26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Sofraya gidip gelen küflü reçel

Kendilerini, fikirlerini her şeyin üstünde gören, her konuda mutlaka ‘aykırı’ görüş sunmaktan haz duyan bazı ‘Müslüman başörtülü’ insanlar neden sürekli ‘aslında doğrusu bu’ diye diye ötekileştirdiklerini dövüyorlar? 

CESUR KÜREK16 Mart 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Sofraya gidip gelen küflü reçel

‘Reklamın iyisi kötüsü olmaz’ derler diye önce bi ‘yazmayayım’ dedim. Tutamadım. Şu an kötü bir reklam yapacağımın farkındayım ve başlıyorum: Bir blog var. Müslüman kadınların gündelik hayata dair deneyimlerini ‘özgürce’ kaleme aldıkları bir mecra. Lafın gelişi değil baya baya özgürler. Hiçbir sınır, kırmızı çizgi, ayıp, günah, edep, adab gibi fren mekanizması yok. Detayına gireceğim birazdan. 

İşin içinde ‘bilhassa’ Müslüman kadınlar olunca tabi, eğitim, sanat, iş güç çevresinden toplanan ve ‘soyadsız’ isimleriyle ya da müstearlarıyla kendi gündemleri hakkında yazı yazan bu kalemleri, zaman zaman takip etmişliğim var benim de. İlk zamanlar üzerlerine sinen ‘ergen tepkileri’ bir türlü bitmeyince kahvaltıya gelip gelip giden ama artık kimsenin yemediği bir kase reçel misali, dolaba kaldırdım. Sosyal medyadaki paylaşımlar vesilesiyle karşıma çıkmasa, başlığından sebep içeriğini merak edip yazıları da açmayacağım, o derece. 

Kendilerini ‘ara fikir’ olarak tanımlıyorlar mı bilmiyorum ama buradan bakınca öyleler; aradalar. Benim ‘yaşayarak’ anlattığım birçok şeyi (hoşgörü, birlikte yaşama, insanları oldukları gibi kabul etme, içinde bulunduğu durumu kabullenme) onlar yaza yaza bitiremiyorlar. Fakat ipin ucunu kaçırmak diye bir şey de var. ‘Herkes tarafından kabullenilme’ hevesi bir müddet sonra insanı dümdüz omurgasız yapar. Ki tam tersi; bunlar kendilerini herkesten daha omurgalı görüyorlar. Herkesin onayladığı, herkesin pek sevdiği, herkesçe kabul edilen (‘edilen’ değil pardon, ‘edilmesi gereken!’) fikirleri var. Fakat aslında aynı yazıları şiirimsi yapmaya çalışsalar, ergenliklerinden daha çok müstefid olabilirdik. Edebiyat güzeldir. 

Ben onlardaki bu ‘herkesçe kabullenilme’ deneyimini imam hatip öğrencisiyken bir kez yaşamıştım. Bir adamla tokalaşmıştım ve bana sırıtarak, “Bak işte böyle olmalı, keşke bütün imam hatipliler senin gibi çağdaş düşünse.” demişti. Benim tokalaşma serüvenim o an, orada bitti. Hatta, ‘başka tarafa yakın olma hevesim’ var mı yok mu diye kendimi yokladım ve ‘nasıl biliyorsam öyle yaşamaya’, dandik dundik insanların gevşek gevşek sırıtmalarına sebep olmamaya karar verdim. Kendini herkese sevdirmeye çalışan insanlardan da hep uzak durdum. Benim durumum kısaca bu. Peki ya kendilerini, fikirlerini her şeyin üstünde gören, her konuda mutlaka ‘aykırı’ görüş sunmaktan haz duyan bu ‘Müslüman başörtülü’ insanlar neden sürekli ‘aslında doğrusu bu’ diye diye ötekileştirdiklerini dövüyorlar? 

Gündemlerinde çoğunlukla ‘başörtülü olma’ ve ‘başörtülü olmama’ var. Sanırım kendilerini kabullendirmeye çalıştıkları çevrede hâlâ yadırgandıklarının farkındalar. (Biz 15 yıl önce bu tür durumları şöyle adlandırıyorduk: eziklik) Bir yandan birilerine yakın durma kaygıları varken, diğer yandan da haliyle uzak durmak istedikleri bir tayfa var. O da ‘sen, ben’. Düz insanlara, düz yaşayan Müslümanlara karşı alerjik tepkiler. ‘Biri bizi eleştirse de, oklarımızı çıkarsak!’ modundalar ki, kimbilir ne zordur böyle bir psikoloji ile yaşamak. 

Başörtülüyse başörtülü oluşlarına, başları açıksa başlarını açıklığına tahammül edemeyen insanlara karşı mütemadiyen gardlarını almışlar ve anlattıkça anlatıyorlar. Bir zamanlar Deizm tartışmaları vardı ya hani, işte onu bu sitede çokça hissedebilirsiniz. ‘Özgürleşme’ biçimleri üzerine yazıp çizerken ‘dinden nasıl soğuduklarını’ ve bunun sebebini kendilerini baskılayan kişilere bağlamaktansa, dine bağlama yolunu seçmeleri de benim pek çözümleyemediğim bir durum. 

Zaten, ‘Yaaa bırak, onu da ben çözmeyeyim, ne halleri varsa görsünler’ diyordum. Fakat.. Karşıma çıkan bir yazıyla nevrim döndüğü için suskunluğumu bozdum. Yazının özeti şu; bi kız var. Bi de adam var. Hatta bu adam belki de evli. Kız bekar. Satır aralarından anlaşılan o.  Kız bu adamla bir şeyler yaşıyor. Biz buna ‘gayriahlaki ilişki’ deriz, onlar ‘benim bedenim benim kararım’ modundalar. Sonra kızla adam kavga falan etmiş, şiddet middet… Ayrılmışlar… Bi dakka, bi dakka… Ben bunları nereden mi biliyorum? Yahu yazmış diyorum. Demiş ki bir de: “Başımı da sonradan açtım”. Hobaaa… Bendeki tepki şu: “Ay bir de başörtülüymüş!” Evet yani benim tepkim tam da onlara onbeş yazı yazdıracak cinsten: “Ne yani, başörtülüler insan değil mi?” 

İnsan tabi ki. İnsanız. Hepimiz insanız. E ama Allah’ın bir emrini başında taç eden birinden, zina gibi bir konuda daha hassas olmasını beklemeyelim mi? (Yaz bunu yaz…) Ne nefsinden, ne insanlığından bahsediyorsun! (Yaz yaz, bu konuda da yaz. Senin yazma özgürlüğün var benim yok. ) 

Nihayetinde hiçbir değeri savunma zahmetine giremeyen, hiçbir yükümlülüğü taşıma gücü olmayan ve belli ki gerçekte hiç dert sahibi olmamış bu arkadaşlar. Siteyi açıp baktığınızda, birkaç gün sonra hipnoz olmuşçasına, “Ya ben de başımı açsam mı, kapatsam mı?’ falan diyebilirsiniz de. Fakat uyarayım; blogdaki ‘özgürlükçülüğü’ savunan yazıların tamamı, kadın programlarına çıkıp yaşadığı saçmalıkları ulu orta anlatan kadınlardan öte bir seviyeye çıkamıyor. Sürekli, ‘özgür değiliz de değiliz’. ‘Baskı da baskı’… Pardon neyin baskısı? Bekaretini bile isteye, gayri-İslami bir yolla kaybetmiş oluşun üzerinden bile hâlâ kime çemkiriyorsun? 8 Mart’ta yüz kızartıcı pankartların gölgesinde yürüme özgürlüğün bile bâki! Sen kiminle kavga ediyorsun ey varlık! İslam’la mı? Kime neyi ispatlama derdindesin?