Orman yangınları öyle bir hal aldı ki, bunun kasıtlı hatta kastı aşan bir şekilde Türkiye karşıtlarınca planlandığını düşünüyor toplumun büyük çoğunluğu... İster havai fişeklerle isterse benzin bidonlarıyla yakalanmış olsunlar, kuşkusuz o alçaklar vatansız oldukları için bu pervasız kötülüğü sergileyebiliyorlar...
Elbette iklim değişikliğinin, artan ısının, mevsim normallerini epey aşan sıcaklığın da yangınlara eşlik ettiği bir gerçektir. Lakin aynı anda yurdun pek çok yerinden gelen yangın haberleri şaşırtıcı bir korelasyon içindeler. Güvenlik güçleri ve adalet mekanizması yangın faillerini bulup cezalandıracaktır ama bu cezaların gerçekten ağır ve caydırıcı olmasını temenni ediyoruz milletçe... Terör kapsamında ceza almalarını temenni ediyoruz.
'Ağacımdan bir dal kesenin başını keserim!' diye gürleyen bir padişahtan, ki o İstanbul'un Fatih'i Sultan Mehmet'tir, bugünün ateş yakmayı tatil ve eğlence sayan sosyolojisine doğru baş döndürücü bir dönüşüme tabi tutulmuşuz... Dönüşüm değil bu düşüş!
Ağaç sevgisi küçük yaşlarda, önce ailelerin ardından okulların, ardından sosyal etkileşim imkanlarının vereceği bir bilinçtir ve bu bir güvenlik sorunudur. Yeşil vatan dediğimiz ağaç florası ve barındırdığı hayvan popülasyonu, yeryüzünde tek başına olmadığımızın en güzel cevabıdır. Nitekim patlamış tekerleğine rağmen su dolu traktörünü son sürat yangın yerine taşıyan, taşırken de hüngür hüngür ağlayan adamlarımız, bu ülkenin gerçek ve has sahibidir...
Bizler Merhamet Peygamberinin güzel ahlakı içinde, ağaçlara bile kötü davranmayı hoş karşılamayan bir sisteme dahiliz aslında. Kur'anı Kerime baktığınızda pek çok ağaç ismini görürsünüz, içinde ağacın geçtiği çok güzel ayetler vardır. Ve ağaçlar cennetten bir timsaldir bizim geleneğimizde...
Cenabı Allah, Musa Peygamberle bir ağaç ardından görüşmüştür. İncir ve zeytin ağacına dikkat çeker Yaradan ve incir ile zeytinin üzerine yemin eder. Birbirlerini Allah için sevmiş arkadaşlar, hesap gününde ağaçların gölgeliğinde oturacaklardır bir hadise göre...
Kendisini, dünyadayken ağaçsız ve gölgesiz bırakan insanoğlunun şaşkınlığına ve ziyanına veyl olsun! Biz hiç düşünmeden ve binbir aceleyle yürüdüğümüz şu dünya üzerinde yeryüzünün nimetlerinin değerini bilemedik. Ne acıdır bir ağaç gölgesinden mahrum olmak.
Rahmetli annemi vefat edip de yerine yatırdığımızda, çokça ağlayan babamı avutabilmek için, 'bak babacığım burada bir ağaç var, annem onun gölgesinde, inşallah burada rahat eder' demiştim. Bir ağaç, öyle bir zaman gelir ki size en büyük teselli olur.
Rahmetli anneannemden Üsküdar'ın Medine'nin bir parçası olduğunu işitmiştim. 'Üsküdar'ın Harem'iyle Medine-i Münevvere kardeştir' derdi. Ve ne zaman bina yapılmak için Harem'de ağaçlara zarar verilse, uğursuz bir şey işitmiş gibi, tedirginlikle sağa sola bakar dualar okurdu. Harem'de bir ağaç kesilse, anneannem kıyamet kopacak diye beklerdi... Çok sonraları öğrendim, Üsküdar'ın 'Harem' olduğunu. Medine ve Mekke ile aynı toprak parçasının, Batı'daki en son ucu Üsküdar olduğundan, Üsküdar; Mekke-Medine haritalarının bağlamında kaydedilirmiş...
Hem dini geleneğinde hem halk kültüründe ağacı, ormanı, yeşili bu kadar seven ve hürmet eden bir merhamet toplumunun bugünkü hali içler acısıdır maalesef...
Yanan ağaçlar yanarlarken ağlarlarmış... Bir itfaiyeci söylemişti bunu... İzmir havaalanı çıkışında denk geldiğim feci orman yangınında, hemen arka sıralarındaki ateşten dolayı titreyen bazı ağaçları görünce kalbim sıkışmıştı.
Gözlerimle gördüm ben, ateşi gören ağaçların tir tir titrediğini...
Allah'ım sen onları koru ne olur...