, Dağıstanlı niçin kıyıcı (benim ölçülerime göre “terbiye dışı”) bir dil kullanmayı tercih ediyor?
Bunun bir adım ötesinde, “Başbakan’ın kof mahdumu” demeyeceğinin garantisi nedir?
Efendice, edebi dairesinde tartışacaksak, tartışalım...
Üslubunu ve ahlakını bozacaksa, ona göre bir “vasat” bulalım...