Kürt Açılımı ne vakit başladı? Bana kalırsa net bir tarih vermek anlamlı değil, zaten mümkün de değil. Ama açılımın retoriği açısından Başbakan Erdoğan’ın 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşma hususi bir yere sahip. Bugün Kürt sorununu tartışırken dile getirdiğimizhususlar o konuşmanın çok fevkinde olsa da o gün Başbakan Erdoğan Kürt sorununu çözecek bir aktör olarak ortaya çıktı ve bence o başlangıç aynı zamanda süreci sabote edecek, çözümü zora sokacak güçler için de bir işaret fişeği oldu.
Ne zamanki Kürt Açılımı ciddi ciddi bir devlet politikası olarak şekillenmeye başladı, evvela Kürt siyasetinin bir kısım aktörleri, meseleyi rekabet düzleminde ele almaya başladı. İlk defa devlet Kürt sorununu kabul etmiş, Kürt sorunu ile terör sorununu aynılaştıran yıkıcı söyleme son vermiş, iyi kötü bir şeyler yapmaya başlamıştı ki siyasi rekabeti de aşan bir husumet dili devreye girdi.
İyimserlik mi, iyi niyet mi?
Herhalde AK Parti hükümetleri bu süreçte tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla yol alınmayacağını tahmin ediyordu ama “bu kadarı da beklenmiyordu.” Hani Başbakan Erdoğan’ın BDP Milletvekili Sırrı Sakık’a söylediği gibi, “elinden geleni yaptı fakat karşılık bulmadı.”
AK Parti siyasette hünerli olmasına rağmen “çözüm yoluna döşenen mayınları” tümden hesaba katamadı. Açık söylemek gerekirse iyi niyet ve iyimserlik arasındaki nüans üzerinde yeterince durulmadı. Siyasette “iyimserlik” iyi sonuçlar doğurmayabiliyor. Nitekim iyimserlik “iyi niyeti” sabote eden gelişmelere yol açtı. “Mevsim değişir Akdeniz olur” şarkısına eşlik edenler çözümsüzlüğün yoluna döşenen mayınlarla karşılaştı.
Başlıktaki soru rahatsız edici olabilir. Doğrusu bu sorunun sorulma amacı, “tabii ki hayır” cevabını peşinen vermek değil. Biraz yüksek sesle düşünmek, “nerede hata yapıldı” sorusunu daha dikkat çekici kılmak... “AK Parti’nin Kürt sorunu ile imtihanı” açılımla birlikte başlamış değil, iktidar olduğu ilk günden beri Kürt sorunu AK Parti için birinci derecede önemliydi. Ama sorunu nasıl bir yordamla ele alacağı zaman içinde netleşti.
Öldürürüz de çözdürtmeyiz!
Teoride sorun yoktu, “Cumhuriyet’in iki ötekisi” el birliği edip devleti tüm toplum nezdinde meşruiyete kavuşturacaklardı. Üstelik bu “iki öteki” (Kürtler ve İslamcılar) Ahmet Altan’ın gözlükleriyle bakınca görüldüğü gibi ayrı iki kategori değildi; Kürtler bu ülkenin aynı zamanda en dindar kitlesini oluşturuyordu. Demokratik bir Türkiye’de Kürtlerle Türklerin birlikte yaşamamaları için hiçbir sebep yoktu. Fakat bunun kimin eliyle gerçekleşeceği birden bire sorunun çözülüyor olmasından daha önemli hale geldi.
İş “ölürüz de, öldürürüz de çözdürtmeyiz”e vardı.
Soru hala orada duruyor; “Kürt Açılımı hata mıydı?” Bu soruyu son tahlilde “tabii ki hayır” diyorum ama şunu da aklımda tutuyorum, acaba AK Parti açılımın söylemini politikasının gövdesi olarak kurgulamasaydı ve bu kadar güçlü bir siyasi aktör olarak temayüz etmeseydi, daha farklı olur muydu?
Bugüne kadar açılımın üzerinde durulmayan en önemli sonucunun, Türkiye kamuoyunu Kürt sorununun çözülmesi gerektiğine ikna etmek olduğunu düşündüm. Fakat Kürt sorununu terör sorunundan ayrıştırmak suretiyle çözüm sürecine sokan güçlü bir siyasi aktöre “biz sana bunu nasip etmeyeceğiz” diyen bir karşı hamle söz konusu. Ayrıca bu değirmene su taşıyanlar da az değil. Bugün açılımı yetersiz bulanlar, açılım durdu diyenler, “ önerilerimiz dikkate alınsaydı böyle olmazdı” sitemi savuranlar, “AK Parti sayesinde Kürt sorununu fark eden bir yığın zevat” çözümün değil çözümsüzlüğün kilidi oluyor.
Zor zamanda susanlar şimdi çatır çatır konuşuyor.