AB'nin temel değerlerinden biri olan "insanların serbest dolaşımı", üye ülkeler arasında ekonomik ve kültürel entegrasyonu desteklemek adına tesis edilmiştir. Ancak bu hak, Türkiye söz konusu olduğunda defalarca askıya alınmış, ertelenmiş ya da görmezden gelinmiştir.
Oysa 1970 tarihli Katma Protokol'de ve Avrupa Adalet Divanı'nın defalarca verdiği kararlarda, Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat hakkına ilişkin net hükümler yer almaktadır. Buna rağmen bir Türk iş insanı, öğrenci, turist ya da akademisyen, Almanya veya Fransa'ya gitmek için uzun ve pahalı bir vize süreciyle karşı karşıya kalırken, Batı Balkan ülkeleri vatandaşları -AB adayı olmamalarına rağmen- yıllardır vizesiz seyahat hakkına sahiptir.
Milyonlarca Euro'luk Red Mektupları
Bu çifte standardın pratikte doğurduğu sonuçlar düşündürücüdür. 2025 yılının ilk beş ayında yalnızca Almanya, 50 bini aşkın Türk vatandaşının vize başvurusunu reddetmiştir. Reddedilen bu başvurular arasında AB fonlarıyla desteklenen akademik projeler, Erasmus+ öğrenci değişim programları, sporcularımızın yurtdışındaki müsabakalara dair zorunlu talepleri ve uluslararası ticaret fuarları için yapılmış profesyonel ziyaretler de yer almaktadır.
Üstelik yapılan her başvuru için ödenen konsolosluk harcı, seyahat sigortası, tercüme ve davet mektubu gibi giderler, bireysel düzeyde binlerce Euro'luk kayıplar yaratmakta; toplamda milyonlarca Euro'nun karşılıksız olarak AB ülkelerine aktarılmadına neden olmaktadır.
Bu tablo yalnızca bireysel mağduriyet yaratmakla kalmamakta, aynı zamanda Türkiye-AB ilişkilerine olan toplumsal güveni de ciddi biçimde sarsmaktadır. Bilim insanlarının, sanatçıların, gençlerin ve girişimcilerin dolaşımına engel koyan bir Avrupa, ortak değerlerden değil, stratejik ayrımcılıktan beslenmektedir.
Vizesiz Balkanlar, Vizesiz Ukrayna... Ya Türkiye
Türkiye, 1963 tarihli Ankara Anlaşması'ndan bu yana Avrupa bütünleşme sürecinde pozisyon alan ve 1999 yılında aday ülke olarak kabul edilen bir ülke. Üyelik hedefi doğrultusunda önemli siyasi ve ekonomik reformları hayata geçirdi. Ancak geçen zaman, Türkiye'nin üyelik sürecinde bir noktada sabitlendiğini, hatta geriye doğru itildiğini açıkça göstermektedir. Bu gerilemenin en çarpıcı ve sembolik örneği ise Avrupa Birliği'nin Türkiye vatandaşlarına uyguladığı vize rejimidir.
Türkiye'nin Schengen bölgesiyle vize serbestliği süreci 2013'te resmen başlatıldı. O tarihten bu yana AB, Türkiye'ye 72 kriter belirlemiş, Türkiye bu kriterlerin büyük çoğunluğunu yerine getirmiştir. Ancak sürecin siyasileştirilmesi ve Türkiye'ye karşı uygulanan önyargılı yaklaşım, teknik bir süreci adeta politik bir çıkmaza dönüştürmüştür.
Vize Engeli: Bilim, Eğitim ve Ticaretin Önünde Duvar
Bugün AB'nin Türkiye'ye dair tarihi sorumluluğu, ahde vefa ilkesi çerçevesinde yerine getirmesi ve vatandaşlarımızın serbest dolaşım hakkını daha fazla geciktirmeden sağlamasıdır. Aksi takdirde Avrupa'nın kendi değerlerine olan inandırıcılığı daha fazla sorgulanacak ve Türkiye-AB ilişkilerinde onarılamaz yeni kırılmalar yaşanacaktır.
Avrupa Birliği, sınırlarını kapattığı her gençle geleceğini, her akademisyenle bilgisini, her girişimciyle refahını kaybettiğini fark etmelidir. Vize engeli artık bir güvenlik önlemi değil, bir eşitsizlik simgesidir.
Türkiye'nin, yıllardır taşıdığı Avrupa hayali; artık sadece bir üyelik meselesi değil, adalet, eşitlik ve karşılıklı saygı meselesidir. Avrupa ortak değerlerini gerçekten yaşatmak istiyorsa, kapılarını Türk vatandaşlarına açmakla başlamalıdır. Çünkü bir ittifakın büyüklüğü, haritadaki sınırlarıyla değil, insanları kucaklama kabiliyetile ölçülür.