Eskiden ne güzel koştururlardı... Zülfü Livaneli sazıyla sözüyle, Mehmet Bekaroğlu“vicdana vicdana” vuran açıklamalarıyla, Yaşar Kemal uluslararası karizmasıyla...
Hem devlete çağrı yaparlardı, hem örgüte... Yani DHKP-C’ye.
Tecrit kaldırılsın... F Tipi uygulaması gözden geçirilsin... Cezaevi şartları iyileştirilsin... İnsanlar ölmesin...
Böyle derlerdi.
Hiç esnemeyen, tankıyla bazukasıyla aletse bekleyen, “açlık grevinde ölmezlerse, nasılsa operasyon yapıp biz onları öldürürüz” tavrını kuşanmış devleti geri adım atmaya, hiç değilse nadim olmaya zorlarlardı...
Devlet geri adım atmazdı...
Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ayrı telden çalardı, Cezaevleri Müdürü Ali Suat Ertosun ayrı telden çalardı...
Başbakan’ın adı var kendi yoktu...
Şair, romantik ve “duyarlı” Başbakan’ın kılı kıpırdamazdı ölüm oruçları karşısında...
Medya da hiç oralı olmazdı...
Büyük medyada iş tutan arkadaşlar kendi özel gündemlerinin peşinden koşarlardı...
Mürteci ararlardı...
Testisten, şurdan burdan “darbe gerekçesi” çıkarmaya uğraşırlardı...
Parlamenter demokrasinin tükendiğini, “yegâne kurtuluşumuzun teknokratlar hükümetinde olduğunu” yazarlardı...
Devletin duyarsızlığından şekvacı “Livaneli-Bekaroğlu-Kemal” triosu, ayrıca örgütten de bu tatsız eylemi durdurmasını ister, hiçbir şeyin insan hayatından daha değerli olmadığını, “ölerek esasında bir şeyin halledilemeyeceğini” söylerlerdi.
Etki uyandırırlardı...
Şimdi ortalıkta etki uyandırması beklenen ve “Livaneli-Bekaroğlu-Kemal” triosunun sorumluluğunu üstlenecek bir tek aydın yok.
Bir tek vicdan sahibi gazeteci...
Bir tek vicdan sahibi sanatçı...
PKK’nın yönlendirmesiyle, hatta “baskısıyla” başlayan açlık grevleri beklenen “vicdan hareketini” doğurmadı...
Pardon, sağdan soldan kafa çıkarıp “devlet adım atsın, tek suçlu devlet, devlet isterse bu iş biter” diyorlar, “vicdanlıymış gibi” yapıyorlar, açlık grevlerinden meydana gelecek kayıpları şimdiden siyasi iradeye fatura ediyorlar ama, “örgüt de adım atsın, anadilde savunma hakkı komisyondan geçti, cezaevi şartları eskisine göre daha da iyi, Öcalan da istediği akrabasıyla görüşebiliyor, insan hayatı üzerinden pazarlık olmaz, örgüt bu grevleri durdursun, ayıptır günahtır zulümdür” demiyorlar...
Üstelik, tankıyla bazukasıyla aletse bekleyen bir devlet yok...
Hiçbir yönetici Ali Suat Ertosun genişliğinde ve rahatlığında değil.
Hikmet Sami Türk vicdanının yerinde ise yeller esiyor...
Buna rağmen kimsenin dili “örgüt de üzerine düşeni yapsın, insanlar ölmesin” demeye varmıyor.
İstiyorlar ki gerginlik devam etsin.
İstiyorlar ki cezaevinden tabutlar çıksın.
Böyle olursa, “sandık”ta alt edilemeyen hükümet zora girecek, Recep Tayyip Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanlığı” suya düşecek.
Belki iç savaş çıkacak.
Belki darbe olacak.
Belki bize çok acı çektirecek büyük bir altüst oluş yaşanacak.
Böylece, seçim sonuçlarını tutturma başarısı gösteren Tarhan Erdem, darbe sonucunu da tutturarak tarihe geçecek.
İlginçtir, bunu BDP’liler de istiyor, ulusalcılar da istiyor, Ergenekoncular da istiyor, Maocular da istiyor, bazı “liberal” aydınlar da istiyor, Beyaz Türkler de istiyor, Kemalistler de istiyor...
Mustafa Karaalioğlu’nun dünkü yazısının başlığı manidardı: “Aydınlar istese, eylem çoktan biterdi.”
Son durum şudur:
Muhalefet yapamayanlar, ortaya doğru dürüst “fikir” koyamayanlar, darbeden umudunu kesenler, maaile, cezaevlerinden gelecek ölüm haberlerini bekliyor...