27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Aile hayata değer katar

“Aile yapısını önemsediğimi, sevdiğimi ve değer verdiğimi söyleyebilirim. Kimilerine göre bu bakış açısı pek çok manada ayak bağı gibi görülebilir. Ancak doğru bağlar kuruluyor ve birlikte olmanın mutluluğuyla ilerleyen bir yapıya dönüşüyorsa aile içinde barındırdığı her bir hayata ayrı bir önem ve değer katıyor demektir.”

GÜLCAN TEZCAN 7 Haziran 2019 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Aile hayata değer katar

On parmağında on marifet olan sanatçılardan biri Görkem Yeltan. Çocuk kitapları yazıyor, senaryolara imza atıyor, yönetmenlik ve oyunculuk yapıyor. İşinin hakkını verenlerden üstelik. Pek çok dizi ve sinema filminde olabildiğince geniş yelpazede karakteri başarıyla üzerinde taşıyan Yeltan’ın yönettiği yeni filmi Bağcık, bu hafta vizyonda. Sinemasında aile temasına sık sık yolu düşen Görkem Yeltan’a Bağcık’ı ve filmlerine dair merak ettiklerimi sordum.

Bir önceki filminiz Yemekteydik ve Karar Verdim’de bağlarını sorgulayan aile fertlerini izlemiştik. Bağcık’ta ise yalnızlaşmış insanların aile ihtiyacı onları bir araya getiriyor... Aile meselesi nasıl bir yerde duruyor sizin dünyanızda?

Toplumsal yaşamın ilk uğradığı yerdir aile. Olumlu ve olumsuz ilk etkiler oradadır. Toplumun en küçük birimi biçiminde de adlandırılan bu yapıyı önemsediğimi, sevdiğimi, bir o kadar da değer verdiğimi söyleyebilirim. Kimilerine göre bu bakış açısı pek çok manada ayak bağı gibi görülebilir. Bazen bağın bir prangaya dönüştüğü hikâyeler de söz konusudur. Doğru bağlar, çemberi oluşturan insanlar arasında güzelliklerle kuruluyor ve birlikte olmanın mutluluğuyla ilerleyen bir yapıya dönüşüyorsa içinde barındırdığı her bir hayata ayrı bir önem ve değer katıyor demektir. Bağcık, umutlu örülen bir bağı ele alırken, Yemekteydik ve Karar Verdim’de bambaşka sokaklara sapılması söz konusuydu zaman zaman. Aile, iki filmdir hikâyemizde merkeze taşıdığımız mesele bu manada. Şu anda üçüncü filmim için çalıştığımız yeni hikâyelerde de ailenin içinde gezinmekten mutluluk duyuyoruz ekip olarak. Bu demek değildir ki ortaya çıkarmak istediklerimizde her şey aileden ibarettir. Pek çok yan sokak, ara sokak da var girilip çıkılan. Bu hikâyelerin içinde gezinenlerin ana caddeleri mi, ara sokakları mı deneyimlerine ekleyeceklerini hiçbirimiz bilmeyiz. 

İnsanlar neden birbirine ihtiyaç duyar? 

Beslenme, barınma, eğitim, sağlık gibi ihtiyaçların yanında özgürlük, barış, sevme, sevilme benzeri insanın ne kadar fazla ihtiyacı olduğu düşünüldüğünde yapayalnız kaldığı bir ânı bilim kurgusal bir alana uyguladığımızda dehşet verici bir tablo çıkıyor karşımıza. İnsan yalnız bir varlık değil. Belki ilk insan için durum çok farklıydı ama bizim için, bunca öğrenmişlik, bunca yaşamışlıktan sonra insansız bir yaşamın özlemini çekebilir miyiz? Pek sanmıyorum. Başka yazarları okumadığım, yaratıcıların beni büyüleyen eserleriyle karşılaşmadığım bir dünya benim için pek bir şey ifade etmiyor. Benim anladığım yalnızlığın içinde bunlar söz konusu bile değil. Bu yaşam biçiminin düşüncesi bir hayli canımı sıkıyor hatta. İnsan ihtiyaçlarını bilmek için bile çoğu zaman bir başkasına ihtiyaç duyar.  

İnsanı yalnızlaştıran birey olma ihtiyacı mı?

İnsan için salt bir yalnızlık söz konusu değildir. Yaratılmış özellikli ortamlar, deneyler ya da seçimler benzeri durumlar dışında. İnsanı kendine döndürüp, kendiyle baş başa kalma sonucuna vardıransa bazı kırgınlıklar, şanssızlıklar, göğüslenemeyen zorluklar gibi yaşanmışlıklar, düşünce akışları sonucunda varılan kararlarla açıklanabilir. İnsanı yalnızlık rüzgârıyla sürükleyen bir yelkenli düşünelim. Özellikle de yaratım ve çalışma dönemlerinde yüzümüze parlak bir yansıma yerleştirebilir bu yelkenli ama her zaman biliriz ki rüzgâr terse döndüğünde dönüş ihtimalimiz olan bir taşıyıcının içindeyizdir. Kazalar olabilir, rüzgâr bir daha hiç dönmeyebilir, yelkenli artık yol alamayacak bir biçime bile dönüşebilir. Ya da tam denizin ortasında sonuna kadar kalıp hayatınızı orada da tamamlamak isteyebilirsiniz ama yine de bilirsiniz ki kendinizi öyle veya böyle sağlama almışsınızdır. İnsanın bu manadaki yalnızlığı bir seçimdir ama birey olmakla yalnızlık seçimleri her zaman ilişkilendirilemez. Yaşam bazı durumlarda, hiçbir dönüş aracı vermeden bir adada tek başına bırakabiliyor insanı. 

Yemekteydik ve Karar Verdim’de büyük aile artık prosedüre dönüşen gerekliliklerle bir araya geliyordu. Çekirdek aile de benzer gerekliliklere ihtiyaç duymaz mı?

Yemekteydik ve Karar Verdim’de geleneksel, büyük ailenin bir araya geliş biçimi, bu yapıdaki tüm ailelere uyarlanamaz. Örneğin benim içinde bulunmaktan mutluluk duyduğum ailem, sevgiyle bir araya gelir, birbirini görmek, birbirini hissetmek, birbirinden keyif almak, öğrenmek için bir araya gelir. Herkesin benim kadar şanslı olmadığını ve bazılarının bir ailesi olmadığını da biliyorum. Ailesinden o veya bu nedenle kaçan insanların tercihlerine saygı duyuyor ama bunu seçmeyen ve istediği halde bir ailesi olmayanlar, olamayanlar içinse üzüntü duyuyorum. Hiçbir örnek bütünü yansıtamaz. Çekirdek aile için de aynı durum söz konusu. Herkesin hisleri, algılayışı, yaşayışı, şansı, şanssızlığı bambaşka. 

Bağcık bir Ege kasabasında geçiyor ama tipik bir yöre filmi değil. Bu tercihin nedeni nedir?

Doğu, Batı, sentezler ve her ikisinin de dışlandığı antitezler sanatımızın her alanında nefes alıp veriyor. Bu nefes alıp verişin varlığını reddetmek ne mümkün. Ben Egeliyim. Bir hikâye anlatıcısının hikâyeleri kendi seçtiği ve sevdiği yerden anlatmasını tercih ederim. Samimiyeti severim en çok. O anda işe yarayacak, değer görecek ya da çekinmeden rahatlıkla diyelim ki o dönemde karşılık görecek anlatım biçimlerine uyacak diye hayal dünyamın içinde şekillenen güzelliklerden, beni heyecanlandıran hikâyelerden vazgeçemem. Hayal dünyalarımız, yaşadıklarımız, izlediklerimiz, gördüklerimiz, etkilendiklerimiz, öğrendiklerimizle, bize çarpan, içimizde karşılık bulanlarla, bizi biz yapanlarla şekillenir. Yöre filmi nedir bunu iyice bir düşünmek gerekir. Ben o yörenin içinde büyüdüm. Benim ve diğer iki senarist dostumun gözleriyle anlattığımız benim yöremde geçen, uzun yıllar önce çıkan, uzun zamanda şekillenen bir hikayedir bu. Dolayısıyla böyle bir sınıflandırma yapmamız şartsa öncelikle benim yöremde geçen bir filmdir Bağcık. 

Yazar, oyuncu ve yönetmensiniz. Rollerin birbirine karıştığı olmuyor mu? 

O anda heyecanlandığımız proje neyse ekip olarak, o projeye meylediyoruz. Bu karar kısa zamanda oluşmadığından, üstelik şartların da tam anlamıyla olgunlaşması beklendiğinden, süreç sizi rolünüze hazırlıyor mükemmel bir biçimde. Roller birbirine birikimleriyle destek oluyor. 

Hangisinde üretmek daha heyecan verici sizin için?

Üretim kendi başına öylesine büyük bir heyecan veriyor ki, insan kapılıp gidiyor ister istemez bu heyecana. Bu nedenle her birinde büyük bir sevgiyle, emekle, heyecanla, ortaya çıkarmanın mutluluğuyla kol kola yürüyorsunuz. 

Yönetmen Görkem Yeltan, oyuncu Görkem Yeltan’ı kıskanmıyor mu?

Ondan yararlanıyor. Kendine yarayanı olumlu yönde kullanmayı tercih ediyor. Monitörün karşısındayken oyuncu dostlarımı, oyunculuğu deneyimlemeyen, deneyimleyemeyen yönetmenlerimden daha iyi anlamaya çalışıyor, oyuncularımızı o anda dünyadaki her şeyden çok seviyorum. 

(Kıskançlık üzerine çokça düşündüğüm “Korkusuz Meles” isimli çocuk romanımda, kıskançlık çıngırağı çaldığı anda kontrolü elinize almanın ne kadar önemli olduğunu yazmıştım.) 

Hazırlığını yaptığınız projeler var mı? 

Yapımcı olarak, Mehmet Güreli’nin yönetmenliğini yapacağı, Ayşe Teker’in senaryosu “Gece Treni” şu anda Yalçın Akyıldız, Mehmet Güreli ve bana büyük heyecanlar yaşatan bir projemiz. Yönetmen olarak ise bu filmi hayata geçirir geçirmez hazırlanacağımız iki senaryomuz var. Biri Burcu Aktaş ve benim yazdığım “Herkes Uyuduktan Sonra”, diğeri ise Nilüfer Uğur Dalay ve Kamer Badur Eğilmez’in senaryosu “Anne Evi”.  Oyunculuk konusunda benim için güzel olan bir projeye zaman kaybetmeden başlamak arzusundayım çünkü kendime bu anlamda ayıracağım zamanı TRT 2’ deki kültür sanat programıyla meşgul ettim. Narcos, The Crown gibi yapımlara hazırladığı çalışmaları ile adından söz ettiren Garip Ay ile sohbetimizden başlıklar…