"ABD imparatorluğu, uzun süredir devam eden bir iç çözülme sürecinin ileri bir evresine girmiştir."
Bu bir slogan değil; bir eşik tarifidir. Bugün yaşananla, eski bir merkezin düzen kurma yeteneğini yitirmesinin doğal sonucudur. Yoksa yeni bir dünyanın doğum sancısı değil. Zira herkes bu zehirli ortamın dağılmasından korkuyor.
Washington bu tabloyu "küresel düzensizlik" olarak adlandırıyor. Çok aktörlü, kontrolsüz ve öngörülemez bir dünya anlatısı üretiyor. Ve düzen bozulduysa, fail yoktur; yalnızca "karmaşa" vardır. Roma'dan beri çöken merkezlerin dili her zaman böyle olmuştur.
Söz gelimi Trump'ın geri dönüşü bu bağlamda okunmalı. Seçildiği gün de söylemiştim, "Trump'ın seçilmesi bir sapma değil, bir belirti." Diplomasi etkisini yitirdi; şimdi açık tehdit, açık pazarlık konuşuyor. Trump bunu saklamıyor. "Gerekirse vururuz!" diyor. Trump'ın barışı ile savaşı arasındaki mesafe o kadar kısa. Bir de bazen taraflarının bile haberi olmayan barışlar yapıyor. Hegemonun önemli göstergelerinden biri olan söylem hâkimiyetinin kaybıdır bu.
Öte yandan Dışişleri Bakanı Rubio ve benzerleri hâlâ "kurallara dayalı düzen"den söz ediyor. Ancak metnin kendisi şu gerçeği ele veriyor: "Bu elitler, uluslararası normlara yalnızca kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece saygı gösteriyor."
Sorun kuralların yokluğu değil...
Asıl sorun kuralların maliyetini kimin ödediği.
Bir de kolaycıların Yeni Yalta söylemi var... Neymiş? ABD, Rusya ve Çin dünyayı paylaşacaklarmış! Kulağa entelektüel bir tespitmiş gibi geliyor ama zemini yok. Çünkü Yalta bir paylaşım masasında asıl güç tarafından savaş sonrası düzen kurma iradesiydi. Bununla birlikte güç kadar süreklilik ve maliyet üstlenme kapasitesi gerektiriyordu.
ABD bugün bu kapasiteden yoksun. Finansal balonlarla ayakta duran bir merkez düzen kuramaz. Üretim kırılgan, bütçe borca bağımlı, müttefikler ise enerji ve enflasyon yükünü taşeron gibi üstleniyor. Böyle bir yapı küresel düzenin yükünü taşıyamaz.
Rusya'ya gelince... Askerî direnç gösteriyor; ancak Ukrayna dosyası ortada. Sahada tutunmak düzen kurmak değildir. Düzen; öngörü, ekonomik çekim ve kurumsal güven ister. Moskova henüz bu üçlüyü aynı anda üretmekten çok uzak.
Ya Çin? O da daha ihtiyatlı bir hatta ilerliyor. Boşluklardan faydalanıyor, üretim gücünü genişletiyor, zaman kazanıyor. Ancak "düzen" kelimesine mesafeli. Hatta teknolojik kontrole dayalı klasik sömürü düzenine yakın politikalar tedirginliğe sebep oluyor. Bir de düzen sorumluluk, maliyet ve kriz yönetimi demektir. Pekin bu faturayı üstlenmek istemiyor.
Yalta geri gelmez; çünkü onu mümkün kılan Batı dengesi artık yok. Aksine bir geçiş var. Ve bu geçişte ABD, "kaos" söylemini bilinçli biçimde dolaşıma sokuyor. Bugün "düzensizlik" diye sunulan tablo, gerçekte kolektif emperyal yapının kendi sorumluluğunu görünmez kılma çabasından ibaret. Kaos anlatısı, düzen kuramayan bir merkezin, suçu sistemin geneline yayma refleksi olarak işliyor.
Enerji, üretim, finans ve dolayısıyla askeri krizleri bu sis içinde anlam kazanıyor. Bunlar münferit arızalardan ziyade düzen kurma kapasitesinin çöktüğünü gösteren yapısal belirtiler. Balonlar patlatılmıyor çünkü patlarsa merkez çöker. Üretim yeniden dağıtılmıyor çünkü kontrol kaybolur.
Hülasa...
Bugün kaosu üreten çok kutupluluk değil. Tersine... Kaosu üreten, tek kutbun çekilmeyi reddetmesidir. Düzen kuramayanlar zamanı uzatır. Ama her uzatma, çöküşü daha sert ve daha kontrolsüz hale getirir.