Kaşgar, Yarkent ve Urumçi isimleri bana Ahmed Kutsi Tecer'in 'Orda bir köy var uzakta' şiirini hatırlatır.
"Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür."
Kaşgar, Yarkent, Urumçi, Hoten, Gulca, Artuş ve daha nice isim.
Doğu Türkistan'da Uygur ve Çin kökenli Müslümanların târihî şehirleri.
Ve hafızamızda bu bölge hep baskı zulüm işkence ve ölüm olarak kazınmış.
Kimi camilerdeki imamlarımızın Gazze ile birlikte Doğu Türkistan Müslümanları için yaptıkları dualara 'Âmin' diyoruz ama orada yaşananları tam olarak bilemiyoruz.
Duyarlı medya zaman zaman Doğu Türkistan'daki mezalimi konu ediyor, biz de zaman zaman kendimizi bu tartışmanın içinde buluyoruz.
Özellikle hala komünizmi kutsayan kimilerinin Doğu Türkistan'da Müslümanların her türlü özgürlüğe sahip oldukları iddialarıyla karşılaşıyor ve merakımız iyiden iyiye ziyadeleşiyordu.
Aslında bölgeyi iyi bilen bir dostumuzun organizasyonu ile Moğolistan üzerinden Doğu Türkistan'a geçip oraları gezmeyi planlıyorduk ama araya pandemi girdi ve niyetimiz hayal olarak kaldı.
Bu hayali gerçekleştiren bir kardeşimiz Kazakistan üzerinden karayoluyla Doğu Türkistan'ın Gulca şehrine geçmiş, oradan Kaşgar, Opal, Yarkent, Hoten, Urumçi ve Turfan'ı gezerek yine Kazakistan üzerinden Türkiye'ye dönerek maceralı bir seyahati gerçekleştirip Doğu Türkistan'ın röntgenini çekmeyi başarmış.
Bununla da yetinmemiş tarihe bir not düşerek bu seyahati 'Kayıp Coğrafyanın izinde Doğu Türkistan Seyahatnamesi' adıyla bir kitap olarak bastırmış ve kamuoyunun istifadesine sunmuş.
Bu kahraman kardeşimiz Yeni Şafak yazarlarından Taha Kılınç bey.
Taha bey bu kitap ile sol kesimin Çin piarı yapan elemanlarının tüm argümanlarını yerle bir etmiş.
Çünkü Taha bey arkadaşı Hulusi beyle birlikte Çin yönetiminin gösterdiği propaganda amaçlı mekanların dışına çıkıp Müslümanların en ücra köşedeki durumlarına kadar bölgeyi tarayarak Çin'in gerçek yüzünü ve Çin'deki Müslümanların hangi baskılar altında yaşadıklarını bizzat gezerek yaşayarak kayda geçirmişler.
Ekonomide kapitalist, yönetimde komünist olan Çin devleti komünizmi Doğu Türkistan'da öyle katı bir şekilde tatbik etmiş ki İslam'ı çağrıştıracak en ufak bir işarete dahi izin vermemiş.
Özellikle son on yıl içinde sekiz bin cami yıkılıp ortadan kaldırılmış, yerlerine otel restoran bar çayhane apartman dikilmiş ve Doğu Türkistan'daki ayakta kalan kimi camiler de turistik ziyaret merkezi olarak biletle girilen müzelere dönüştürülmüş.
Propaganda amaçlı açık tutulan camilere yabancının namaz kılmak için girmesinin bile idari izne tabi olduğunu, Hoten Iydgah Camii'ne Cuma namazı kılmak için girmek istediklerinde yaşayarak görmüşler. Kapıda bir görevli önlerine geçmiş pasaportlarını almış, kontrol etmiş ancak izinle girebilirsiniz denmiş izin almak ise en az bir gün süreceği için Cuma namazına girememişler.
Dahası komünizm öyle sert uygulanıyormuş ki Çin'de Cuma namazı için camiye kabul edilen az sayıda ihtiyar namazdan önce cami avlusunda Çin bayrağı önünde sıraya dizilip ayakta yüksek sesle Çin yönetimine sadakat yemini ettirildikten sonra camiye alınmışlar.
Her köşe başında kamerayla yapılan takip sebebiyle Taha beyler Urumçi'ye gidinceye kadar halktan hiç kimseyle temas kuramamışlar. Hem halk çekindiği için hem de Taha bey ve arkadaşının adım adım takip edilip sık sık sigaya çekildikleri için.
Sınırdan içeri girdikleri andan çıktıkları saate kadar adım adım takip edilip çıkarken de baskıyı iliklerine kadar hissettirecek bir uygulama ile karşılaşmışlar.
Doğrusu kitabı okurken Taha bey arkadaşının Urumçi'ye varıncaya kadar esaretten beter bir baskı ile seyahat ettiklerini kitabı okurken ben de hissettim içim, daraldı.
Dünyada hâlâ böyle yönetimler var mı diye.
Hala Maoculuk peşinde olanlara tavsiyemdir: Resmi davet dışında münferit olarak Doğu Türkistan'ı bir gezsinler de komünizm neymiş görsünler!
Ama benzer baskıları tek parti döneminde Türkiye Müslümanları da yaşamıştı.
Hatta 28 Şubat sürecindeki kılık kıyafet yasakları, Çin komünist yönetiminin uygulamalarının tıpkısının aynısıydı.
Zaten Taha bey kitabında Çin'in baskılarını anlatırken yer yer tek parti dönemine işaret etmiş ve İsrail mezalimi ile aynı kefeye koyarak benzerliklere işaret etmiş.
1976-1989 yılları arasında yönetim bir nebze hürriyet vermiş ve Doğu Türkistan'da İslâmî hayat canlanmış ama ondan sonra hele 2015'ten bu yana İslam'ın izlerini silmek için akla hayale gelmedik baskı asimilasyon ve mezalim başlamış.
Mesela 2015 yılında isteyen herkese pasaport vermişler ve yurt dışı çıkışlarını kolaylaştırmışlar.
Fakat dönenlerin pasaportlarını toplamışlar ve gittikleri yerlere göre idama kadar varan ağır cezalarla karşılaşmışlar. Kitapta bunu Pasaport Tuzağı diye özetlemiş Taha bey.
İkinci bir tuzak daha kurmuşlar Doğu Türkistan dışındaki Müslümanların dönüşlerini teşvik ederek kolaylaştırmışlar ama dönenler tıpkı pasaport tuzağında olduğu gibi ağır cezalarla karşılaşmışlar.
Namaz oruç hac gibi dini vecibeler zaten yasaklanmış. Her Müslümanın evine bir çinli yerleştirerek gizli ibadet ve İslamî terbiye de tamamen kontrol altına alınmış. Toplama kamplarında beyin yıkama operasyonlarının ardı arkası kesilmemiş.
Öyle ki kendilerinin yetiştirip görevlendirdikleri ve devlette çalışan; mesela sanatçı Rahile Davut isimli Uygur Türkünü eserlerinde İslamî ögeler var gerekçesiyle tutuklayıp ömür boyu hapse mahkum etmişler.
Taha bey bu mezalimi Vahşi Toplum Mühendisliği olarak özetlemiş.
Çin komünist yönetiminin Uygur kökenli Müslümanlarla Çin kökenli Müslamanlar (Huiler) arasında onları birbirine düşürecek sinsi uygulamalara da kitapta yer verilmiş. Çin kökenli Müslümanlara biraz daha hoşgörülü davrandıklarını onları kullanmaya çalıştıklarını anlatıyor.
İslam'ı Çinlileştirme çabalarını anlatırken camilerdeki ve tarihi eserlerdeki Arapça ibarelerin silindiği, camilerde bile Kur'an ve herhangi bir kitap bulunmadığı cami içindeki levhaların da Çince olduğu isim ve adres verilerek belirtiliyor.
Tek parti döneminde Türkiye'de de aynı uygulamalar yapılmıştı. Ama kitap bize Çin'de bu baskıların hâlâ devam ettiğini canlı şahitlerle anlatıyor.
Urumçi'ye kadar süren beş günlük seyahatte uğradıkları takibat ve baskının Urumçi'de birden kalktığını burada camilerin açık olduğunu çarşı pazarda daha rahat gezildiğini belirtiyor.
Turistlerin gazetecilerin buraya getirildiğini, buradaki göstermelik serbestliğin bütün Doğu Türkistan'da yaşandığı izlenimi vermeye çalışıldığının altı çiziliyor.
Hülasa Gazze'de yaşanan mezalimin bir başka benzerinin Doğu Türkistan'da farklı yöntemlerle devam ettiği ve Müslümanların -kelimenin tam anlamıyla- esareti yaşadıkları ve bu esaret hayatında da insani hiçbir hakka sahip olmadıkları ayne'l-yakın görülerek tescil edilmiş.
Kitabı okuduktan sonra, 'İslam garip başladı, yine garipleşecek. Ne mutlu o gariplere.' hadisini mırıldandım.
Hele Urumçi havalimanından Çin'i terk ederken bütün çıkış işlemleri tamamlandıktan sonra Çin polisinin Taha beyi ve arkadaşını tabii tuttuğu sorgulama komünizmin katı yüzünü göstermesi bakımından anlamlıydı!
Münferit olarak turist pasaportuyla girip bir hafta Doğu Türkistan'ın emarını çeken Taha Kılınç beyi bu cesur girişimi ve önemli eseri için tebrik ediyorum.
Ahmet Kurtsi Tecer'in şiiriyle başladık onun iki kıtasıyla bitirelim:
Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Orda bir ses var, uzakta,
O ses bizim sesimizdir.
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
Orda bir yol var, uzakta,
O yol bizim yolumuzdur.
Dönmesek de, varmasak da
O yol bizim yolumuzdur.