Türkiye'nin son 47 yılına damga vuran en temel güvenlik sorunu şüphesiz terör. 1984'te ilk silahlı saldırısını gerçekleştiren PKK, yıllar içinde sadece bir güvenlik tehdidi olmakla kalmadı; aynı zamanda toplumsal barışa, ekonomik kalkınmaya ve siyasal bütünlüğe zarar veren bir kriz haline dönüştü
Güneydoğu Anadolu'da OHAL uygulamaları, kırsalda yoğun çatışmalar ve büyük göç dalgaları, toplumsal hafızada derin izler bıraktı. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Kürt meselesine farklı yaklaşabilen nadir devlet adamlarından biriydi. Kürt kimliğini tanımak, bazı yasakları kaldırmak ve siyasal çözüm yolları üretmek istiyordu. 1993'te PKK, tek taraflı ateşkes ilan etti. Ancak Özal'ın ani vefatıyla süreç başlamadan bitmişti.
AK Parti, 2009'da "Kürt Açılımı" adıyla yeni bir sayfa açtı. TRT Kürdi kuruldu, bazı yasaklar kaldırıldı, kültürel haklar genişletildi. Özellikle 2013'te başlatılan Çözüm Süreci, Türkiye'nin tarihinde ilk defa terörsüz bir gelecek tahayyülü ümidi yeşermişti. İmralı ile doğrudan görüşmeler yürütüldü. Ancak 2015'te başlayan hendek terörü, çözüm sürecini yerle bir etti. PKK'nın şehirlerdeki silahlı yapılanması, kamu düzenine ağır bir darbe vurdu. Güvenlik-devlet refleksi yeniden ön plana çıktı.
Günümüzdeki çözüm süreci konjektürel olarak çok farklılar içeriyor. Öncelikle günümüzde Türkiye hem içeride hem dışarıda terörle mücadelede çok daha farklı bir konumda. Özellikle 2016 sonrası geliştirilen yeni güvenlik konseptiyle terör tehdidi sınır ötesine taşındı. Irak ve Suriye'nin kuzeyine yönelik "Pençe" serisi operasyonlar sayesinde örgütün Türkiye içindeki hareket kabiliyeti ciddi biçimde daraltıldı. MİT, TSK ve Jandarma arasındaki operasyonel entegrasyon, insansız hava araçlarıyla geliştirilen takip sistemleri ve dijital istihbarat kapasitesi ile ciddi bir dönüşüm yaşandı. Ayrıca, 15 Temmuz sonrası FETÖ terör örgütüne yönelik kararlı mücadele, devlet kurumları içerisindeki örgüt mensuplarının temizlenmesini sağladı. Bu süreç sayesinde siyasi irade ve sahadaki uygulamalar arasında tutarlı ve etkin bir uyum yakalandı. Önceki dönemlerde FETÖ mensuplarının farklı çıkar ve gündemlerle siyasi kararları sabote etmesi artık mümkün değil; böylece Türkiye'nin terörle mücadele stratejisi sahaya daha net ve kararlı bir biçimde yansıdı. Türkiye'nin kırk yıla yaklaşan terörle mücadelesinde en karmaşık denklem, hiç şüphesiz Suriye olmuştur. Çünkü Türkiye'nin mücadele ettiği terör örgütü PKK, yalnızca kırsalda barınan bir yapı değil; dış destekle şekillenen, jeopolitik konjonktürle varlık kazanan bir aktördü. Bu denklemde Suriye rejimi hem geçmişte hem bugün örgüte doğrudan ya da dolaylı olarak hayat alanı sunmuştu. 1980'li ve 90'lı yıllarda Hafız Esed, PKK'yı Türkiye'ye karşı doğrudan bir koz olarak kullandı. Terörist başı Öcalan yıllarca Suriye'de barındırıldı; Bekaa Vadisi, örgütün eğitim ve lojistik üssü haline gelmişti.
Ancak 2011'de başlayan Suriye İç Savaşı ile bu tablo tersine döndü. Esed, doğrudan PKK'nın Suriye kolu YPG/PYD ile sahayı paylaştı. Rejim güçleri kuzeyden çekildi, boşluk YPG tarafından dolduruldu. ABD'nin YPG'yi "DAEŞ'e karşı kara gücü" olarak kabul etmesi, bu yapıya hem askeri hem siyasi alan açmıştı. Türkiye'nin 40 yılı aşkın süredir PKK/YPG terörüyle mücadelesinde kritik dönemeçlerden biri, yakın dönemde Suriye'de yaşanan rejim değişimiyle birlikte gerçekleşti. Esed döneminin sona ermesi ve yerine Şara liderliğinde yeni yönetimin gelmesi, Türkiye'nin "Terörsüz Türkiye" hedefine ulaşması açısından önemli bir fırsat oluşturdu.
Türkiye, ilk çözüm sürecinden farklı olarak, bu süreç geniş bir parlamenter uzlaşıyla ve tüm siyasi partilerin aktif katılımıyla yürütülmeye başlandı. Parlamento çatısı altında tüm siyasi aktörlerin ortak mutabakatıyla ilerleyen bu süreç, toplumsal barışın kalıcılığı açısından kritik önem taşıyor. Önceki süreçlerin aksine, siyasi partilerin dışlandığı ya da sınırlı katılımının olduğu dönemlerin tersine, bugünkü süreçte farklı siyasi görüşlere sahip partilerin de desteği alınarak ulusal bir konsensüs sağlandı. Ayrıca bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde özel bir komisyon kurulması, sürecin şeffaflığı, hesap verebilirliği ve kamuoyu nezdinde meşruiyetinin güçlendirilmesi bakımından çok kıymetli.
Türkiye'nin terörsüz bir geleceğe ulaşması için atılan bu adımların sürdürülebilirliği kritik önemdedir. Askeri başarıların diplomatik ve siyasi çözümlerle desteklenmesi, kalıcı barış ve toplumsal bütünlüğün sağlanması için vazgeçilmez.