14 Haziran Cumartesi akşamı Akit tv'de, Muharrem Coşkun Bey'in sunduğu programdaydım, 2 saati aşkın bir süre..
Muharrem Bey birtakım tv. yorumları üzerine bayağı kızgındı.. 'Yahu, adamlar hem de Prof. ünvanlarıyla öyle iddialarda bulunuyorlar ki, şaşırmamak elde değil.. Düşünebiliyor musun, bir Prof. kişi, tv. ekranında İran üzerine konuşuyor; 'Humeynî'nin, Fransa'da 15 yıl kadar özel olarak eğitim verilip yetiştirildiğini ve Şah rejimini devirmek için özel bir vazifeyle gönderildiğini' söylüyor.. Ve 'Bizim toplumumuzda bu gibi görüşler az yaygın değil.. Şunun gerçeğini bir de sizden dinleyelim..' deyince, dünya kamuoyunun ilan edilmemiş korkunç bir savaşla meşgul olduğu konu yerine, söz, Şah'ın ve 57 yıllık Pehlevî saltanatı rejiminin devrildiği 1979 yılının başına gitti. Mâdem ki, bu günlerde çok konuşulan İran üzerine yığınla yanlış iddialar ekranlardan yayınlanıyor, o halde biz de sohbete oradan başlamak gerekti.
Özetle belirteyim: Rûhullah Humeynî'nin, İran'la bir kan bağı olmayan dedesi Hicâz'lıdır ve Keşmir'e gider.. Orada medreselerde talebe yetiştirir. Humeynî'nin babası ise, Keşmir'den İran'a gelip, İsfehan civarındaki Humeyn kasabasına yerleşir. (Bu yüzden, bu aile, Humeynî/ Humeynli diye anılır) ve orada , Miladî-1900'de bir oğlu olur ve ona Rûhullah adı verilir. Rûhullah da medreselerde okur ve ulemâ sınıfına dahil olur ve Tahran'ın 130 km. güneyinde, medreseleriyle meşhur Kum şehrinde 40 yılı aşkın bir süre ders okutur. Ancak, 1964 yılında meydana gelen ve 15 binden fazla insanın ölümüyle bastırılabilen bir 'Halk Ayaklanması'nın manevî lideri olarak görüldüğünden tutuklanır.. Ancak, şiî medreselerinde 'Âyetullah' ünvanı verilen bir kişinin tutuklanmasının ortaya çıkaracağı sıkıntılarla karşılaşmamak için, Şah M. Rıza Pehlevî, Türkiye'de o zaman Başbakan olan İsmet İnönü ile anlaşarak, Humeynî'yi Türkiye'ye sürgüne gönderir.
Humeynî, Bursa'ya getirilir ve Muradiye semtinde 10 ay kadar kaldıktan sonra, Irak'ın medreseleriyle meşhur Necef şehrine gönderilir. Humeynî, Necef'te hem ders okutur, hem de Şah rejimi aleyhine yaptığı konuşmalarının ses kasetlerini İran halkı içinde yayılır..
Şah ve rejimi aleyhine birçok protesto gösterilerinde ölümler onbinleri bulmaya başlayınca, Şah, Irak lideri Saddam'dan Humeynî'yi Irak'tan çıkarmasını ister.
Saddam Hüseyin de, bu istek üzerine, Humeynî'yi Eylûl-1978'in son günlerinde Irak'tan çıkarır ve Kuveyt Havaalanı'na bırakır. Humeynî orada halkı Müslüman ülkelerin liderlerine gönderdiği mesajlarda, kendisine, ülkelerinde sığınma hakkı verilmesi ricasında bulunur, ama, hiçbir ülke Şah'la karşı karşıya gelmemek için, Humeynî'ye olumlu cevap veremez. Humeynî, o havaalanında, 1 hafta bekler. O sırada, (ileride, İran'ın ilk cumhurbaşkanı da seçilecek olan) Ebû'l-Hasan Benî Sadr ve arkadaşları Fransa'da okumaktadırlar ve İmam Humeynî'yi Fransa'ya kabul etmesini, o zamanki Fransa Başkanı Valéry Giscard d'Estaing'den isterler ve o da, o sırada Bağdat'tan Paris'e gidecek olan uçağa alınmasına izin verir. Ve 1978 yılı Ekim başında, Humeynî Paris'e gider.
İran'da milyonlar ayaktadır ve Şah, Ocak-1979'un ilk haftasında, geride, son 1,5 yılında 100 binden fazla insanı öldürttükten sonra İran'ı terk eder, bütün aile efradıyla birlikte.. Ve İmam Humeynî, Fransa'da sadece 4 ay kadar kaldıktan sonra, milyonların 'tekbîr' sadaları arasında, Şubat-1979 başında, 15 yıl önce sürgün edildiği İran'a döner. Ve yeni bir hükûmet kurar.. Yüksek ordu kumandanları ya kaçmıştır, ya da yeni kurulan İslam Mahkemeleri'nden verilen hükümlerle cezalandırılmışlardır. Ordu üst kademeleri büyük çapta erimiş, yeni sivil yönetim mekanizmaları henüz kurulamamıştır.
Bu durum elbette, Şahlık rejiminin yıkılmasından zarar gören iç ve dış bütün odakları yeni planlar hazırlamakta cesaretlendiriyordu..
***İran ile Irak arasındaki derin anlaşmazlıkları gidermek için Saddam'la Şah arasında 1975 yılında imzalanan Cezayir Andlaşması'nın Irak aleyhinde işlemesinden rahatsız olan Saddam, ordusu dağılmış, bütün yönetim mekanizmaları çökmüş ve yenileri de henüz kurulamamış olan İran'a ağır bir bedel ödetmek düşüncesindendir.
Bütün emperyalist dünya, Amerika ve Sovyet Rusya ve Avrupa ülkeleri kendilerine hizmet eden Şah'ı ve rejimini devirmiş olan yeni yönetime darbe vurmak isteyen Saddam'a 'yeşil ışık' yakarlar. Fransa Başbakanı (sonra Devlet Başkanı da) olan Jacque Chiraq, 15 Eylûl 1980 günü, Bağdad'a gider.
Saddam, Chirac'a, 'İran'a saldıracağını ve savaşın sadece 1 hafta süreceğini ve İran'ın işini bitireceğini' söyler.
Ve, 22 Eylûl 1980 günü, gün ortasında, Saddam, tv. ekranlarında zûhur eder ve '1975 tarihli Cezayir Andlaşması'nın artık geçerli olmadığını söyleyip o antlaşma metnini yırtar ve Irak ordularına, 'İran'a saldırmaları' emrini verir. Başta, Tahran-Mehrâbâd Havaalanı olmak üzere, bütün hava güçleri ve donanma güçleri ilk günde bertaraf edilmiş, Abadan'ın dünyaca ünlü rafinerileri alevlere teslim olmuş, Hurremşehir ve diğer şehirler düşmüş ve 1200 km.lik sınır boyunca, Saddam'ın orduları muzafferane bir şekilde ilerlemişti.
İran ise, savaş uçaklarını uçuracak pilotlara bile sahip değildi.. Ayrıca, BM Güvenlik Konseyi, her iki tarafa da 'silah satılmaması' kararı almıştı, ama, bu karar sadece İran'a uygulanıyordu.
Ama, 1-2 hafta geçmeden, Irak'ın 'Yıldırım Savaşı' stratejisi, İran'ın uzun soluk ve sabır isteyen 'Yıpratma Savaşı' stratejisiyle durdurulmuş ve 8 yıl sürecek olan savaş, her iki taraftan, en az 1 milyon insanı yutmuştu. Mahvolan maddî zenginlikler, şehirler...
İlginç olan şu ki, Chirac, 22 Eylûl 1987 günü yaptığı konuşmasında, 'Bugün İran-Irak Savaşı'nın 7. Yıldönümü.. Halbuki, Saddam bana, savaşın sadece 7 gün süreceğini söylemişti..' diyecekti.'
***Bunları niye mi anlatıyoruz?
Savaşı başlatmak elinizde olabilir, ama, bitirmek, çok farklı etkenlerle, hiç hesapta olmayan sonuçlar gösterebilir.
'İsrail rejimi kılıfı' altında Amerikan emperyalizmi, Müslüman coğrafyalarının merkezinde, 'siyonist finoları'nı her tarafa saldırtıyor. Trump isimli gücetapar kişi, İsrail'i var güçleriyle destekleyeceklerini ve savunacaklarını' devamlı söylediğini unutup, bir gün sonra ise, 'Biz konunun içinde değiliz. Ama, savaşa dahil olmamız mümkün.' diyerek 'avanak avcılığı'na çıkıyor.. Kandırabileceklerini bulmak için, aynaya bir bakıverse, daha iyi olmaz mı?
***Ve şu son 3-4 gündür ekranlarda yapılan yorumlar büyük çapta felaket...
Birilerinin gerçek savaş sahnelerini görmek arzusuna bazı devletlerin karşılık vermeyip, savaşa girmemesi ne kadar duygusuz değil mi? Bazıları geçmişte, 'İsrail, Amerika ve İran'ı birbirlerine hasım olamazlar. Onlar balıkçı kavgası içindeler.' diyenlerin, hiç değilse, şimdi eskiden yanıldıklarını itiraf edemeyecek kadar gururlu olmasalar... Bazıları ise, 'İran İsrail' karşı yaptığı bu saldırıları Süleymanî ve Lübnan Hizbullahı'nın lideri Hasan Nasrallah ve İsmail Heniye öldürüldüğünde yapmalıydı..' diye gelinen bu noktayı bile hafife almasına ne demeli?
Bu kişiler savaşı, çelik-çomak oynamak sanıyorlar gibi.
Hele birisi var, İran'ın, son saldırılarda öldürülen o kadar üst kademe kumandanlarını ve nükleer uzmanlarını, 'İsrail ve Amerika'ya zarar vermesinler.' diye bizzat İran makamlarının öldürttüğünü ileri sürecek kadar, dehşetli keşiflerde bulunuyor. Halbuki bu Müslüman kişi, 'Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevketmesin...' mealindeki Kur'ân hükmünden de habersiz değildir.
***Gerçekten de, ekranlarda hem de konularının uzmanı diye nitelenen bazı kişilerin öyle lafları oluyor ki,
'Cehlin ol mertebesi sehl olmaz / 'Kisb'siz, tâ bu kadar cehl olmaz..' (Cahilliğin bu derecesi yanlışlıkla olamaz./ Bu kadar cahillik, çalışmaksızın elde edilemez.) dedirttiriyor insana.