Bir grup gazeteci arkadaşla birlikte (Sevilay Yükselir, Turgay Güler, Meryem Aybike Sinan, İsmail Kapan) Malatya’daydık.
Malatya, söylemesi ayıptır, benim memleketim.
Hayatımın bir bölümü (ilk 21 senesi) bu kentte geçti.
Malatya bir çok şey demek (Kayısı, Yeni Cami, Horata, Yeşilyurt, Kernek, Beydağı, İsmet Paşa, Turgut Özal) ama benim için öncelikle ve özellikle Boğaziçi Çay Evi demektir, Hayırlarda Yarış Cemiyeti demektir, Sait Çekmegil demektir, Nuri Baba demektir, Cumali Ünaldı demektir, rahmetli Burhan Bayhan demektir, Bekir İnce demektir, Kadir Gültekin demektir, Söğütlü Cami civarındaki kitap sergileri demektir, İstanbul Pasajı demektir.
İstanbul Pasajı’ndaki sahaf dükkânında (kulakları çınlasın Muharrem Keçeci ağabeyin, hâlâ eski ve tozlu kitaplar arasında didinip duruyor) Oğuz Atay’ın Sinan Yayınları baskısı “Tutunamayanlar”ını bulduğumda, nasıl mutlu olmuştum.
Bizi başka bir “bakış açısına” çağırıyordu rahmetli...
Henüz uyarında olmadığımız bir bakış açısı...
Taşranın mücbir yoksunlukları içinde kendisini gerçekleştirmeye (hadi doğrusunu söyleyelim, “yırtmaya”) çalışan bir “taze dimağa” yeni ve farklı şeyler söylüyordu: Meselelerimizi “ironi”yle aşmak mümkündü. Daha doğrusu, bunun mümkün olabileceğini söylüyordu...
İstanbul Pasajı sohbetlerimize Selim Işık, Turgut Özben, Süleyman Kargı ve İzzet Yasar’ın “Dönüşü Olmayan Hikayeler”indeki sinik ve ironik karakterler eşlik ederdi: Türkiye siyasasına ilişkin söylenenler mutlak (gerçek) değildi; işin içinde bir illüzyon vardı; bunu fark edebilmek için de ironik bir bakışı temellük etmek gerekirdi.
Malatya, sonra, “itiraz” demek değil miydi?
Zaman zaman patolojik bir görünüm arz etse de, “itiraz kültürü” dendiğinde akla gelen ilk “entelektüel kanon”lardan biri Malatya değil miydi?
Hayatımın ilk 21 yılının geçtiği bu kente ne çok şey borçluyum...
Ziya Kesriklioğlu dostumla konuşurken, kendimi gerçekleştirdiğim Malatya’yı bulamadığımı, “hatıralarım”ın yerinde yeller estiğini söylemiştim; o da “teyiden” Londra’dan, Roma’dan, Paris’ten örnekler vermişti.
Böyleydi bu işler...
Malatya imarsız ve plansız geçmişinden kurtulmak zorundaydı;
çocukluğumuzun ve ilk gençliğimizin geçtiği mahalleler değişiyordu; değişmek zorundaydı; yeni mahalleler kuruluyordu, yeni yollar açılıyordu, yeni binalar dikiliyordu ve artık yeni bir dünyanın şeraiti egemendi; geçmişimizin izlerini bulamıyorduk ama yeni ve modern bir kent kazanıyorduk.
Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır’ın bu kent için bir şans olduğunu söylemeliyim.
Bu gidişimde, Malatya’nın çehresini daha da değişmiş buldum.
Önümüzdeki dönemde “büyükşehir” statüsüne geçecek kentte yoğun ve olağanüstü bir çalışma var. Denilebilirse, koca kent, adeta bir şantiye alanını andırıyor. Altyapı sorunları “tamamen”halledilmiş durumda. Bununla birlikte yeni bulvarlar, yeni parklar, kültür merkezleri, sosyal tesisler, yeni ulaşım vasıtaları, meslek edindirme kursları, engelliler için ulaşım hizmeti, sağlık merkezleri...
Bu kez Malatya’yı daha “açılmış” ve “aydınlık” buldum.
Hatta, daha yeşil.
Malatya Valiliği’nin “çabalarını” da anmalıyım burada.
Malatya Valisi Vasip Şahin, önceki dönemde başlamış “ağaçlandırma kampanyasını” kaldığı yerden devam ettiriyor. Malatya’nın yüz akı “Malatya Kitaplığı”yla ilgili çalışmalar da aynı hızla sürüyor. Bu seriden çok değerli kitaplar yayımlandı.
Biz, bir gurup gazeteci, kentteki faaliyeti “yerinde görmek” üzere Malatya’ya gittik.
Memnun ve müteşekkir ayrıldık.
Malatya’mızın sahipsiz olmadığını görmek sevindiriciydi.