Ankara'da siyasetin en önemli "siyaset üstü" konusu "Terörsüz Türkiye" süreci, malum. Meclis'te grubu ve temsili bulunan hemen tüm partiler dahil oldukları yüksek katılımlı komisyonla sürecin hukuki ve toplumsal ayağı için birlikte çalışıyorlar. Şu ana kadar işler gayet iyi gitti, gidiyor.
Partiler siyasi gelenekleri, programları, yaklaşımları birbirinden farklı olsa da Türkiye'nin terör belasından temelli kurtulması ve ortak geleceğin barış, huzur ve kardeşlik içinde kurulması hedefinde birleşiyorlar.
102 yıllık Cumhuriyet tarihinin 47 yılının PKK terörüne, terör örgütünün ülkeyi ve milleti bölme hedefine karşı mücadele ile geçtiği düşünüldüğünde sırf şu komisyon bile ortak zeminin ve ortak gelecek hayalinin varlığı ve sağlamlığı bakımından çok değerli bir veri sunuyor bize.
Sürecin bir de devlet tarafı var elbette. Devletin ilgili tüm kurumları -terör örgütüne karşı sahada yürüttükleri başarılı operasyonların bir devamı olarak- şimdi de silah bırakan ve örgütü fesheden PKK'nın teslim sürecini takip ediyor.
Mayıs'ta örgütü fesheden, Ağustos'ta silahları yakan, Ekim sonunda Türkiye'den çıkan PKK Irak'taki mağaraları ve kampları bir bir boşaltıyor. Suriye PKK'sı SDG de Şam ile masada. Uzlaşılan noktalar var, terör örgütünün direttiği noktalar var.
**
Bir seneyi aşan sürede tüm bu işler kendi yatağında aktı; sahada ve masada bir noktaya kadar da geldi. Lakin karşımıza aniden çıkan / çıkarılan bir bent var. Akışı ve istikameti bozmadan bu bent nasıl aşılacak? TCK'ya göre yargılanıp hüküm giyen elebaşı cezaevinde Komisyon tarafından ziyaret edilmeli mi? Bu ziyaretin "terörsüz Türkiye" sürecine katkısı mı olur, zararı mı olur? Parti olarak biz nasıl bir tutum almalıyız? Bunu tabanımıza nasıl anlatırız?
Şu an her siyasi parti bu soruların cevaplarını arıyor.
MHP ve DEM Parti gecikmeden gidilmesi konusunda hemfikir. MHP lideri bu konuda hayli atak.
AK Parti konuyu kendi içinde tüm boyutlarıyla ve geçmiş tecrübeler ışığında tartışıyor. Sürecin akışını ve yol arkadaşlığını bozmayacak bir formül aranıyor. Mesele her ne kadar siyaset üstü bir mesele, bir devlet projesi olsa da yumurta küfesi AK Parti'nin sırtında nihayetinde.
Bu işin toplumun Terörsüz Türkiye sürecine verdiği desteği kaybetmeden, toplumsal rıza an be an üretilerek yapılması gerektiği görüşü hakim AK Parti'de. İmralı ziyaretine ise temkinli bir yaklaşım var.
CHP de öyle. Bir yandan AK Parti'nin tavrına bakıyor, bir yandan ziyaretle ilgili hukuki siyasi güvenceleri tartıyor CHP. Her ihtimali değerlendirenler, partinin kaybettiği itibarı işlerin kötü gitmesi halinde oluşacak tepki oylarıyla toplamak için "ziyaret mevzuuna girmeyelim" diyenler de var.
Yeniden Refah, Hüda Par ve DSP ziyarete karşı. Saadet, Deva ve Gelecek partilerinden oluşan Yeni Yol grubu ziyarete olumlu bakıyor.
Cuma günü TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un başkanlığında toplanacak olan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bu konuda bir karar verecek. 51 üyeli komisyonda kararlar 5'te 3 çoğunlukla alınıyor dolayısıyla 31 üyenin buna evet demesi gerekiyor.
**
Süreci "gerekirse Öcalan Meclise gelsin konuşsun" diyerek başlatan MHP lideri Bahçeli Salı günü çıtayı "gerekirse İmralı'ya ben kendim giderim" diyerek ve kendini de olaya doğrudan katarak tahayyüllerin ötesine taşıdı. Tartışmaya ivme kazandırdığına şüphe yok.
Bu konuda ne diyeceği merak edilen Cumhurbaşkanı Erdoğan da övücü cümlelerle mukabele etti dün Devlet Bahçeli'ye. Komisyona da teşekkürlerini iletti. Ama komisyonun iradesinin üzerine bağlayıcı bir söz de söylemedi. "Yürütme"nin başı olarak "yasama" organının, millet-vekillerinin iradesinin üzerine çıkmadı.
Benzer bir tutumu TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş da almış, yaklaşımını soran gazetecilere "komisyonun iradesini" işaret etmişti. Bu tavır sürecin idaresi bakımından son derece doğru ve sağlıklı...
Öte yandan AK Parti'de henüz bir karara varılmadığını da biliniyor. Hem sürecin hem toplumsal rızanın hem de ittifakın zarar görmeyeceği bir formül aranıyor. Bugün bu amaçla parti içinde bir toplantı yapılması bekleniyor.
**
Komisyonun İmralı'yı ziyaret etmesi arzusunu DEM heyetinin son ziyaretlerinde sıkça dile getirdi Öcalan. Hangi Öcalan diyenler olacaktır. 47 yıl boyunca bu ülkeyi ve bu milleti bölmek için emperyalistlere uşaklık edip kan döken, başaramayınca da kurduğu terör örgütünü feshedip silah bırak talimatı veren Öcalan diyerek özetleyeyim.
Faal olduğu yıllar gibi cezaevi yıllarında da medyaya konuşmak, dünyaya seslenmek, anlatmak konusunda hep çok istekliydi terörist başı. Yazdığı kitaplar, ürettiği kavramlar, çift anlamlı yahut kendi zihninde kurduğu dünya dışında anlam ifade etmeyen, bir yere varmayan, uzun, karmaşık, yorucu paragraflar, tıkız cümleler...
Açıkçası Öcalan'ın yazdığı tek anlaşılır ve anlamlı metin 27 Şubatta PKK'ya yazdığı fesih metniydi.
Şimdi o anlam dünyası içinde kurguladığı ve "demokratik entegrasyon" adını verdiği bir konuyu Komisyon üyelerine anlatmak istiyor Öcalan.
DEM'lilerin anlattıklarından, PKK kanallarında yapılan yayınlardan ve Medyascope'a sızdırılan tutanaklardan anladığım şu benim:
Öcalan meseleyi PKK'nın silah bırakmasından ve silah bırakan teröristlerin topluma entegrasyonundan bağımsız ve üstünde bir konu olarak değerlendiriyor. Konuyu terörün sonlandırılması değil "Kürt meselesi" olarak yüz yıllık perspektif içinde ele alıyor ve "Kürtlerin varlığının Cumhuriyetin yasallığı içinde güvence altına alınması" gereğinden bahsediyor.
Bu vurgunun detayları tartışılabilir. Tartışacağız da muhtemelen. Ama şu an konu bu değil.
Öcalan "komisyon gelsin, çok hayati şeyler anlatacağım" dese de konu görüşmenin içeriği değil bizatihi kendisi. Örgütünü feshetmiş olsa da terörist başıyla milletin vekillerinin görüşüp görüşmemesi...
**
Dolayısıyla Terörsüz Türkiye sürecinin şu aşamasında meselenin taraflarından 130 kişiyi dinlemiş olan Komisyon Öcalan'ı da dinlese ne olur?
Bu muhatap alış sürecin selameti için bir zaruret midir yoksa Öcalan'ın üretip dayattığı bir manipülasyon mu?
Süreci zora sokma potansiyeli var mı yoksa zaten MİT konuşuyor, DEM konuşuyor, pekâlâ Komisyon da konuşsun denebilecek vaka-i âdiyeden bir hadise midir?
Bu sorulara herkesin cevabı vardır lakin süreç takibi ve geçmiş tecrübenin damıtılması dışında bilgimiz kısıtlı. Devlet kurumları hiç kuşkusuz çok daha net bilgiye ve kuvvetli sezgiye sahiptir. Güvenlik bürokrasisi son toplantıda Komisyon üyelerini kapalı oturumda bilgilendirdi zaten. O açıdan Komisyondan çıkacak karara güvenmek gerektiğini düşünüyorum.
**
Naçizane sürecin akamete uğramaması, başka sıkıntılara yol açmaması bakımından bir iki hususu dile getirmek isterim.
İlki, görüşme olacaksa fiilen İmralı'ya gitmek yerine uzaktan bağlantı ile temasın kurulması.
Bir diğeri, görüşmeye dair herhangi bir görüntü kaydedilmemesi. Kaydedilirse de süreç hitama ermeden kamuoyu ile paylaşılmaması.
Umalım, Türkiye için en hayırlı karar çıksın. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediği gibi "niyet hayr, akıbet hayr" olsun.