Düne kadar “cumhuriyet” fikriyatını “sevimsiz” göstermek için çabalayan “numaracı” arkadaşlar da cumhuriyetin bittiğini seslendirmeye başladılar.
Onlara göre “dinci bir rejim” kurulmuş.
Bunun en büyük kanıtı, “pastanede resepsiyon”muş...
Görgüsüzlüğü, zevksizliği, düpedüz sakaleti bundan sonra bu isimle (dincilikle) tanımlayacaklar herhalde.
Bir aşağılama sıfatı olarak “dinci”, eskiden, Deniz Som, Emin Çölaşan, İlhan Selçuk gibi isimlerin yazılarında arzı endam ederdi. Kullanım hakkı şimdi “liberal” görünümlü “seçkincilere” geçti. Hayırlı olsun...
Cumhuriyetin bittiğini yazan “liberal arkadaş”, hakkını yemeyelim, tercihinin “demokratik cumhuriyetten yana olduğunu” yazıyor ama birinci cumhuriyetten tevarüs eden hangi kötü alışkanlıkların, nasıl, ne şekilde, hangi enstrümanlarla dinci cumhuriyette devam ettiğini açıklamıyor.
Bazı lokantalarda içki servisi kaldırılmış, kadınlara mahsus plaj açılmış, klasik müzikten anlamayan dinciler operada mescit istemiş...
Bu mu?
Kastı, Ankara’daki cumhuriyet yürüyüşünün (yani muhayyel düşmana karşı düzenlenen “seferberliğin”) yasaklanmasıysa, bunun “dincilikle” bir alakası yok.
Bir lüzumsuz tedbir...
Bir devlet refleksi...
Bir bürokrat işgüzarlığı...
Keşke yasaklanmasaydı da, o biber gazlı sevimsiz görüntüler yaşanmasaydı.
Kim nerede yürürse yürür.
İster Birinci Meclis binasının önünde, ister İkinci Meclis binasının önünde...
İsterse Anıtkabir’e gider, mozoleye yüz sürer.
Gerçi, “İlle de Birinci Meclis binasının önünde yürümek istiyorum” diyenler, bir darbeyle Birinci Meclis’i ortadan kaldırmış, yerine bir tür “Halk Fırkası Konvansiyonu” kurmuşlardı ama yine de yürümeye engel bir arıza sayılmaz bu.
Liberal arkadaş cumhuriyetin bittiğini yazar da, Kemal Kılıçdaroğlu geri durur mu?
Kemal Bey’e göre, rejim ciddi tehdit altındaymış, “cumhuriyetin kazanımları” bir bir elden gidiyormuş.
Rejim dediği şeyin niteliğini sormayalım...
Dersim katliamını “devrimin koşulları içinde meşru ve olağan bir hadise” sayan kafanın rejimden şekva göstermeyeceği aşikâr...
Kemal bey bize elden gitmiş üç adet “cumhuriyet kazanımı”saysın.
Hangileri onlar?
Bu cümleden olarak, “değerlerimiz” arasında sıralanan Parvus Efendi’yi de “kazanım” hanesine yazabilir miyiz?
Nedir elden giden?
Herhalde “İçe kapanmacı otokrat rejim, eski vesayetçi alışkanlıklar, darbe yapma özgürlüğü” demeyecektir.
Bakın, dibine kadar cumhuriyetçi Attila İlhan ne diyor: “Bunların aydınlığı da, ilericiliği de, demokratlığı da aslında ‘İnönü cumhuriyeti’nin o totaliter seçkinciliğinden, onu hararetle savunmaktan ibaret. Rejimin adı cumhuriyet... Hakimiyet sözde milletin, gerçekte Milli Şef’in ve çevresindeki oligarşinin. Sağdan soldan en ufak bir kıpırtı oldu mu, balyozu kafasına yiyor. Bunun adı ilericilik. Gerçekte serbest seçimler yapılıp da, bunların güvendikleri dağlara kar yağınca yaygarayı basıyorlar: ‘İrtica geliyor! Cumhuriyet tehlikede’ Anlayıp dinlemeden, araştırmadan, hatta bilmeden üstelik...”
Demek ki neymiş?
Elden giden, cumhuriyetin kazanımları değil, tek parti faşizminin totaliter seçkinciliğiymiş.
Kemal Bey asıl şu soruya cevap vermeli:
Cumhuriyete bu kadar düşkünsünüz de, bizatihi Cumhuriyet demek olan “cumhur”un, yani Türk halkının inanç ve değer tercihlerine karşı neden bu kadar nobransınız?