Danıştay’ın kararının beklendiği günlerde biz Ayasofya’nın  bir “egemenlik göstergesi” olduğunu  vurgularken, içimizdeki karşıtlar; “Bu kadar büyütmeyin; nihayet bir cami daha  açılıyor” diyorlardı. Bu güruhu iyi tanıdığımız için, yaptıkları; “El ne karışır” edebiyatının, peşinden  gelen “Ama Türkiye için müze olarak devem etmesi daha yararlı” cümlesine zemin  hazırlamaya yönelik olduğunun farkındaydık.
“Açılabilir”  kararından sonra Hristiyan dünyasından gelen tepkiler, Ayasofya’nın “müze”  olarak devam etmesini, “kilise”ye giden bir yol olarak gördükleri için çok  önemsediklerini ama bu kararı; bilerek alan Türkiye’yi engelleyemeyecekleri için  farklı dozlardaki açıklamalarla yetindikleri anlamına geliyordu. Türkiye, 10-15  sene önce bunu yapmaya kalksaydı; Batı’nın Ayasofya tepkisi nasıl olurmuş  görürdük. Ayrıca, Allah muhafaza etsin ama ülke yönetimi bir gün; yine “İMF ile anlaşın, Suriye’de ne işimiz var, PYD  terör örgütü değil” ve “Eski yönetim  sistemine geri döneceğiz” diyenlerin eline geçerse, Haçlıların “rövanşı”  nasıl alacağını görürüz. Çünkü “iç meselemiz” masallarının aksine Ayasofya, tam  bir bağımsızlık ve güç göstergesidir. Kim güçlüyse onun inancını temsil eder.  Hristiyanlar “müze”ye de; “örtülü kilise” olarak gördükleri için sahip  çıkmaktadırlar.
İÇİMİZDEKİLER,  HAÇLILARDAN DAHA ÖFKELİ
Bendeniz, asıl içimizdeki Bizans kalıntılarının tepkisini  merak ediyordum. Çünkü bunlar, bu ülkenin imkanlarıyla semirip, bu millete ve  devlete saldıran yüzsüzlerdir. Bunlar, terör dahil her aracı kullanarak Türkiye’yi  kuşatan emperyalistlere ve içimizdeki uzantılarına karşı yürütülen mücadele  neticesinde huzur ve refah içerisinde rahat yaşar ve güçlü Türkiye’nin itibarlı  pasaportuyla bütün dünyada hava atar, sonra da; düşmanlarımıza arka çıkarlar.
İşte bu kesimin, 10 Temmuz’dan itibaren birikmeye başlayan  Ayasofya öfkesinin nereden fışkıracağını merakla bekliyordum. Çünkü açıkça  karşı çıkamıyor; hatta “açılma” kararı 86 yıllık ayıbın da üzerini açtığı için utanıyor,  öfkelerini kusacakları bir bahane arıyorlardı.
Önce “kılıç”a takıldılar. Fethin sembolü olan bu kılıcı neden  bu kadar üzerlerine alındıklarını anlayamadık. Sanki “Zulüm 1453’te başladı” diyenler bunlardı! Ve “Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” cümlesini  sakız gibi çiğniyorlar.
Bu hassasiyet, bu lanetin vuku bulduğunun kabul edilmesi  anlamına gelmiyor mu? O zaman sadece bunu hatırlatanın suçu ne? Yani, “ceza”nın  öfkesini, ihbarnameyi getiren kuryeden çıkarmak gibi saçma bir tepki…
Bu arada nefretlerini kusmak için bir zorlama malzeme  daha keşfettiler. İslam coğrafyasının bugün Haçlı-Siyonist İttifak elinde  oyuncak olmasının en önemli sebeplerinden biri Hilafetin kaldırılmasıdır. Hatta  İngilizler, sömürü düzenleri önündeki “Hilafet” engelinden kurtulmak için  Osmanlı’yı yıkmışlardır. Ama aradan yüz yüz yıl geçtikten sonra bir “Halife”  ihdas etmekle o fonksiyonun yerine gelmeyeceği ortadadır. Ayrıca Amerikan uşağı  BAE, Mısır ve S. Arabistan ile mi Hilafet kuracağız! Ancak, hiçbir karşılığı  olmayan bir hatırlatmayı, bir  “rejim”  tartışmasına dönüştürmeye çalışmak sanırım kifayetsiz öfkelilerin malzeme  sıkıntısından kaynaklanan bir acziyettir.
Bırakın bu ucuz kahramanlıkları. Cumhuriyet, bu milletin;  büyük bedeller ödeyerek kazandığı ortak değeridir. Bugün İslamiyet’in,  Türkiye’deki kadar doğru ve rahat yaşandığı bir İslam ülkesi yoktur.
Bunlar basit bahaneler. Ayasofya Camii’nin açılışına  sevinemediniz, hatta nedense; Haçlılardan fazla öfkelendiniz.
Ama bu sizin probleminiz. Hazmetmekte zorlanıyorsanız  üzerine “soda” içebilirsiniz.
Bütün Müslüman kardeşlerimin bayramını tebrik ediyorum…