29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Tribünlere değil edebiyata oynamayı seçti

Gazetemizin spor müdürü Aydın Bayram, son dönemde hepimizi 90 artı birde gelen goller gibi şaşırttı. Peş peşe üç roman yazdı. Üstelik kitaplarının hiçbirinin futbolla uzaktan yakından alakası yoktu, ortak paydada aşk vardı. Bayram ile son kitabını konuşurken, maçlarda bağıran, ekran başında rövaşata atan Türk erkeğinin duygu dünyasına yolculuğa çıktık.

SERPİL ÇEVİK GÖRGÜLÜ12 Ağustos 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Tribünlere değil edebiyata oynamayı seçti

Ben ona ‘Gazetemizin en sportmen müdürü’ diye seslenirim. O da her defasında bana kibarca gülümser. Sporun tüm centilmenlik ilkelerini hayatında motto edinmiş biri; Star’ın Spor Müdürü Aydın Bayram. On yılı aşkın süre aynı çatı altında çalıştığımız Aydın, son dönemde hepimizi maçta 90 artı birde gelen goller gibi şaşırttı. Peş peşe üç roman yazdı. Daha da şaşırtıcı olan kitapların hiçbirinin futbolla uzaktan yakından alakasının olmayışıydı. Hepsi, duygu yüklü, konusu hayata ve aşka dair romanlar. Bir tarafta maçlar, derbiler, statta tezahürat seslerine yüksek dozda maruz kalan üç çocuk babası bir adam, diğer tarafta romanlarının satır aralarına şiirler ekleyen naif bir yazar. Derken, tanıdığımızı sandığımız Aydın’dan tüm ekibi ters köşeye yatıran başka gol daha geldi: Türk erkeğine aşk romanlarını sevdirdi. Akıcı dili ve her sayfasında şaşırtan üslubuyla, futbolun taktiksel hamlelerini romanlarında mı uyguluyor diye düşünmedim değil. Yüzde 100 yanılmışım. Aydın ile ‘Gözlerini Unutursam Kalbim Kurusun’ adlı üçüncü romanını konuşurken tüm hikayesini öğrenmekle kalmadım maçlarda bağıran, ekran başında hayali rövaşata atan Türk erkeğinin iç dünyasını da keşfe çıktım. O zaman buyurun Aydın Bayram ile edebiyat yolculuğuna...    

Bir tarafta spor müdürlüğü, diğer tarafta romantizm yüklü romanlar. İlham perisi seni statta mı yakaladı Aydın Bayram?

Aslında bu hikaye beş sene önce başladı. Maçlardan boğulduğumu hissediyordum, sığınacak bir liman lazımdı. Bu liman da edebiyat oldu. Zaten okumayı çok seviyordum. Daha çok okudum. Bir gece kendi kendime ‘Kitap yazabilir miyim’ dediğimde evdeki çalışma masamda yazmaya başlamıştım. Yani o kadar ani ve bir o kadar da iyi oldu. Spor müdürlüğümün yanında edebiyat dünyasına adım atabilmek bana yeni ufuklar açtı. 

Eminim herkes sana aynı soruyu soruyordur, futbol camiasının hikaye bolluğu içinden kolayca birini seçmek varken, neden aşk romanları?  Kendi sınırlarını aşmak mıydı niyetin, yoksa duygusal yönünü mü konuşturmak istedin?

Aklımda sporla ilgili bir kitap yazmak düşüncesi vardı ama bundan vazgeçtim. Bugünlerde insanlar futboldan soğudular. Kelimelere duygu ve hayat verme yeteneği ve çabası beni bu noktaya sürükledi. Beş yıl önce ilk satırları yazarken, bugün üçüncü romanımı çıkarabilmek benim için tarifi zor bir mutluluk. 

BU SERÜVENDE KENDİM OLMAYI SEÇTİM

Aşk romanı çok riskli.  Birbirine benzer hikayeler ve karakterler... Klasiklerin üzerine bir şey yazamam demedin mi hiç?

Sevgili ağabeylerim Ali Sami Alkış ve Ahmet Kekeç’ten “Bugüne kadar yazılmamış bir roman var mıdır’ sorusunu duyduğumda durup düşündüm. Benzer konuları işleyen romancılar vardır elbet. Ama önemli olan hangi ruhla yazıp dili nasıl kullandığın ve okuyucuda nasıl bir hissiyat bıraktığındır. Edebiyat dünyasında sayısız aşk romanı, polisiye, intikam, hayat hikayesi var. Mesele, sen nasıl yazıyorsun. Ben okuduklarımdan esinlenmeden, etkilenmeden tamamen kendim olmayı seçtim. En belirgin özelliğim bu. İkincisi özelliğim de bir sonraki sayfada ne olduğunu merak ettirmeyi seviyorum.  

AŞK ÇALIMININ MATEMATİĞİ

Futbol matematiğe dayalı bir taktik oyunu. Romancılıkta aşkın matematiğini çözebildin mi?

Romanlarımda futbolla alakalı tek bir konu yok. Edebiyat başka bir dünya. 28 yıldır meslekteyim. Futbol denince statta bağıran çağıran bir insan gözümüzün önüne geliyor. Oradan naif bir insan çıkıp romantizm yüklü satırlar yazamaz diyor insan. Halbuki öyle değil. Aşkın matematiği yok, hiçbir kalıba sığdıramazsınız. O duygu uçsuz bucaksızdır. Bir bakış bile hayatınızı tümden değiştirir. 

Türkiye’de aşk romanı okuyucu kitlesinin çoğu kadınlar. Gerçi dünyada da bu böyle ama ülkemizde bu oran daha belirgin.  Senin kitaplar erkeklerin de ellerinde. Fanatik Türk erkeğine aşk romanı nasıl okutulur?

Aşk kadın için de erkek için de var. Aşk kalbi gençleştirir. Erkeğin kalbi gençse aşk romanlarını da okur. Türk erkeği belki duygusal yönünü açıkça göstermek konusunda biraz çekimser. Yoksa, içinde aşk ve duygu olan hikayeleri dinlemeyi, okumayı, yaşamayı, yılın en iyi derbi maçını izlemeye tercih edeceklerine eminim. 

Futbol camiasının aşk edebiyatıyla arası nasıl?

Kulüp başkanlarına takdim ettiğimde spor kitabı sanıyorlar aşk romanı deyince şaşırıyorlar. Futbolculardan sadece birine hediye ettim. Neticede ben okuyucuya ulaşmak istiyorum, tribünlere değil. 

ROMAN 25 YILLIK  İZLENİMİN KUCAĞIMA DOĞMASI GİBİ

Peki gelelim asıl  konuya...  ‘Gözlerini Unutursam Kalbim Kurusun’ romanından bahsedelim biraz. Okuyucuyu ne bekliyor bu romanda?

Anne babalarının trafik kazasında ölümüyle yetimhaneye gönderilen iki kardeş ana kahramanlarım. Büyük ağabey küçük kardeşe uyumadan önce aynı sözü söylüyor; ‘Bir gün yollarımız ayrılırsa gözlerini unutmayacağım. Gözlerini unutursam kalbim kurusun’. Küçük kardeş bir gece siyah beyaz bir fotoğrafı ortadan yırtıp ağabeyinin yastığının altına koyuyor. Ağabeyinin fotoğrafı kendinde, kendisininki ağabeyinde. Ağabey sabah uyandığında ayrılık gerçeğiyle yüz yüze geliyor. O iki kardeşin ömürleri birbirlerini aramakla geçiyor. Sürpriz bir aşk, işi içinden daha da çıkılmaz hale getiriyor . 

Gözlemlediğin bir hikaye miydi bu?

Eski semtim Kasımpaşa’da çocuk esirgeme kurumu vardı. Arkadaşlarımla okul harçlıklarımızdan artırır onlara hediyeler götürürdük. O benim içimde bir ukde kalmıştı. Roman 25 yıllık izlenimin kucağımda doğması gibi bir şey. 

Konu okuyucuyu yine kalbinden yakalayacak belli. Peki bundan sonra neler planlıyorsun?

Kendimi tekrarlamak bana göre değil.  Amacım, farklı tür romanlarda aynı duyguyu vermek. Dördüncü romanın taslağı hazır. Romanlarımda birkaç şiir denemelerim olmuştu. Bu romanda da var. Edebiyatın yanında şiir denemesi de yapmayı istiyorum açıkçası.  Yazarlık kendi iç dünyama açılan kapı gibi. En büyük tutkum. Biliyorum ki, tutkuyla yapılan her iş hayata değer katar.

GÜN AĞARIRKEN İLHAM GELDİ

İş tempon ağır. Evde de seni bekleyen eşin ve üç kızın var. Buna rağmen beş yıla üç roman sığdırdın. Yazma sürecini nasıl ayarlıyorsun?

Şöyle yapıyorum, kendime ayırdığım zamanlarda yazıyorum. Tabii her gün yazamıyorsun. Hani derler ya duygu, fikir, ilham perisi gelecek diye. Bazen bir romanın sayfasına iki hafta dokunamıyorsun. Mesela bir anımı anlatayım; Galatasaray- Schalke maçı bitti, eve gittiğimde saat 02:00 civarıydı. 15  gündür bilgisayarı açmamıştım. O an ilham geldi. Bilgisayarı kapattığımda gün ağarmıştı. O gece 27 sayfa yazmışım. Dile kolay! O hissiyat gelmediyse yazmıyorum. Çünkü duygu edebiyatla örtüşmeli.

Yazarken nelerden besleniyorsun?

Gözlem işimizin parçası. Sokaktaki insanlar, günlük haberler, insan unsurunun yoğun olduğu bir mesleğimiz var. Nasıl bir futbol maçını izlerken ‘Pas nereden nereye gider, hangi pozisyon gol olur’ gibi anları yorumluyorsunuz, bu da böyle bir şey. Belki çok uç bir benzetme olacak ama bir kelime yazarken, cümlenin nereye gideceğini zaman zaman hissediyorsunuz. Kelimeler sizi sürüklüyor. 

Haber dili başka, roman dili bambaşka. Adaptasyon zorluğu yaşıyor musun?

Çok kitap okumasam zorlanırdım açıkçası. Önce okuyorum ruhen ve fikren yenilendikten sonra yazmaya başlıyorum. 

Romancıları eleştirip şu konuya dikkat edeyim de aynı hataya düşmeyeyim dediğin oldu mu?

Eleştirdiğim romanlarda iki şeyi gözlemliyorum. Bazı yazarlar uzun tasvirler yüzünden konuya geç giriyor. Diğer grup ise okuyucuyu sürekli ters köşeye yatırma derdinde. Kendimi iki gruptan da farklı görüyorum. Benim derdim kelimelere hayat vermek, insanların kalbine dokunmak.