Bayramda “bayram yazıları” yazılır, nostalji yapılır, “kurbanın faziletlerinden” söz edilir, tamam da, adam yalan söylüyorsa ve buradan bir siyaset türetmeye çalışıyorsa, usulüne göre kulağı da çekilir.
Neymiş, Türkiye basın özgürlüğü konusunda tarihinin en karanlık dönemini yaşıyormuş...
Bilmem kaç gazeteci tutukluymuş, bilmem kaçı da susturulmuş...
Filanca kuruluş bir rapor yayınlamış, Türkiye’deki içler acısı durumu gözler önüne sermiş.
Sultan Abdülhamit döneminde bile böyle değilmiş...
Filanca kuruluşun raporunu ben de okudum. Listede ismi geçen isimleri tek tek inceledim.
Şunu gördüm:
Uluslararası ayağı da olan müthiş bir “dezenformasyon çalışması” yürüyor ya da yürütülüyor.
Hiçbir zaman Türkiye’nin, “basın özgürlüğü” konusunda ideal bir noktada olduğunu düşünmedim.
Sultan Abdülhamit’in güya “istibdat” rejimine son verip “sansürsüz” bir rejim kuranlar, köprübaşında gazeteci vurdurtmuşlardı, gazete kapatmışlardı, “sürgün mekanizmasına” işlerlik kazandırmışlardı.
Cumhuriyet dönemi uygulamaları daha beterdir, İttihat ve Terakki’ye rahmet okutmaktadır
Hemen aklıma, İsmet Paşa mamulü “Takrir-i Sükûn Yasası” geliyor.
Kaç gazetenin ömür boyu faaliyetten men edildiğini, hangi gazetecilerin susturulduğunu (yani İstiklal Mahkemeleri’ne yollandığını) ve ne karşılığında affedildiklerini “google”a sorun... Ayrıca Ahmet Emin Yalman, Hüseyin Cahit Yalçın, Esref Edip isimlerini bir kenara kaydedin.
Sonra da şu soruları sorun:
Nazım Hikmet ve Kemal Tahir ne yapmışlardı da, 28 yıl ağır hapis cezasına çarptırılmışlardı?
Sabahattin Ali’nin kafasını odunla parçalama fikriyatı kime, hangi milli konsorsiyuma aitti ve bu konsorsiyumun icracı elemanı hangi “milli teşkilatın” üyesiydi?
Biricik düşü “eşitlikçi bir Türkiye” olan Arif Oruç niçin Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştı?
Necip Fazıl Kısakürek kime ne yapmıştı?
Osman Yüksel Serdengeçti, hangi suçunun karşılığı olarak yıllarca zindanlarda çürütülmüştü?
Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, İlhan Darendelioğlu cinayetleri hangi “milli ve militer mekanizmanın” ürünüydü?
Çoğaltılabilir...
Filanca kuruluşun raporuna dayanarak “Türkiye basın özgürlüğü konusunda tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor” diyen arkadaşa soruyorum:
Marina bombalamak ne zamandan beri gazetecilik sayılır oldu?
PKK’ya kuryelik yapmak... Üstelik “suçüstü” yakalanmak...
Kitle eylemlerini örgütlemek...
Molotof kokteyl atmak...
Dağa militan yollayan mekanizmanın “askerlik şubesi memuru” gibi çalışmak...
Darbenin tedvirine memur yazılmak...
Karargahta pişen haberleri sorgusuz sualsiz manşete çekmek...
Bu mudur gazetecilik?
Marina bombalayan militanları gazeteci sayıyorsunuz da, neden hiçbirinizin aklına “Salih Mirzabeyoğlu niçin idama mahkum oldu ve niçin ömür boyu hapis yatacak?” sorusunu sormak gelmiyor?
Neden Mehmet Şevket Eygi, Selahattin Eş, Sadık Albayrak, Şule Yüksel Şenler, Emine Şenlikoğlu, Nurettin Şirin, Hakan Albayrak gibi isimler hiçbir yazınıza, hiçbir raporunuza, hiçbir nümayişinize konu olmadı ve konu olmuyor?
Tamam, “Ergenekon soruşturması” çerçevesinde tutuklanan meslektaşları anlıyoruz...
Biran önce salıverilmeli ve tutuksuz yargılanmalıdırlar.
İyi de birader, marina bombalayan militanlara gösterdiğiniz hassasiyeti, neden son zamanlarda görünürlük kazanan “yargı devleti” konusunda göstermiyorsunuz?