Fransız I’Humanite Gazetesi ve Avrupa Parlamentosu’ndan Patrick le Hyaric, Odatv Davası’nın tutuklu sanığı Soner Yalçın için “özgürlük kampanyası” başlatmış...
Sevindirici haber...
Kampanyanın en sevindirici tarafı da şu:
Paris Belediyesi, Soner Yalçın’ı “evlat edinme” kararı almış.
Bu, Soner Yalçın özgürlüğüne kavuşana kadar, Paris Belediyesi tarafından uluslararası kamuoyunda desteklenmesi anlamına geliyormuş.
Fransa’daki bu güzel gelişmeleri sağlayan olay, biliyorsunuz, Soner Yalçın’ın Le Figaro gazetesinde yayımlanan mektubuyla başladı.
Mektup, Fransa halkına hitaben yazılmış.
Mezkur gazetede, “Hapisteki Bir Türk Gazeteciden Mektup” başlığı altında yayımlanan yazısında (mektubunda) Yalçın, “İfade özgürlüğünü ve rasyonalizmi sizlerden öğrendik. Var mı dışarıda biri?” diye soruyor ve başına gelenlerin “polisin hizmetinde bir din örgütünün komplosu” olarak açıklıyor.
İşin bu tarafına karışamam... “Komplodur” yahut “değildir” deme mevkiinde değilim.
Temennimi söyleyebilirim:
Bu “tutukluluk” bitsin.
Delilleri karartma ihtimali yoksa, kaçma şüphesi de bulunmuyorsa, pekala tutuksuz yargılanabilir... Nitekim, “Özel Yetkili Mahkemeler”in kaldırılmasıyla birlikte, tutukluluk sürelerinin kısa tutulması yönünde bir imkân oluştu ve mahkemenin bu durumu değerlendirip tutukluluk haline son vermesi beklenirdi.
Bir temennim de şu:
Dilerim suçsuzdur ve atılı suçlardan beraat eder.
Bunu bütün samimiyetimle diliyorum...
Fransız halkının vicdanına seslenen ve etkili de olan Soner Yalçın, arada sırada yurt içindeki gazetelere ve köşelere de konuk oluyor.
En son Ertuğrul Özkök’ün köşesinde bir mektubunu okuduk.
Etkili bir mektup olduğunu söyleyebilirim...
En azından ben etkilendim.
Bu yazıyı da vaki “etki” üzerine yazıyorum zaten...
Çünkü, cezaevi öncesi dönemlerinde gizlenmeyi, kamuoyu önüne çıkmamayı, denilebilirse sisler puslar içinde yaşamayı tercih eden Soner Yalçın, ilk kez canlı, ete kemiğe bürünmüş, acı çeken, çektiği acıyı “etkili kelimelerle” anlatan sahici (yaşayan) bir insan olarak ortaya çıkıyor.
Madem “yaşayan bir kişi” olarak aramızda ve acı çektiğini göstererek bir fanilerle olan durumunu eşitlemiş görünüyor, bunu fırsat bilip soralım... Zira, oluşturduğu yahut oluşturulmuş “Soner Yalçın mitiyle” bu meseleleri konuşamazdık, konuşmaya yeltensek de herhangi bir karşılık alamazdık.
Hangi düşünceden, hangi barikattan, hangi dünya görüşünden gelirse gelsin, acı çektiğini beyan eden bir insana, ancak çektiği acının prizmasından bakarız ve anlamaya çalışırız.
Soner Yalçın’ı anlıyorum...
Soner Yalçın da, sahibi bulunduğu internet sitesinde yaptığı yahut yaptırdığı haberlerle acı verdiği, hayatlarını kararttığı, toplum içine çıkamaz hale getirdiği insanlar hakkında empati yapacak mı, onları anlayacak mı?
Benimsediği “habercilik yordamını” gözden geçirecek mi?
Bel altı vuruşlardan vazgeçecek mi?
Hemen aklıma “İsmail’in anasının nasıl bellendiği”, hangi ünlü gazetecinin mutluluk çubuğu taktırıp bunu hangi hanımefendi üzerinde denediği, hangi medya patronunun hangi çalışanı tarafından boynuzlandığı, kimin eşcinsel parfümü kullandığı türünden iğrenç haberler (iftiralar) geliyor.
Bunların hepsi ve daha fazlası, Soner Yalçın’ın sahibi bulunduğu internet sitesinde yayımlandı...
Şu sıra, şahsımla da ilgili çirkin, hakaretamiz, küçültücü yazılar yayımlanıyor ve bunlarla nasıl baş edeceğimi bilemiyorum.
Paris’in evladı olsun...
İyi olur da, biraz da bu toprakların evladı olsa ve incittiklerinden özür dilese... Hiç değilse, böyle bir şeyi aklından geçirse...
Diyeceksiniz ki, “Adam tutuklu ve acı çekiyor. Sırası mı bunları gündeme getirmenin?”
İyi ya, ben de acı çeken insan yayına sesleniyorum işte.
Çıktığında, kendisine seslenebileceğimiz imkânları ortadan kaldıracak ve yine “Soner Yalçın mitinin” arkasına gizlenecek.