Post-modern adlandırmasıyla bir miktar yumuşatılmış, köşeleri törpülenmiş olsa da sonuçları itibariyle son somut darbemizdir 28 Şubat.
Evet, Sincan’daki gösteri dışında asker kışlasından çıkmadı ama MGK toplantısından çıkan kararların her biri bin tank gücündeydi ve bunu herkes biliyordu. Özellikle de zulme maruz kalanlar. Yani dindarlar.
Cumhuriyetin potansiyel düşmanı olarak konumlandırılmış, tek tek işaretlenmişlerdi çünkü.
Başörtülü üniversite öğrencileri ikna odalarında psikolojik işkencelere tabi tutuluyor başlarını açmazlarsa bileklerinin hakkıyla kazandıkları okulları terke zorlanıyorlardı. İHL’lerin orta kısımları kapatılıyor, imam-hatibe gitmekte ısrar ederlerse, doktor, mühendis, eczacı, öğretmen... olamasınlar, “ölü yıkamaya mecbur” olsunlar diye katsayı ayrımcılığına maruz bırakılıyorlardı. Siyasetçileri lanetleniyor, sermaye sahipleri ticari lince uğratılıyordu. Alnı secdeye değen yahut eşinin başı kapalı olan subayınsa vay haline!
Daha pek çok ağır, insanlık dışı, demokrasi dışı suç ve ayıp işlendi. Ve fakat bir toplumsal kesimi hedef alan bu ilk ve tek darbenin hedefindekiler kapı cam indirmedi. Silah kuşanıp dağa çıkmadı. Radikalleşmedi.
Sabrettiler. Demokrasi dışı yollara tevessül etmediler.
Bugün Türkiye değişiyorsa, darbecilerle, darbeci zihniyetle hesaplaşabiliyorsa bu olgunluk sayesindedir.
Paşa paşa imzaladı, ha!
28 Şubat Davası 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülüyor malum. Eksik başladığını, üniversite, medya, sermaye, sendika, siyaset gibi sivil alanda faaliyet gösteren ama aslında vesayet düzeninin devamı için kışlayla organize çalışan kesimlerin hukuk karşısına eksiksiz çıkması gerektiğini düşünsem de 28 Şubat Davası’nı şu haliyle bile son derece önemli, anlamlı ve faydalı buluyorum.
İlk faydasını da pazartesi günü gördük nitekim. Darbeye adını veren 28 Şubat MGK tutanaklarının Mahkemede okunmasıyla gördük ki darbeci failler ve yardımcı unsurlar, dekor farklı olsa da sahneledikleri oyunun apaçık bir darbe olduğunu gayet iyi bilmekteler.
Lakin cümle alem bunu böyle bilmesin istemekteler.
Darbeye darbe denmesin, toplumu cendereye sokacak utanç verici kararlar üzerinde aman ha asker-sivil darbe koalisyonun parmak izi kalmasın, suçu meşru hükümet üstlensin.
Bütün numara bunun için.
“Biz yapmadık o yaptı, belasını da buldu. İşte imzası” demek için.
Erbakan’ın asker yanında bunalmış terleyen fotoğrafını şöyle geniş geniş basabilmek, sekiz sütuna manşet “Paşa paşa imzaladı” diyebilmek için.
Yapın, iz bırakmayın!
Beşli Çete MGK’da yok tabi. Halkın parasıyla ellerine verilen silahı halka ve halkın seçtiklerine çevirdikleri halde kerameti o gün kendilerinden bilmek gibi bir büyük gaflet içinde kükreyen, bugün ise kendilerini suça azmettirip sonradan sıvışanların terk etmişliğiyle iyice acıklı bir gülünçlük içinde görünenler var.
Kükrüyorlar. Başbakan Erbakan’ı kararların altına hemen imza atması için zorluyorlar.
Erbakan ise vakit kazanmaya çalışıyor, ikna etmeye çalışıyor, suçtan kaçınmaya çalışıyor.
“28 Şubat’taki rolünü darbeyi önlemek” olarak tanımlayan Cumhurbaşkanı Demirel ise önce irtica hassasiyeti güden ve kararları hazırlama zahmetine giren askeri övüyor sonra da aman ha diyor, İHL’ler ve Kur’an kursları kapatılıyor gibi bir imaj vermeyelim.
Beni bu yaşımda şapkamı alıp gitmek ya da asker şapkası giymek zorunda bırakmayın diyor yani. Tamam, ne yapıyorsak yapalım ama dışarıya vereceğimiz izlenime biraz dikkat edelim...
Söylemezsem çatlarım
* 28 Şubat’ta başlayıp binyıl sürecek denen darbe AK Parti hükümetinin 28 Nisan sabahı e-muhtırayı iadesiyle sona erdi. * Siyasi hayatını sistemin görünmez duvarlarına çarpa çarpa tamamlayan Erbakan’ın “biz ders yaparken arka camdan kaçıp topa gitmişler” diye eleştirdiği “eski öğrencileri” sistemin sorunlu, tuzaklı alanlarına karşı tedbirini aldı ve ülkeyi darbelerle hesaplaşabilir noktaya taşıdı. * Erbakan’ın cenazesine asker de çelenk gönderdi. Halk ise zarfsız Fatiha gönderiyor.