Neden, bilmiyorum... Başlığı "Hasan abi" olan yazıları çok seviyorum. Bundan iki tanesini daha önce ben yazmıştım... Bu, üçüncü "Hasan abi" yazım olacak...
Hasan abiyi (yani Hasan Cemal'i) severim, görüşlerini önemserim, kitaplarını kayda değer bulurum. Aklıma gelmişken "Kimse kızmasın, Kendimi Yazdım"ı hatırlatayım... "Sol" ve "militarizm" ilişkisini kurcalamak isteyenler için eşsiz bir başvuru kaynağıdır. Aynı zamanda, Türkiye'de kendini "sol" sanan yapıların ve kişilerin, niçin bir tür "devlet solu" ya da "devlet solcusu" sayıldığına/sayılması gerektiğine ilişkin en sahici tanıklıktır. Mutlaka okuyalım, okutalım...
Peki, bu kadar sevdiğim ve değer verdiğim Hasan abide "nakısa" gördüğüm hususlar yok mu?
Olmaz mı?
Birincisi, "Kürt meselesi" konusundaki yaklaşımlarını benimsemem. Fazla romantik ve ithal ikameci bulurum. Bu meselenin çözümü konusunda bizi İspanya'larda, İrlanda'larda dolaştıran ve süzülmüş tecrübeler aktaran Hasan abinin, neden Türklerle Kürtleri kardeş (akraba) kılan vasata bakmadığını, bu vasatı denkleme dahil etmediğini bir türlü anlayamam. Bir meseleyi, eski Marksist alışkanlıklarla okuduğunuzda, o meseleyi tam anlamıyla okumuş olmuyorsunuz... Hazır kalıp yaklaşımlar, o meseleye "hiza ve istikamet" vermeye çalışmaktır ki, Hasan abi ve benzerleri farkında olmadan bunu çok sık yapıyor.
İkincisi, 28 Şubat sürecindeki tutumu...
Bir vakitler (haftalık bir dergiye verdiği röportajda) "darbe olursa dağa çıkıp mücadele ederim" diyen Hasan abi, 28 Şubat sürecinde düz ovada kaldı ve "Üst düzey bir general beni aradı, dedi ki..." türünden korkutucu yazılar yazmaya başladı.
Bunu kendisi de itiraf ediyor zaten: "Basın ve aydınlar olarak 28 Şubat'ta hiç iyi sınav vermedik..."
Bu görüşlerini, "Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu"nda da tekrarladı ve çok önemli şeyler söyledi.
Bu "çok önemli şeyler" arasında katılmadığım tek husus, Hasan abinin dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e atfettiği rol...
Hasan abiye göre, 28 Şubat'ta "açık darbe" ve "muhtıra" isteyen iki grup vardı... Açık darbe isteyenler başarısız olunca, sonradan (yani AK Parti iktidarı döneminde), "Sarıkız", "Ayışığı", "Balyoz", "Ergenekon" gibi yeni darbe tertipleri ortaya çıktı... "Açık darbe"nin önlenmesinde de Çankaya'nın rolü vardı. Asker nizamiyenin kapısından döndüyse, bunu Demirel'e borçluyduk.
Böyle miydi gerçekten?
Hasan abinin hususen "Demirel'i koruma" saikiyle kalkıştığını sanmıyorum ama "28 Şubat müdahalesi" açık bir darbeye dönüşmediyse, bunu "dokuzuncu" namıyla maruf Süleyman Demirel'e değil, Amerika Birleşik Devletleri'ne borçluyuz.
Neredeyse bütün darbelerin lojistik altyapısını hazırlamış Amerika, evet, Erbakan hükümetinin devrilmesini istiyordu ama açık bir darbeye karşıydı. Yani, parlamentonun kapatılmasını istemiyordu. "Ne yaparsanız, parlamento zemininde yapın" diyordu.
Bir anlamda yol gösteriyordu...
Hasan abi boş bir zamanında arşive girsin, dönemin Amerika Dışişleri Bakanı Albright'ın Türkiye'yle ilgili söylev ve demeçlerine baksın.
Demirel'in başarısı (!), medya desteğiyle, 28 Şubat'a bir "parlamento ve sivil toplum müdahalesiymiş" süsü vermekti.
Bunu hakkıyla yaptığını Hasan abi de inkâr edemez.