- Doğu Batı ikilemi: Konuşanların, rapor verenlerin, mektup yazanların tümünün söyleminde yer alan “doğu/batı” fark vurgusu dikkat çekiciydi. “Siz batıdakiler bizleri yeterince anlayamıyorsunuz” şeklindeki ilzam edici ifadeden “batıdaki kardeşlerimiz, bizim doğuda son otuz yıldır neler çektiğimizi bilmiyorlar ifadesine kadar hemen herkeste kabullenilmiş bir “meçhullük” algısı hakimdi. Son otuz yıllık aslında 100 yıllık süreçte, resmi tarih algısının ve sansürlere dayalı bilgisizliğin bizlerde yarattığı duyarsızlık, Doğunun nazarından kaçmıyor ve birikiyor maalesef...
- Derin İncinmişlik: Adalet konusundaki genel talepler üzerinde en bariz etkinin incinmişlik olduğunu fark ettim. Bölge üniversitelerindeki öğretim üyelerinin bile samimiyetle dile getirdiği bir psikolojik birikimdir bu. Bölgeye görev yapmak üzere gönderilmiş memurların bölge insanlarıyla el ve beden temasından kaçınıyor oluşları profesörler tarafından bile defaatle dile getirildi. Tabipler Odası Başkanı olan bir beyefendi, ilkokul birinci sınıftayken Kürtçe konuştuğu için sınıf öğretmeni tarafından cepten çıkartılan bir mendille dilinin çekildiğini ve bir hafta konuşamadığını anlatırken sesi hala titriyordu mesela. Öğretmeni onu cezalandırırken bile elini diline sürmekten kaçınıyormuş. Yıllar geçmiş 45 yaşında bir hekim, bunu anlatırken yedi yaşında bir çocuğa dönüşüyordu muhatabımız...
- Orada olan burada mıdır: Bölgede görüştüğümüz kişilerin konuşmalarında en sık yapılan vurgulardan bir diğeri “orası/burası” ikilemiydi. Son 10 yıllık icraatlarda çok önemli hizmetler aldıklarını şükranla dile getiriyorlar. Fakat 100 yıllık genel ve 30 yıllık özelde yaşadıkları hayati sorunların önemsenmediğini, üzerinin örtüldüğünü, “oradan fark edilmediğini”, “buranın orası açısından sadece mali bir külfet olarak görüldüğünü” dile getiriyorlar. 90’lardaki yoğun güvenlikçi baskıyla köyleri yakılmış, boşaltılmış, zorunlu göçe maruz kalmış, işkence veya fena muamele görmüş,yakınlarını kaybetmiş ve halen arayan kişilerin yaşadığı travmalar sonucu; orası ile burası’nın arasını nasıl yakınlaştıracağız? Yakınlaştırmada çektiğimiz zorluklar, sadece PKK/BDP çizgisinin politik hakimiyetiyle ilgili değil. Bunun duygusal bir kopuşa evrilmemesi için sabırla zihin yormamız gerekiyor. Gençlik; örgütün kampanyası doğrultusunda yüksek puan alsa bile Batı’daki üniversiteleri tercih etmiyor, Batıda rahatsız edileceklerini dışlanacaklarını düşünüyorlar, Kürt öğrencilerin Doğu ve Güneydoğu’daki üniversitelere yığılması, gettolaşma türü bir dayanışmayı da sağlıyor.
- Sorguya tabi tutulan Kardeşlik: Bölgede “İslam Kardeşliği” vurgusu hakkında da eleştiri aldık. Bunun kardeşliğe dayalı hukuk performansıyla yeniden tanımlanması gerekiyor. Söylemlerde soyut “kardeşlik”ten çok, “ kardeşliğin gerektirdiği hukuk”tan bahsetmek gerek. Ayrıca bölgedeki irfani kimliklerin ya özgüveni ciddi kırılmalara maruz kalmış veya göç/faili meçhuller gibi sebeplerle terk-i diyar eylemiş. İrfani sohbet geleneğinin yaşadığı bu sarsıntıdan sonra, modernist bir İslamcı söylem gelişmiş lakin oldukça sekter ve sert bir söylemdir bu.
- Varoluşsal talepler: Bölgede konuştuğumuz herkes konuşmaları arasında “biz de insanız” gibi çok temel bir cümle kuruyor. Kürt kimliğinin kabul edilmeyişi, ikincilleştirilmesi, “terörist” anlamında kullanılması tenkit ediliyor. Anadil hakkı salt eğitim hakkı olarak değil, yaşama hakkı olarak dile getiriliyor. Mevcut düzenlemeler hüsnü kabul görürken yeterli bulunmuyor.
- Tarihin hiçleştirilmesi: Seyit Rıza ve Dersim Tenkili, Şeyh Sait ve Said-i Nursi gibi derin yaralar üzerinden “isyan” başlığıyla geçiştirilen resmi tarihin, red ve imha sonucu getirdiğini söylüyorlar. Tarihin hiçleştirilmesi diyebileceğimiz bu kalın ve suçlayıcı sansürün, gerçek tarih bilgisi ve iade-i itibar ile düzeltilmesini talep ediyorlar. Şark İstiklal Mahkemelerinin yol açtığı adaletsizliklerin, gün yüzüne çıkarılması, adalet taleplerinin başında geliyor...