İsrail'in, Filistin'e insani yardım taşıyan Medleen gemisine gerçekleştirdiği müdahale, uluslararası hukukun bir kez daha ağır biçimde ihlal edildiğini ortaya koymuştur. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere birçok devletin ve uluslararası kuruluşun bu olaya karşı sessiz kalması ise, sadece hukuksuzluğu değil aynı zamanda küresel vicdanın da çöküşünü simgelemektedir.
Bu müdahale, münferit bir olay ya da birkaç aktiviste yönelik bir eylem olarak görülemez. İsrail'in yıllardır sürdürdüğü Filistin politikasının bir parçası olan bu tür saldırılar, uluslararası hukukun, insan haklarının ve evrensel normların temelini sarsmaktadır. Hatırlanacağı üzere İsrail, 2010 yılında da Mavi Marmara gemisine benzer bir şekilde hukuksuzca müdahale etmiş, uluslararası sularda sivil canlara kastederek büyük bir infial yaratmıştı. Bugün aynı zihniyet, aynı kararlılıkla insanlık hukukunu ihlal etmeye devam etmektedir.
İsrail, sadece bir devleti değil, bir halkı Filistin halkını sistematik biçimde açık hava hapishanesine mahkûm ederek yokluğa ve yoksunluğa sürüklüyor. Bu sürece karşı ses çıkaranları ise ya itibarsızlaştırıyor ya da düşman ilan ediyor. Bugün Netanyahu hükümeti, sivil-asker ayrımı gözetmeden tüm Filistin halkını hedef alan politikalarını pervasızca sürdürüyor.
Ne yazık ki dünya kamuoyu bu zulme karşı güçlü ve caydırıcı bir duruş sergileyemiyor. Yapılan açıklamalar çoğu zaman yalnızca kınama düzeyinde kalıyor; somut adımlar atılmıyor. Bu pasif tutum, İsrail'e her defasında daha ileri gitmesi için zemin hazırlıyor. Geldiğimiz noktada, İsrail'in küresel dengeler karşısında çekinmeden hareket ettiği, uluslararası hukukun caydırıcılığını yitirdiği acı bir gerçek.
Bu ortamda en dikkat çekici duruşu, şüphesiz Türkiye sergiliyor. Ankara, İsrail'i açıkça bir terör devleti olarak tanımlamış, Gazze'de yaşananları soykırım olarak nitelemiş ve bu tutumunu uluslararası platformlarda cesurca dile getirmiştir. Ancak mevcut uluslararası sistemin yapısı, Türkiye'nin yalnız başına attığı adımların etkisini sınırlı kılmaktadır.
Bu noktada Türkiye'nin yapabileceği en stratejik hamle, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) başta olmak üzere bölgesel ve küresel aktörlerle işbirliğini artırmak ve kolektif bir baskı mekanizması oluşturmak. Özellikle Katar ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin liderliğinde, sembolik değil, etkili ve sonuç odaklı insani yardım konvoyları – örneğin denizden veya karadan Gazze'ye ulaşmaya çalışan kolektif girişimler organize edilmeli. Bu tür adımlar, İsrail'in yalnızlığını derinleştirirken, hukukun üstünlüğüne vurgu yapan bir direnişin simgesi olacaktır.
Netanyahu hükümetinin bu yalnızlaşması, sadece Filistin için değil, küresel düzenin yeniden tesis edilebilmesi için de kritik bir eşik. Aksi halde sadece Gazze değil, tüm dünya sisteminin temelini oluşturan uluslararası hukuk, insan hakları ve evrensel normlar ciddi bir krizle karşı karşıya kalacak.