PKK’NIN MR’INI ÇEKEN ÇALIŞMAYI YÖNETEN DOÇ. DR. SÜLEYMAN ÖZEREN ANLATTI
Doç. Özeren: Örgüte katılım gerekçeleri farklı olsa da ortalama aynı: PKK fakir aile çocuklarından oluşuyor. Örgüt yaşı genç, hayalkırıklığı yüksek. Dağda teröristler üç yıl yaşıyor, fırsatını bulan kaçıyor.
Türkiye 30 yıldır terör örgütü mücadele ediyor ama ne yazık ki PKK üzerine yapılmış çok sayıda bilimsel kaynağa sahip değiliz. Halbuki terör örgütüne karşı başarılı bir mücadele yürütmenin birinci gerek şartı, önce muhatabı iyi tanımak olmalı.
Bu kapsamda Polis Akademisi bünyesindeki Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Araştırma Merkezi (UTSAM)’nin yaptığı 'Terör Örgütlerinde Militan Kimlik İnşası ve Eleman Profili: PKK/KCK Örneği' başlıklıçalışma,terör örgütünün MR’ı niteliği taşıyor.
Çalışma,hem 2010-2012 yılları arasında 15 ilde gerçekleştirilen saha araştırmalarının, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde bin 50, göç alan illerde bin 13 kişiye yürütülen anketin hem de 2 bin 270 PKK-KCK üyesine ait özgeçmişin, ifade tutanaklarının ve resmi kayıtların sistematik analizini içeriyor.
Bizzat PKK’lıların hikâyeleriyle birlikte, PKK’nın etki altına almaya çalıştığı toplum kesimlerindeki PKK algısını da ortaya koyuyor.
PKK’nın sosyolojisini, yönetim stratejisini, örgüte eleman temininde kullanılan propaganda yöntemlerini, kırsaldan kentlere inen terör örgütünün demokratik özgürlük alanlarını nasıl suistimal ettiğini, sivil toplum örgütü görünümlü yerlerin örgüte hizmet ettikleri alanlarını, kandırılan gençleri ve daha pek çok detayı Polis Akademisi öğretim üyesi Doç. Dr. Süleyman Özeren ile konuştuk. Özeren’in ortak çalışmalar dışında “Terörizm Paradoksu ve Türkiye” adında bir kitabı bulunuyor.
2 yılda 15 ilde yüz yüze görüşmelerle ve iki binden fazla örgüt mensubunun dosyasına tek tek bakarak bir çalışma yaptınız, PKK’nın MR’ını çektiniz. Bildiğinizden farklı ne gördünüz PKK’da?
Son yıllarda örgüte katılımlar hep Kandil, örgüt, ideoloji, Öcalan eksenli değerlendirildi. Halbuki bireyleri örgüte iten ve katılımda etkili olan bireysel faktörler geri planda tutuldu ya da hiç konuşulmadı. Dolayısıyla hem örgüt gerçeklerini gören hem örgütle ilgili algıyı ölçerek gerçekle algıları karşılaştıran bir çalışma bu. İlginç bulgulara ulaştık. Mesela örgüt mensuplarının yüzde 87’sinin örgütte akrabası yok, olanların oranı yüzde 13. Ama halkın algısında kendisi örgütteyken akrabası da örgüttedir düşüncesi yüzde 58. Örgüt mensupları yüz yüze yaptığımız mülakatlarda da ifade ettiler, kendileri örgütteyken dağdayken ailelerine sakın gelmeyin örgüte diyorlar. Hatta, doktor ve mühendis kardeşi olduğunu söyleyen bir örgüt mensubu “Ben, ağabeyim örgütte olduğu için dağa geldim, onu bulmak için çok uğraştım, bulamadım. Aynı şeyin kardeşlerimin başına gelmesini istemem” dedi.
KADINLARIN HAYALKIRIKLIĞI DAHA FAZLA
Bu neyi gösteriyor?
Örgüt mensuplarının kendilerine anlatılan ya da zihinlerinde kurdukları hayal ettikleri zannettikleri örgütle karşılaştıkları örgütün birbirinden çok farklı olduğunu gösteriyor. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. Bu, kadınlarda daha fazla. Örgüte katıldıktan sonra örgütten ayrılan kadınların yaş ortalaması daha düşük. Örgüte özgürleşmek için katılan kadın, tam tersine araç haline geldiğini fark ediyor.
ÇOĞUNLUĞU FAKİR AİLE ÇOCUKLARI
PKK sosyolojik olarak nasıl bir örgüt?
Terör örgütünün eleman profili ilk çıkışından buyana çok değişmiş görünmüyor. 12 Eylül 1980 darbesinden itibaren katılan profille bugünkü profil arasındaki en önemli fark katılım yaşının biraz düşmüş olması. Özellikle iş, eğitim ve ailelerin ekonomik durumu aynı. Hala fakir aile çocukları örgüt mensubu. Yüzde 70’in üzerinde de kendileri işsiz.
Geçmişte devletin hataları nedeniyle örgüte katılıyorlardı, bugün devletin geçmişteki hatalarının hikayeleriyle, ikincil travmanın etkisiyle örgüte katılıyorlar. Bölgeye sık gidiyoruz, ilçeleri geziyoruz. Hakkari’deki devlet hastanesiyle Ankara’daki devlet hastanesi arasında fark yok. Devletin bu bölgeye yaptığı yatırımlar, hükümetin politikaları bölgede karşılık buluyor ama asıl uzun vadede bulacak.
SON İKİ YILDA ÖRGÜTE KATILIM DURDU
Hangi gerekçelerle şartlarla katılıyor gençler örgüte?
İçindeki bulundukları şartların iticiliğiyle ve örgütün etnik temele dayalı propagandasıyla. Katılımda tek faktör etkili değil aslında. Ailevi sorunlardan etnik kimlik bilincine, statü ve aidiyet arayışından, içinde yaşanılan sorunlardan kaçışa kadar pek çok faktör etkili olabiliyor katılımda. Bir anlamda bireyin içinde yaşadığı sorunlara örgüt çözüm adresi olarak kendisini gösterirken bireyler için örgüt statünün, çözümün ya da kaçışın adresi olabiliyor.
Hala katılım var mı?
Genç katılım sıfıra inmedi ama son iki yıldır dikkate değer bir şekilde azalmış durumda. Bu, daha önce görülmemiş bir şey. Devletin bölgeye yaptığı yatırımlar ve demokratikleşme için atılan adımlar, bireylerin yaşam kalitelerinin artırılması, ama birey odaklı kazanma anlamında yapılan çalışmalar meyvelerini vermeye başladı. Bu süreçte bekli de dönüm noktalarından biri de KCK’ya yönelik yapılan operasyonlardı. Bu operasyonlar zannedildiğinin aksine katılımı azaltan bir etki yapmıştır. Tabi çabaları uzun vadede sonuç getirecek.
KIRSALDAKİ EĞİTİMİ KCK İLE ŞEHİRLERE TAŞIDI
PKK üniversiteli gençler tarafından sol-sosyalist bir örgüt olarak Ankara’da kuruldu, Kürtlere rağmen ve Kürtlere karşı silahlı faaliyet gösterdi ama 80’ler ve 90’lar boyunca devletin hataları nedeniyle örgüte kırsaldan, çok küçük yaşlarda katılımlar oldu. Zorunlu göçle şehirlere göçen ailelerin çocuklarının katılımıyla bugün yeniden kentlileşen bir sosyolojiye mi sahip örgüt?
Evet ama bugün için kentli diyemeyiz, kentlileşmeye çalışıyor. KCK ile örgüt yapılanmasını kentlere kaydırmaya çalışıyor. Eskiden elemanlarını kırsala götürür ideolojik eğitimlerini kırksalda verirdi. KCK ile birlikte açılan “Siyaset Akademileri” ile kırsaldaki eğitimi şehirlere taşıdı. Aslında doğal sürecinde Türkiye’deki kentlileşme oranı ile paralel bir değişim var. Ama sizin de belirttiğiniz gibi göçler örgütün doğal eleman kaynağı insan kaynağını sağlayan dinamikleri oluşturmuş. Ancak geçmişle bugün arasında önemli farklar da var. Eskiden örgüt eleman bulmakta zorlanmıyordu şimdilerde ise Hükümet ve devletin doğru politikalarını yeşertmeme veya demokratikleşme adına atılan adımları kendi kazanımları olarak gösterebilmek için eylem yapıyor.
LİDER KADRO DEĞİŞMEDİ, YAŞLANDI
Alttaki sosyolojik değişim lider kadrosuna yansıdı mı?
Hayır, orada da bir değişiklik yok. Hemen hiç yenilenmedi. Sadece kırsal kadroda yönetici pozisyonunda bulunan bazı önemli isimler değişti. Bunun dışında çekirdek kadro varlığını hep korudu. Bu tür örgütlerin lider kadrosu genelde dinamiktir ama Öcalan ve arkadaşları olarak nitelenen Ankaralılar grubu değişmedi, aynen devam ediyorlar. Yaşlılar. PKK lider merkezli bir örgüt olduğundan dolayı liderlik merkezinin kaymaması için çaba gösterdiler. Bu kadronun uzun yıllar varlığını sürdürmesi, örgüt kadrolarındaki statülerini de güçlendirdi. Örgütün kuruluşundan bugüne Öcalan örgüt üzerindeki liderlik etkisini güçlendirerek sürdürdü. Öcalan ikincil yöneticiler olarak belirtilebilecek çekirdek kadroyu birbirleri üzerinde tahakküm kuramayacak şekilde güçler ayrılığı prensibiyle şekillendirdi, çekirdek kadro da bu durumu kendi varlıklarının ve etkilerinin devamı için kullandı. Örgütte lider kadrosunun değişmemesinin örgüt sosyolojisi açısından temel nedeni budur.
IRA’DA VE ETA’DA LİDER DEĞİL KONSEY VAR
Bütün terör örgütleri böyle değildir ama değil mi?
PKK ile mukayese edilen örgütlerde bu tarz bir durum söz konusu değildir. Örneğin IRA’da konsey vardır. Tek lider yoktur. Aynı şey ETA’da da vardır. Ancak Tamil Kaplanları ve Aydınlık Yol’da lider yönetici konusu PKK ile benzerlik gösterir, Aydınlık Yol’da Abimael Guzman “Değişmeyen Başkan veya Marksizmin Dördüncü Kılıcı” olarak tanımlanırken, Tamillerin kurucusu Prabhakaran “Kurucu Genel Başkan” olarak nitelendirilmiştir. Aynı zamanda bu iki örgütte de çekirdek lider kadrolar yer almaktadır. Terör örgütlerinde liderlik konusu gündeme geldiğinde PKK’yı Aydınlık Yol ve Tamillerle mukayese etmek doğru bir tercih olacaktır.
KİMLİK İNŞASI ÖCALAN FİGÜRÜ ÜZERİNE
PKK’daki bu lider oluşumun böyle olmasının nedeni ne?
Birçok neden var. Örneğin geçmişte nokta operasyonlarının olmaması bir neden olabilir. Geçmişin güvenlik bürokrasisi lider kadroya yönelik bir operasyon düşünmemiş ki bu aslında ilginç bir durum. Yine lider kadronun kendilerine alternatif tüm kişi ya da görüşleri acımasızca yok etmeleri olabilir. Diğer yandan örgütsel açıdan PKK, eleman temininde ve örgütsel kişilik kimlik inşasında Öcalan figürünü öne çıkardı. Önderlik üzerinden kimlik inşası yapıldı. Bunun bozulmaması gerekiyordu örgüt açısından, bütün çalışmalar buna yönelik yapıldı. Yani Öcalan örgütü kullanırken bugün örgütte Öcalan üzerinden örgütsel birlikteliği sağlıyor. Kazan-kazan yani. Bu sistemde örgütün lider kadrosu Öcalan’ı, Öcalan’da lider kadroyu karşılıklı olarak kullanıyorlar, aslında bu tarz bir sistemde çıkarlar birlikteliği olduğu için çok önemli bir kırılma yaşanmadıkça Öcalan ile örgüt yönetimi arasında bir ayrılık olacağını beklemek sanırım yanlış bir beklenti olacaktır. Zira örgüt tüm eylem ve varlık alanını Öcalan üzerine inşa etti. Öcalan’da bu durumdan önemli ölçüde faydalandı ve kendisi için güçlü bir statü alanı oluşturdu…
ÖCALAN KURUYOR, KANDİL GELİŞTİRİYOR
Örgüt içinde Öcalan’ın liderliği kararları hiç sorgulanmadı mı?
Bu çok önemli. Bir örgüt mensubu ile yaptığımız mülakatta şunu söyledi: “Ben” dedi “örgüte ilk katıldığımda büyük heyecanla gittim. Okumalara başladık ve sadece Öcalan’ın çözümlemelerini okuduk. İlk sorguladığım bu oldu. Öcalan’dan başka kimse yok mu, diye”. Bütün örgütlerde bu vardır. 90’larda sosyalist bloğun çökmesiyle ve Marksist ideolojinin başarısızlığının tescillenmesiyle birlikte doğan boşluk lider kültüyle, önderlikle doldurulmaya çalışıldı. Örgüt, eleman temininde de örgütün birlikteliğini sağlamak için de bugün Öcalan’ı kullanıyorlar. Kendi aralarında da Öcalan’ı kullanıyorlar, bazıları bunu güç kavgası diye yorumluyor ama ben katılmıyorum, bir rol paylaşımı bu. Öcalan’ın kararlarının sorgulanması konusunun gündeme gelebileceği bir örgüt kültürü bulunmamakla birlikte sorgulama yerine pratikteki uygulamalarda bazı farklılıklar yaşandı… Ancak görüyoruz ki stratejiyi belirleyen ve bu strateji dahilinde nasıl örgütlenileceğini gösteren Öcalan olmuştur… Örgüt yönetimi de Öcalan’ı okuma, onun açıklamalarını değerlendirme konusunda farklı bir taktik geliştirdi, Öcalan’ın demokrasi adına yaptığı açıklamaları vitrin sözler olarak görüyorlar, ancak Devrimci Halk Savaşı gibi stratejik nitelikteki açıklamalarını kısa sürede yapısal bir oluşuma çevirmeye çalışıyorlar… Yani Öcalan bu süreçte bir yandan örgüte can suyu taşırken bir yandan da demokrasi söylemiyle meşruiyet alanı oluşturmaya çalışıyor… Durum böyle olunca örgütte sorgulama riskine girmek yerine pratik uygulamalarla gidişatı şekillendiriyor…
ÖCALAN’IN ÖLÜMÜ BÖLÜNME GETİRİR
Peki, Öcalan’a emri hak vaki olduğunda ne olacak?
Bu tür lider merkezli örgütlerde lidersizlik bir kaos ve bölünme getirir. Ama Öcalan merkezli tartışmaya saplanma yanlışına düşülmemelidir bence.
ÖRGÜTE KATILDIKTAN SONRA EN FAZLA 7 YIL YAŞIYORLAR
Örgüte dönelim. PKK’nın katılım yaşının çoğunlukla 15-21 olduğunu bulguladınız. Peki, örgütün yaş ortalaması ne?
Örgütteki militanların yaş ortalamasına baktığımızda yüzde 79’unun 25-34 yaş arasında olduğunu görüyoruz. Genç yaştaki katılım oranı dikkate alındığında katılımın önüne geçilmesi durumunda yaş ortalaması da artacak, örgüt yaşlanacaktır.
Ömür ortalaması nedir?
Dağda teröristlerin yaşam süresi ortalama 3 yıl ama bu kadınlarda 7 yıla kadar çıkabiliyor. Ama tabi bu yöneticiler için böyle değil. Son dönemde yapılan nokta operasyonlarda Van kırsalında öldürülen ve lider kadroda yer alan bir örgüt üyesi 27 yıldır örgütteydi. Yani lider kadar daha uzun yıllar örgütte konumlarını devam ettirebiliyorlar.
İLK FIRSATTA KAÇAN ÇOK İNSAN VAR
Bir PKK’lının dağda en fazla 7 yıl yaşayabildiği bir ortalamadan bahsediyoruz. Daha ne olduğunu, ne yaptığını anlamadan diyelim ki 18 yaşında örgüte katılan, dağa çıkan bir gencin 21 yaşında ölmesi demek bu, ne yazık ki. Hepsi çatışmada ölmediğine ve yaz-kış dağ şartlarında yaşadıklarına göre, nasıl bir hayat var orada, yaralı ya da hasta bir PKK’lının tedavisi mümkün mü?
Özellikle son dönemde dağda çok zor şartlarda yaşıyorlar, onlara hikâye edilen dağ ile gittiklerinde buldukları dağ arasında dağlar kadar fark var. O yüzden de dağdan kaçış çok fazla. Fiziki şartların zorluğunu birçoğu belki öngörerek gidiyor fakat fiziki şartlar yaşam zorluğu dışında örgütün kendilerine ideolojik açıdan çizdiği dünyayı da orada göremedikleri için oradan ilk fırsatta kaçan çok insan var. Ancak kırsal kadroya örgüt, “Sizler bu halkın kahramanısınız, savaşçılarsınız” tarzı motivasyonları yoğun şekilde uyguluyor ve eylemselliği dinamik tutarak örgüt üyelerinde kimlik inşasını güçlendiriyor…
HER EVDEN BİR KİŞİ YA ZİNDANA YA MEZARA
Örgüt kendi mensuplarının hayatlarını, sağlıklarını, mutluluklarını önemsemiyor mu? Yani bir ideoloji kuran, anayasa hükmünde kendince bir sözleşme metni yazan ve bir devlet kurma hedefiyle yola çıkan PKK teoride söylediğini pratikte ne kadar yapıyor?
Kesinlikle elemanlarını önemsemiyor örgüt. Zaten lider kadronun bu kadar zaman orada kalmasının bir nedeni de bu. Son Şemdinli eyleminde örgüt üyelerine verdiği talimat buydu: Dönmeyin, ölün orada, dendi. Bu da şunu gösteriyor. Daha çok Maoist örgütlerde Aydınlık Yol’un kendi üyelerine dediği gibi yüz binler ölsün ama lider kadronun talimatları bir şekilde yerine getirilsin gibi bir anlayış var. İdeolojilerinde tanımladıkları Kürtlerin hayatlarını, yaşam kalitelerini de önemsemedikleri gibi elemanlarınınkini de önemsemiyorlar ve insanları kendi liderlik çabalarının malzemesi haline getiriyorlar. Öcalan ve örgüt yönetimi “her evden bir çocuk ya mezara ya zindana” sistemini oluşturmaya çalışmışlardır. Bu durum örgüt üyelerine verilen değeri göstermektedir. Yani örgüt için en iyi gerilla ölü gerilla en iyi direnişi cezaevindeki direnişçi gibi bir algı oluşturuluyor… Zaten örgüt üyelerine yaşarken değer verilmezken veya sembol haline getirilmezken öldüğünde rol modeli olarak sunuluyor. Zeynep Kınacı bunun en net örneğidir. Son dönemde çünkü ciddi kayıplar var ama verilen talimatlar ölün şeklinde oldu. Bu örgüt kurulduğu dönemden itibaren Kürtlerin kanı üzerinden var olmuş ve var olmaya çalışan bir örgüt. Bugün de lider kadro kendi konumlarını ölen teröristler üzerinden devam ettiriyorlar. Zira her ölüm PKK’nın Kürtlerle devleti ayrıştırma politikasına da hizmet ediyor. Yola çıkan bir PKK’lı askeri şehit etse de, kendisi ölse de örgüt bundan kazançlı çıkıyor. Acıyı her Kürt aileye yaymaya çalışıyorlar, her Kürt evinden bir ölü istiyor PKK, böylece herkesi devlete düşman yapmayı amaçlıyorlar.
İNFAZ EDİP DAĞLARA GÖMÜYORLAR
Öldüklerinde o cenazeler bir şekilde Türkiye’ye ailelere gönderiliyor mu yoksa dağlarda mezarlıklar var mı?
Dağlarda kendilerine göre mezarlıkları var. Sadece operasyonlarda ya da hastalıkla ölümler değil, mesela kişi itiraz ediyor ya da örgütten ayrılmak istiyor ya da kaçmak isterken yakalanıyor ve ifadesi alınıp infaz ediliyor, oraya gömülüyor. Ama onların ailelerine örgüt çocuklarının falanca çatışmada öldüğünü söylüyor. Bir anlamda hem örgütsel birlikteliği ölüm tehdidiyle sağlarken diğer yandan aileye, devletin çocuklarını öldürdüğü ifade edilerek ailelerin devlete nefret ve kin duymalarına yol açıyor, bir nevi kan politikası üzerinden varlığını güçlendiriyor.
ÇOCUKLARI SOKAKLARDA TUTMAK İSTİYORLAR
Abdullah Öcalan savunmasında 15 bin kişi infaz edildi demişti. Bu rakam ne kadar doğrudur?
Öcalan’ın söylediklerine dikkatle yaklaşmak lazım, örgütte ciddi rakamlarda infazlar da yapılmıştır ama o rakam biraz fazla geldi bana. Geçmişte devletin hataları yüzünden gençler koşa koşa gidiyorlardı, şimdi örgüt katılım sağlamak için çok ciddi çalışmalar yapmak zorunda kalıyor. 90’lardaki köy yakmalar faili meçhuller dilden dile nesilden nesile aktarılarak ikincil bir travma yaratılıyor. Ya da olaylar abartılarak anlatılıyor. Çocukların kandırılmasından bahsediyorum. 12-15 yaş arasındaki çocukların kararlarını nasıl aldıklarını, bunun değişkenliğini iyi biliyorum. O yaşta örgüt propagandasından etkilenen bir çocuğun dağa gitme kararı alması ama geri dönememesi gibi bir durum var. Devletin hükümetin iklim yumuşatıcı politikalarından gençler etkilenmesin diye değişik yöntemler deniyorlar: Terörist cenazelerinin gelmediği bir zamanda 2009-2010 arasında belli şehirlerde çok önceden 90’larda öldürülen teröristler için taziye çadırları açtılar mesela, sırf yaralar açık kalsın, halk etkilensin, intikam duygusu oluşsun, örgüte katılım olsun diye. İkinci travma dediğimiz bu. Çocuklar okullarda değil sokaklarda tutularak insan kaynağı diri tutulmaya çalışılıyor. Taş atan çocuklar için sokaklar örgüte katılımda antrenman yerleri gibi. Bu, taş atma, Molotof atma, el yapımı bomba atma sonrasında başka ateşli silaha kadar giden bir radikalleşme süreci aslında.
POLİS PEŞİNİZDE, KAÇIN DAĞA ÇIKIN DİYORLAR
Örgüte katılımda cezaevleri staj yerleri gibi bir işlev görmüyor mu?
Örgütün son dönemde şöyle bir strateji uyguladığını görüyoruz. İnsanları şehirlerdeki eylemlere toplumsal olaylara götürüyorlar ve sonrasında polis sizi tanıyor, artık peşinizde, her an yakalanabilirsiniz diyorlar. O zaman o kişi dağa kırsala gitmeyi çare gibi görebiliyor. Bu şekilde katılan çok insan var. Tutuklanması durumunda da benzer bir süreç yaşanıyor. Diyelim ki mahkeme tutuksuz yargılamaya karar verdi, yine seni dağa götürelim deniyor. Cezaevlerinde de örgüte itaat süreci devam ediyor. Yine son dönemde dikkatimizi çeken örgütün Avrupa’daki faaliyetleri var. Avrupa’daki Kürt kökenli toplum bugün örgütün hem eleman kaynağı hem de finans kaynağı durumunda. Dolayısıyla örgütün eleman temin noktasında geniş bir kaynak listesi olduğu da bir gerçek.
PKK HAKKARİ’DE TV KUMANDALARINI DENETLİYOR
Türkiye eski Türkiye değil. Kürt meselesinde çok yol alındı, iklim değişti. Bunu Hakkari’nin bir dağ köyünde yaşayanlar da fark ediyor, duyuyor görüyor, hissediyor. Hal böyleyken PKK hangi araçları kullanarak, hangi cümleleri kurarak yapıyor propagandasını?
Küreselleşmenin bir sonucu olarak kitle iletişim araçlarını kullanıyor. Yaygın anlamda televizyon, internet ve yerel düzeydeki yayınlarıyla propaganda yapıyor. Bunlar kadar etkili kullandığı bir diğer unsur da örgüte eleman temininde örgüt adına çalışan insanlar. Örgüte yakın ya da örgütten insanlar mahallelere gidiyorlar, arkadaş çevrelerine giriyorlar, okullarda faaliyet yürütüyorlar, çocuklara gençlere sürekli örgüte katılmaları yönünde telkinde bulunuyorlar. Yine Roj Tv’nin- şimdi Newroz ve Sterk Tv var- örgüte katılma anlamında gençler üzerinde çok etkili olduğunu görüyoruz. Roj Tv’de saatlerce dağlarda idealize edilmiş “gerillalar” gösteriliyor, marşlar vesaire yayınlanıyor ve çocuklar bir psikologun ifade ettiği gibi onları bir anlamda “He-Man” gibi görüyorlar. İdealize edilen, yüceltilen bir gerilla figürü var, onların aslında nasıl bir hayat yaşadıklarını görmüyor ama etkileniyorlar. O yüzden dağın ardına tekrar bakmak ve bunu farklı bir açıdan göstermek istedik.
Örgüt Kürtlere başka kanalları izlemeyi yasaklıyor. Örneğin Hakkari’de bir Kürt aile tv sıralamasının üst kısmına bile TRT ŞEŞ’i koyamıyor. İzleyen olursa onlar örgüte ispiyonlanıyor ve ciddi baskıya maruz kalıyorlar. Böylece tek taraflı beslenme sağlanıyor.
PKK ili ilgili yaptığınız bu çalışma ve hatta yaptığımız şu konuşma psikolojik algılar nedeniyle yine PKK’nın pis bir terör örgütü olduğuna, Kürtlerin hakları ve iyiliği için değil kendi varlığını korumak için insan öldüren kendi çocuklarını yiyen kanlı bir aygıt olduğuna inananların inancını pekiştirecek. PKK’ya inanan, ona hayatlarını adayan insanlara ulaşmayacak. Bu, nasıl aşılacak peki?
Yaptığımız bu çalışmayı kamuoyunu bilgilendirmek için çıkardık ama yaptığımız görüşmeleri ve PKK’lıların hikayelerini ayrıca kitap olarak yayınlayacağız. O zaman bunu okuyanlar, dağa imrenerek bakan, idealize edenler de, hatta PKK’lılar da hikayelerin ve dağın diğer yüzünü de görecekler. Bununla birlikte gerek terörle mücadele birimlerine gerekse bölgeye farklı ses ve soluk getirme arayışında olan, halkın içinde onların sorunları ile birebir temas halinde bulunmak isteyen STK’lar vasıtasıyla bu ve benzeri nitelikteki çalışmalarımızı bölge halkına onların algı dünyasına göre aktarmaya çalışıyoruz…
EDİ BESE EYLEMİ ZAPATİSTALARDAN APARTILDI
80’lerde eleman sıkıntısı çekerken örgütün her aileden bir çocuğu zorla aldığı biliniyordu. Örgütle duygusal bağ kurulsun, devlete karşı intikam duygusu oluşsun diye şimdi de her Kürt evinden bir ölünün çıkmasını sağlamak istediği biliniyor. Siz çalışmada örgütün eleman edinirken Tamil Kaplanları gibi zor kullandığını ifade ediyorsunuz. Bunu şimdilerde nasıl yapıyor PKK?
Yine benzer bir durum var, özellikle kırsalda ve kalabalık ailelerde yapıyorlar bunu. Örgüte katılımlarda ilginç bulgulardan biri de bu. Örgüte katılımlarda bireylerin çoğunluğunun 7 veya daha fazla kardeşi var. Mezralarda kırsalda çok çocuklu ailelerden örgüt zorla çocukları götürüyor. Tamil Kaplanları da tsunamiden sonra özellikle ailesiz çocukları -7-8 yaşlara kadar inmişlerdi- alıp götürüyorlardı. Bu yönüyle PKK onları örnek almıştır ama başka terör örgütlerini de taklit ediyor. Mesela Meksika’da Zapatista hareketi var, Öcalan 2003’te “bunlar barış yürüyüşü diye bir şey yapmışlar siz de yapın aynısını” şeklinde ifade ediyor. Yine serhildan eylemlerinde kullandıkları “EdiBese” eylemi Zapatistaların “Ya Basta” eyleminden alınmıştır. İkisi de aynı şey, ikisi de “yeter artık” demek zaten. Yani sloganlarda da ithal bir yaklaşım var.
Günlük doğru dürüst gazete bile okuyamıyor diye şikayet ediliyordu, Öcalan nasıl haberdar oluyor dünyanın bir ucundaki bir eylem formundan?
Belli yayınlar aracılığıyla, avukat görüşmeleriyle haberdar oluyordu. Öcalan’ı avukatları besliyordu.
SİYASET AKADEMİLERİ, EDEV’LER PKK EĞİTİMİ İÇİN
Türkiye demokratikleşiyor, özgürlük alanları genişliyor ve PKK bundan faydalanarak etki alanlarını genişletmiyor mu aslında, RojTv dışında da araç kullanmıyor mu PKK?
Demokratikleşme süreçlerinde terör örgütleri eylemlerini arttırır. Bu demokrasinin terörü azdırdığı anlamına gelmez. Örgütler demokratikleşme süreçlerini sekteye uğratmak için eylemlerini artırırlar. KCK yapılanması demokratikleşen Türkiye’de örgütün tabela değişikliği ve söylemler düzeyinde vitrin süslemesi idi. Ama KCK ile yeni bir sürece girdi PKK. Örgütün lider kadrosunun KCK’yı nasıl tanımladığı üzerine bir çalışma yaptık, orada Öcalan KCK için “KCK silahlı bir örgüttür” diyor. Örgüt KCK ile ne yapmak istediğini söyleyerek cevaplayayım sorunuzu. PKK bir kırsal örgüttü. KCK yapılanmasıyla örgüt hem kırsalda olan hem de kent merkezlerinde yapılanan silahlı bir örgüte dönüşmeye çalıştı. Şehirlerde de farklı yollarla propaganda yaptı. Bunların başında eğitim destek evleri adındaki EDEV’ler, Özgür Yurttaş Dernekleri gibi bazı BDP’li, yerel yönetimlerin finanse ettiği yapılar geliyor. Buralarda çocuklara güya üniversiteye hazırlık dersleri verildiği söyleniyor ama maalesef öyle değil. Gençler orada ideolojik eğitimden geçirilip kırsala gönderiliyordu. Aynı şey “Siyaset Akademileri”nde de yapıldı. Bunlar legal görünüm altında ideolojik hatta bazı yerlerde silahlı eğitimlerin verildiği KCK operasyonlarıyla ortaya çıktı. Yani örgüt kırsalda verdiği eğitimi KCK ile kent merkezlerinde vermeye çalıştı.
ÖZGÜRLÜK-GÜVENLİK DENKLEMİ NASIL KURULACAK?
Evet, ama buradaki nirengi noktası güvenlik ve özgürlük dengesinin nasıl kurulacağı. Yani Türkiye demokratik bir ülke olarak vatandaşlarının sivil örgütlenme ve mekanlarda bir araya gelme özgürlüğünü tanımakla mükellef. Ama biliyoruz ki PKK bu özgürlükleri istismar eden bir terör örgütü. Bir “uluslar arası güvenlik uzmanı” olarak söyler misiniz ayrım nerede nasıl yapılmalı?
Demokrasilerde özgürlük temeldir, bu özgürlüğün sınırını ise hukuk belirler. Çok kişi buna özgürlük güvenlik dengesi der ama ben özgürlük güvenlik denklemi diyorum. Çünkü insanlar anayasanın verdiği özgürlüklerini sonuna kadar kullanmalı ama özgürlükler öldürmek için başkalarının hayatlarını tehlike atmak için ya da başkalarının özgürlüklerini sınırlamak için kullanılamaz. Bugün basın için de geçerli bu. Bugün KCK’dan tutuklu olan basın mensupları için de geçerli. Onlar gazetecilik yapmıyorlardı. Adeta örgütün postacısı habercisi gibi davranıyorlardı. Mesele bir terör örgütü mensubuyla röportaj yapma meselesi değil, terör örgütü için bilgi getirme götürme var. O özgürlük alanı baştan sınırlanmıyor, sınır aşıldığında, suç teşkil ettikten sonra güvenlik güçleri ve yargı devreye giriyor. Yani özgürlük, suç işleme ve hukuku çiğneme hakkı vermez bireye; ama sınır aşıldığında da hukuk çerçevesinde gereken yapılmalıdır.
AİLELER ÇOCUKLARINI ENGELLEYEMİYOR
Ailelerde de aslında bir çaresizlik var. Diyelim ki geçmişte aileden birileri devlet zulmüne uğradı, birileri PKK’ya katıldı, dağda öldü, hapse girdi, aile göç etmek zorunda kaldı… bir sürü acı hatırası olan ama çocuklarının dağa gitmesini önlemek istese de önleyemeyen aileler de var. Onlara ne önerirsiniz?
Çalışmamızda ortaya çıktı ki, anne babalar çocuklarının örgüte katılımında çok büyük oranında etkisiz. Yani örgüte katılımın olduğu toplumsal katmanlarda aileler sorunun çözümünde etkili olamıyorlar. Burada görev devletin ilgili kurumları kadar sivil toplum örgütlerine düşüyor. Bilinçlendirmede ise anneler kilit konumda. Kadına sahip çıkılması ve bilinçlendirilmeleri bu süreci olumlu anlamda tersine çevirecektir. Ama bu uzun vadede sonuçları alınacak bir çabayı gerektirir. Bu bölgelerimizde zannedildiğinin aksine kadının çocukları üzerindeki etkisi farklıdır. Her ne kadar kadın toplumda ikincil olarak görülse de çocukları üzerinde özel bir etkiye sahiptir. Dolayısıyla kadının toplumdaki konumu yükselirse etkileri de artacaktır.
Aslında örgüte katılımda son kararı örgüt veriyor. Bu en başında itibaren propaganda sürecinden başlayarak böyle. Bir birey ben örgüte katılmak istiyorum dediğinde pat diye kabul edilmiyor. Önce bir eğitime alınıyor, radikalleşme sürecinden geçiriliyor, kişinin kimliği sıfırlanıyor, örgüt kimliği inşa ediliyor. Örgüt, birey odaklı çalışarak eleman kaynağını canlı tutuyor.
Bu ne kadar mümkün? Robottan değil insandan bahsediyoruz, tam bir doldur boşalt nasıl olur?
Psikolojideki grup dinamiği olgusu bu süreçte çok etkili bir şekilde kullanılıyor. Kişinin var olan aile, anne-baba, din, toplumsal değerleri sıfırlanıyor, kimliği bir değirmende öğütülür gibi öğütülüp yeni bir kimlik inşası gerçekleştiriliyor. Bu süreçten geçenler artık bütün dünyayı örgütün bakışıyla görüyor, örgütün yanlış-doğru tanımlamalarıyla çevresini ve olayları algılıyorlar. Dolayısıyla mümkün, zaten sonuçlarını da görüyoruz.
ÖRGÜT DTK İLE TOPLUMU ELİNDE TUTMAK İSTİYOR
Örgüte katılan ya da dağa-kırsala kabul edilen, yani ölmeye öldürmeye layık bulunan herkes mankurtlaşmış, “örgüt açısından istenen mükemmelliğe” ulaşmış mı oluyor?
Bu süreci örgüt gözlemliyor ve buna göre de kişiler farklı eylemlerde kullanılıyorlar. Örneğin intihar eylemine gönderilecek kişilerin seçimlerinde kişisel özellikler, eylemin niteliği, hedef, zamanlama gibi konular önemli. Yani kişinin alanda eylemde kullanılacağına bağlı olarak değişiyor.
Ailelerle öneri sorusu zor bir soru: ailenin elinde olsa zaten göndermeyecek çocuğunu. Her şeyi devletten, örneğin aile ve sosyal politikalar bakanlığından ya da diğer kurumlardan beklemek de doğru değil. Sivil toplumun daha etkili olması lazım ama bu bölgede sivil toplum çalışmalarının bölgenin kılcallarına indiğini söylemek de zor. Bununla ilgili çok ciddi çabalar var ama önemli bir boşluk da var, çocukların gençlerin toplumun kaybedilmemesi için bu ihtiyacın mutlaka karşılanması lazım. Bu da devletin değil sivil toplumun yapması gereken bir şey ve doğuda ve güneydoğuda böyle güçlü bir sivil toplum yapısı yok. Buna rağmen biz gösterilen çabaların kısa zamanda sonuçlarını alacağını düşünüyoruz.
Ama sivil toplum yapılanması anlamında bugün PKK’nın etkili olduğunu görüyoruz. Çocuklara gençlere kadınlara imamlara kadar örgütsel yapısını tamamlamış bir örgütten bahsediyoruz. Fakat burada şu var. Tüm sivil toplum kuruluşu adı altındaki yapılanmalarını kurdukları DTK’nın çatısı altında topladılar. Buradaki amaç çok sesli yapının sesinin daha güçlü çıkmasını sağlamak değil tek sese teslimiyetini sağlamaktı. Örneğin yaptıkları ilk çalıştayın taslağı Kandil’den gelmişti. İşadamlarıyla yaptığımız görüşmelerde de bunu gördük. Örgütün, dershaneleri, Kuran kurslarını, okulları yakarak hem az sayıda da olsa var olan alternatif sivil toplum yapılanmalarını sindirme, bitirme, seslerini kısma hem de oralardan çıkarma amacı var. Ne kendi içinden farklı ses çıksın ne de dışarıdan STK gelsin istiyor.
BÖLGE ASİT YAĞMURUNUN ALTINDA KALMIŞ GİBİ
Bu bahsettiğiniz modern, post-modern döneme ait bir toplumsal yapılanma biçimi. Bireyleşmiş parçalanmış dağınık bir toplumda sivil toplum kuruluşları aracılığıyla belli bir amaç etrafında birleşir insanlar. Ama doğuda insanların, Kürtlerin geniş aileleri, güçlü aile bağları, aşiretleri, bağlayıcı değerler sistemi, mesela meleleri vardır. Dolayısıyla “yapay” sivil toplum kuruluşları yerine pekala bu doğal, gerçek ve güçlü yapılar çocukların gençlerin örgüte katılımında etkili olmaları beklenir?
Bu çok önemli bir soru ama şu var. Talebeler adıyla başlayan Apocular hareketi ilk olarak devletten önce aşiretlere başkaldırarak yola çıktı. Daha önceleri de, 80’ler 90’lar boyunca da pek çok yanlışlar yapan devlet halkın hakkını hukukunu çiğnerken kanaat önderleri de bundan nasibini almış. Kanaat önderlerinin kimisi, işkence görmüş, özellikle vatandaşın gözü önünde hakarete maruz kalmış. Ergenekonvari yapılar oradaki halka yönelik anti-demokratik uygulamaları önce toplumsal kanaat önderlerine yönelik olarak yapmış, onları sindirmiş silmiş. Bir kanaat önderi “eskiden halk cahildi bize saygı duyardı, şimdi hala cahil ama bize saygı duymuyor” ifadesi kanaat önderlerine bir kısım halkın bakışını özetliyor. Bugün ise kanaat önderlerinin en büyük zorluklarından birisi, örgütün baskısı. Dün onları devlet baskı altına almış bugün PKK. Örneğin Hakkari’de çocukları taş atmaya değil okumaya teşvik eden İmam Aziz Tan’ın şehit edilmesi buna çok çarpıcı bir örnektir. Aynı şey bazı aşiret liderleri için de geçerli. Sivil toplumun bölgede yaptığı çok önemli çalışmalar da var. Ama bu bölgelerimiz uzun yıllar asit yağmuruna maruz kalmış topraklar gibi. Buraların rehabilite edilip yeşermesi uzun soluklu barış ve istikrara bağlı. Örgütün son dönemdeki eylemlerinin arkasında da böyle bir sürecin yaşanmasının önüne geçmek var diye düşünüyorum.
KADIN PKK’LILAR TACİZE TECAVÜZE UĞRUYOR
Genç kızların örgüte katılımı yaptığınız çalışmaya göre yüzde 23. Hiç de az değil. Kadınların örgütte, dağda durumu nedir? Erkeklere göre daha mı dezavantajlılar?
Kızların dağa katılımı yüksek ama dağdan iniş örgütten ayrılma noktasında erkeklere göre oranları da yüksek. Dağdan inişi yaş ve cinsiyet karşılaştırması yaptığımızda da kadınların erkeklere göre daha genç yaşlarda örgütten kaçtıklarını görüyoruz. Teslim olan örgütçülerin ifadeleri zaman zaman medyada yer alıyor. Tecavüze, tacize uğrayan, ilişkiye zorlanan, reddedince infaz edilen kadın örgüt mensuplarının olduğu. Örgütün, Kürt kadınını özgürleştiriyoruz iddiası kadınlar arasında etkili oluyor. Ama kadınların erken dönemde örgütte kaçışı da bu iddianın gerçek dışı olduğunun başka bir kanıtıdır zannediyorum.
Örgüt kendi kurduğu ideolojik söylemler sistemi dışındaki tüm değerleri reddediyor. Cinsiyet özgürlükçü felsefeden bahsediyor, güya kadını yüceltiyor mesela ama temel insani bir durum olan cinsiyeti de yok sayıyor aslında. İnsanları cinsiyetsizleştiriyor, örgütsel kimlik dışında hiçbir kimliğe izin vermiyor.
Ama sonuçta genç kadınlar ve genç kızlar olarak örgüte katılıyor, dağa çıkıyorlar, kuşkusuz askeri disiplinin olduğu bir ortamda yaşıyorlar ama sonuçta aynı ortamdalar ve aşık olmamaları düşünülemez. Aşk, ilişki evlilik vesaire açısından durum nedir?
Bunların tamamı örgütte yasak. Böyle bir şey olursa da cezalandırılıyorlar, bazıları infaz ediliyorlar. Ama bireysel hikâyelere baktığımızda bu yasağın belirli kişiler için, özellikle yöneticiler için geçerli olmadığını görüyoruz.
İSTENMEYEN EVLİLİK YÜZÜNDEN DAĞA ÇIKAN VAR
Yani hiç mutlu sonla biten aşk olmuyor mu orada? Aşık olup ortak insani bir gelecek için örgütten ayrılan?
Evlilik örgütte tamamen yasak. Evli iken dağa çıkan ve örgütten kaçanların oranı evli olmayanlara göre üç buçuk katı daha fazla. Ama istemediği bir evlilik yüzünden bir çare olarak örgüte katılanların sayısı da az değil, kadınlarda da erkeklerde de. Bir kişinin örgüte katılmasında bir değil birden fazla etken var, ama bir veya birkaç etken tetikleyici rol oynuyor.
Örgütten ayrılmakta da etkili olabiliyor mu peki?
Örgütün ideolojisinden dolayı mesela kendisi dindar olup da örgütün dine bakışından dolayı ayrılanlar var.
Örgüte katılanların kendi hayatlarına ilişkin hiç hayalleri yok mu yani?
Kendi hayalleri zannettikleri şey aslında örgütün hayalleri. Kimlikleri örgütün inşa ettiği kimlik olduğu gibi hayalleri de öyle oluyor. Örgüte katılırken onlara vaat edilen şeyleri hayal ediyorlar. Bazen bir kaçış kurtuluş olabiliyor örgüt. Bir tane başı örtülü bir kızcağızla görüştük, şaşırdık tabi. Ailesinde 15 kişi varmış anne baba dışında. “Tek kız bendim” dedi, “hizmetçi gibi yaşıyordum, bıktım, dağa gideyim de ya çatışmada öleyim ya örgüt beni öldürsün dedim” diyor. Bir anlamda dolaylı intihar yani. Örgüt propaganda yaparken sadece kendi ideolojisini anlatmıyor, vaatler de bulunuyor. Statü, kimlik, kariyer ve öç almayı vaat ediyor. Aşiret yapılarında insanlara özellikle kadınlara değer verilmeyince kadınlar, kadının yüceltildiği iddia edilen örgütü farklı tanıyabiliyorlar.
HAKKARİ’DE ZORUN GÜCÜ
Katılımlarda öne çıkan üç il PKK’nın son dönem stratejisinde üzerinde özel olarak çalıştığı iller değil mi?
Çalışmada nüfusa oranladığımızda katılımın en yoğun olduğu üç ilin, Hakkari, Tunceli ve Siirt olduğunu görüyoruz. Bunları Şırnak ve Muş izliyor. Tabi burada Hakkari dikkat çekiyor. Hakkari 2009’dan beri örgütün pilot bölge olarak seçtiği bir il. Coğrafi olarak izole durumda olan il psikolojik olarak da izole hale getirilmiş. Ve Hakkari 1984’ten beri en çok sivilin öldüğü, PKK’nın en çok insan öldürdüğü şehirlerden biri olarak da öne çıkıyor. Ve en çok olayın çıktığı, örgüte katılımın en yüksek olduğu yer. Burada Öcalan’ın “zorun rolü-gücü” dediği şey ortaya çıkıyor. Örgüt burada insanları çok fazla baskı altında tutmuş ve o baskıyla kendine çevirmek istemiş. Bu veri dahi tek başına Hakkari’nin örgütle mücadele noktasında kritik bir konumda olduğunu bize gösteriyor.
TERÖRLE MÜCADELEDE ÇOK İYİ BİR YERDEYİZ
Devletin bugün yürüttüğü terörle mücadelesini nasıl buluyorsunuz?
1990’larda terörle mücadele doğrular yapılmış ama çok fazla yanlışlar da yapılmış. Köy boşaltmalar, faili meçhuller gibi büyük yanlışlar insanları örgüte itmiş. Bugün devletin ve hükümetin bir makro düzeyde bir de mikro düzeyde politikası var. 1) güvenlikle ilgili başarılı bir konsept yürütüyor 2) Terörü besleyen alanların kurutulmasına yönelik bir politika yürütüyor. Geçmişte harcanmayan para ve enerji son sekiz yılda terörün kaynaklarının kurutulması için harcanıyor. 3) Demokratikleşme alanında atılan adımlar. Bu konuda alınan mesafe çok önemli.
Ancak bugün bu meselenin çözümünde eksik kalan bir nokta var. Liberal kalemler de dahil önemli bir kesim bugün PKK’nın eylemlerini anlamlandırma çabası içinde. Ben bu noktada bu kesimlerin etik ve ahlaki açıdan öz kritiklerini yapılmaları gerektiğini düşünüyorum. PKK’nın cinayetlerini anlamaya çalışmak bir anlamda öldürmeyi kutsama gibi. Şiddetin reddedilmesi devlet operasyonları durdursun demek olarak anlaşılıyor. Hala bu ülkenin bazı kalemlerinde dünyayı 70’lerin fantastik sol ideolojik gözlüğüyle görme alışkanlığı var. Olayın etik ve insani boyutunu yakalamaları şart.
90’lı yıllar Kürt meselesini PKK’nın elini veren bir sürü yanlış politikayla dolu. Doğru şeyler de yapıldı dediğiniz şey nedir?
Terörle mücadele için profesyonel birimlerin kurulması, terörün sadece güvenlik sorunu olmadığı tespitini edilmesi gibi. Ama olağanüstü halin olduğu bir yerde profesyonel birim de kullansanız hata yapılacaktır. Kasım 2002’de olağanüstü hal kaldırıldı ve ilk defa Türkiye olağanüstü hal olmadan da demokrasi ve hukuk çerçevesinde terörle mücadele yapılabileceğini gördük. Bugün hem 90’larda yapılan hatalar yapılmıyor hem de teröristle mücadelede nokta operasyonlarla çok etkili sonuçlar alınabiliyor. KCK operasyonlarının ne kadar etkili olduğu gelinen süreçte daha iyi anlaşıldı. Son altı yedi ayda alanda çok önemli şeyler yapıldı. Şayet PKK Şemdinli’de istediğini başarsaydı bugün çok farklı şeyler konuşacaktık ki orada bir bez parçası bile örgütün istediğini alması için yeterliydi. Bugün Türkiye, çevresinde çok sıkıntılar olmasına, Suriye’de ve Irak’ta yaşananların yanı sıra İran’ın PKK politikasını PKK’nın lehine değiştirmesine rağmen terörle mücadelede son derece başarılı. Güvenlik konseptinin değişmesi, polis, jandarma ve askerin ortaklaşa çalışmaları, örneğin askerde ilgili birimin komutanının operasyonları bizzat yürütmesinin alana yansıması farklı oluyor. Profesyonel birimlerin kullanılması, kurumlarda zihniyet değişiminin yaşanması, vatandaşla teröristin ayırt ediliyor olması geçmişle önemli farklardan bazıları. Korucular da bu süreçte önemli katkılar sağladılar son dönemde. Makro düzeyde de önemli yatırımlar çalışmalar var. Bölgede toplumsal sirkülasyon arttığında, Mesela Yüksekova’da havaalanı bittiğinde sonuçlar daha güzel alınacak. Demokratikleşme alanında adımlar atıldıkça orta ve uzun vadede örgüt marjinalleşecektir. Örgütün bire bir eleman temin çalışmalarına karşı birey odaklı onları tekrar kazanma çalışmalarına devlet- sivil toplum ve ilgili herkesin katkı yapması gerekiyor.
PKK NE YAPMAK İSTİYOR?
Peki, örgüt ne yapmak istiyor son dönemde?
PKK’nın eylemlerinin neden arttırdığını anlamak için sadece iç dinamiklere bakmak yeterli olmayacaktır. Bugünlerde PKK için Ortadoğu gibi bir coğrafyada ayakta kalabilmiş bir örgüt diye başarı cümleleri kuruluyor ama PKK gibi terör örgütleri için Ortadoğu bulunmaz bir habitattır. Suriye’deki gelişmeler örgüt için doping etkisi yaptı. 2011’den itibaren örgüt, devrimci halk savaşı adıyla bir strateji uygulamaya koydu. Neydi bu: Kentte halk eylem yapacak, örgüt kırsaldan gelecek devletle çatışacak ve devrim olacak, klasik proje. Çakma Kürt baharı diyorum ben buna. Şemdinli’de denedi ve büyük bir darbe yedi, Van’da, Şırnak’ta, Hakkari’de nokta operasyonlarla örgütün kırsaldaki lider kadrosu etkisiz hale getirildi. Örgüt kırsalda büyük sansasyonel eylemlerinde başarılı olamayınca Gaziantep eylemini yaptı. Mersin’de çocukların yakılmaya çalışılması, okul saldırıları, İstanbul’da metrobüsleri yakma çabası. Doğalında gelişmeyen bir şeyin provokatif olaylarla yaratılma çalışması var. Antep’te olan da buydu. Barış, uzlaşı, şehri olan Antep’te bu ortamı bir bombayla bozmak istediler. Halkı olmayan bir önder ve halkı olmayan bir devrimci halk savaşı aslında bu. PKK, devrimi Kürtlere yaptıramayınca, Kürtlerle Türkleri çarpıştırarak devrim yaptırabilir miyim derdine düştü.
Kırsalda sıkışmış olmaları şehir eylemlerine yönelecekleri anlamına mı gelir?
Örgüt darbeler yediği dönemlerde kent merkezlerine yönelmiştir. Aslında kent merkezlerinde bu tür eylemleri her zaman yapmaya çalışıyorlar. Ama bu eylemciler yakalanıyorlar. Bu istihbarat güvenlik birimlerinin başarısıdır. Eylem olmuyorsa, bir yerde bomba patlamıyorsa bu PKK eylem yapmıyor anlamına gelmiyor, aksine yakalanıyor, belki bunların bir çoğu medyaya yansımıyor.
Medyaya yansımaması da bir güvenlik tedbiri mi?
Kimi zaman. İnfial yaratmamak, paranoyak bir toplum oluşturmamak için de bu gerekli olabilir.
Açlık grevlerine başvurması da bir çaresizlik eseri midir?
Halkı olmayan bir halk savaşını hayata geçiremeyince PKK bu defa içerden yani cezaevinden bir cenaze çıkarmayı gözüne kestirdi. Bu sayede hem sempatizanlarını hareketlendirme hem de hükümete ve devlete içerde ve dışarıda baskıyı artırmayı hedefledi. Bu örgüt açısından kazan kazan stratejisi aslında. Onlar için cezaevinde kaç kişinin öldüğünün bir anlamı yok. Ama işin bir diğer ilginç tarafı BDP oldu. Şemdinli’de teröristlerle kucaklaşan BDP’lilerin bu toplumu gererek gündemde kalma ve gündemi sürükleme yöntemlerinin bir yenisine açlık grevleri eklendi. Bu eylemler Kürtler için ve Kürt meselesinin çözümü için değil PKK, BDP ve Öcalan için yapılan eylemler. Ölümü kutsallaştırarak kendilerini kutsayan bir anlayışın başka bir örneği. Son yaklaşımlar dikkate alındığında hem BDP hem de örgüt bundan sonraki süreçte çözüm olarak Kürtleri değil kendi eksenleri ile akıl hocalarının yönlendirmelerini esas alacaklardır. Bu aslında hep böyle idi. Soruna Fırat’ın doğusu ya da batısı ikilemiyle değil bir bütün olarak bakmak zorundayız. Kürtler ve Türkler için olmayan herhangi bir çözüm önermesini de Türkiye toplumu kabullenmeyecektir. Ama bu süreçte de şiddeti reddeden Kürtlerin çok daha cesur ve çok daha görünür olmaları gerekiyor.
İntihar eyleminde kişi bir şekilde karar verir ve vazgeçme fikri imkânı doğmadan onu uygulamaya zorlanır kişi. Ama açlık grevi çok daha uzun soluklu, zor bir eylem. Bu adanmışlığı nasıl başarıyor örgüt?
Bazı cezaevlerinde koğuş sistemi var ve örgütün kişiler üstünde denetimi sürüyor. İntihar eylemlerinde de insanlar zorlanıyor. Zaten çoğu kez ölümcül hastalığı olanları seçiyorlar. Arka planda çok farklı hikâyeler var. Tabi açlık grevine gönüllü katılanlar da var. Burada hem örgütsel bilinç hem örgütsel baskı olduğunu görmek lazım. Bir de tabi bu grev ne kadar açlık grevi idi. Talepleri ve süreci iyi incelemek lazım.
ÖRGÜT BU AKILLARI NEREDEN ALIYOR?
PKK’nın kurmay zekasını nasıl buluyorsunuz?
Bütün süreçleri iyi bir şekilde gözden geçirdiğimizde göreceğimiz şey örgütün aldığı bazı kritik kararlarda örgüt yönetiminden çok farklı bir kısım yönlendirmelerin etkisidir. Bu kimi zaman bölgesel kimi zaman da başka uluslar arası aktörlerdir. Örgütün en iyi yapılandığı, lobi faaliyetleri yaptığı yer Avrupa. Böyle bir coğrafyada böyle bir dönemde Batının, Rusya’nın, İran’ın, İsrail’in bu kadar çok aktif olduğu bir yerde bunların böylesi bir örgütün varlığından rahatsız olmaları ama buna rağmen örgüte karşı sessiz kalmaları beklenemez. Uluslararası alandaki gelişmelerde takınılan tavır ve alınan pozisyon, sadece Öcalan’ın yönlendirmeleri olmadan hareket edemeyen bir örgütsel aklın ürünü değil. Bu noktada basit başka bir örnek vermek gerekirse ANF’nin sitesine bakın, grafik olarak, kullanılan dil olarak, üslup ve içerik olarak. Bu içerik ve üslup örgütün kullandığı dilden çok daha farklıdır. Dağda kalan, kırsalda dağda faaliyet gösteren ya da bu örgütün öğretilerinden geçmiş bir ürün değildir ANF içeriği.