Ortadoğu, bir kez daha şiddetin ve istikrarsızlığın merkezine oturdu. İsrail'in İran'a yönelik doğrudan füze saldırıları; nükleer tesisleri, kritik komutanları ve stratejik altyapıyı hedef alarak bölge siyasetinde radikal bir kırılmaya sebep oldu. Bu eylem, uluslararası hukukun temel prensiplerini açıkça ihlal ederken, İran'ın haklı karşılığı ve İsrail'e misillemede bulunması yeniden küresel gündemin merkezine yerleşti.
İsrail'in gerçekleştirdiği saldırı, savunma değil, doğrudan bir taarruzdur. Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 2(4). maddesi uyarınca, kuvvet kullanma tehdidi ve kuvvet kullanımı uluslararası hukukta yasaktır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın İran'a dair raporları ile İran'ın nükleer silaha erişebileceğine dair algı oluşturması sonrasında "Önleyici meşru müdafaa" kavramına dayanarak bu saldırıyı meşrulaştırmak isteyen İsrail yönetimi, aslında normların dışına çıkarak uluslararası düzenin temellerini sarsmıştır.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı raporlarına göre İran'ın nükleer programı, son yıllarda kontrol altında tutulmaya çalışılırken, İsrail'in askeri eylemi bu çabaları da sabote etmiştir.
FÜZELER TAHRAN'I MASAYA ZORLAR MI?
İran açısından durum daha da karmaşıktır. Saldırılara verilen yanıtlar ve sınırlı tepkilerle yetinilmesi, rejimin caydırıcılık kapasitesinin ciddi biçimde aşındığını göstermektedir. İran'ın iç politikası uzun süredir ekonomik kriz, genç nüfusun rejime olan güvensizliği ve bölgesel vekil güçlere dayalı asimetrik stratejilerin tıkanmasıyla zayıflamış durumdadır.
Saldırı sonrası verilen sınırlı tepkiler, yalnızca sembolik anlam taşımış, gerçek bir karşı koyuş sergilenememiştir. Bu, İran'ın sadece askeri değil, diplomatik izolasyonunun da ne kadar derinleştiğini ortaya koymaktadır.
Bölge açısından bu gelişme yeni bir istikrarsızlık eşiğine işaret etmektedir. Körfez ülkeleri tedirgin, ABD ve Avrupa ise sessizdir. Çin ve Rusya'nın diplomatik uyarıları, sahada caydırıcı bir karşılık üretememektedir. Dolayısıyla bu saldırı, sadece iki ülke arasındaki bir kriz değil, çok kutupluluğa evrilen uluslararası sistemin nasıl kuralsızlaştığını da gözler önüne sermektedir.
Bununla birlikte, yaşanan bu ağır saldırı İran açısından yeni bir kırılma noktası yaratabilir. Askerî caydırıcılığın zayıfladığı bir denklemde, rejimin hayatta kalma ve istikrarı koruma güdüsü, İran'ı yeniden diplomasiye yöneltebilir.
Özellikle nükleer faaliyetlerin uluslararası denetime açılması, UAEA ile iş birliğinin yeniden başlatılması ve 2015 tarihli Kapsamlı Ortak Eylem Planı'na (KOEP) benzer bir çerçevenin tesis edilmesi ihtimali, yeniden gündeme gelebilir. ABD ile dolaylı temasların canlandırılması ve bölgesel tansiyonun düşürülmesine dönük bazı açılımlar, İran rejiminin içerideki baskıyı hafifletmesi ve dış tehditleri sınırlaması açısından pragmatik bir seçenek olarak öne çıkmaktadır. Bu olasılık, hem İran için bir nefes alma fırsatı, hem de uluslararası toplum için kontrol mekanizmalarının yeniden inşası anlamına gelebilir.
KİM DURDURACAK?
İsrail'in hesapladığı, İran'ın hava savunma sistemindeki zayıflığıydı ve bu doğru çıktı. Ancak mesele sadece İran'ın değil, uluslararası hukukun ve bölgesel dengelerin çökmesidir. Bu saldırı, gelecekte başka ülkeler için de tehlikeli bir örnek teşkil edecektir. Hukukun değil, gücün belirleyici olduğu bir düzenin kapısı bir daha kapanmamak üzere açılmıştır.
Bu saldırılara uluslararası toplum sessiz kalırsa, artık hiçbir ülkenin egemenliği, hiçbir halkın güvenliği garanti altında değildir. İran'ın nükleer faaliyetleri denetlenmeli, ama bu denetim füze yağmurlarıyla değil; şeffaf, bağımsız ve barışçıl mekanizmalarla sağlanmalıdır. Aksi takdirde Ortadoğu, her an patlamaya hazır bir nükleer fay hattına dönüşür ve dünya, bir kez daha hukuku değil gücü esas alan aktörlerin tahakkümüne teslim olur.