8 Ağustos'ta Washington'da imzalanan Ortak Bildiri, kâğıt üzerinde Azerbaycan ile Ermenistan arasında barışın kapısını aralayan diplomatik bir metin. Ancak satır aralarına bakıldığında bu belge, yalnızca iki ülke arasındaki ilişkileri değil, tüm Avrasya'nın güç haritasını yeniden çizen bir hamleyi temsil ediyor. Minsk Süreci'nin kapatılması, Bakü-Nahçıvan bağlantısının Zengezur üzerinden engelsiz sağlanması ve TRIPP yani Trump Uluslararası Barış ve Refah Rotası adlı yeni koridorun çerçevesinin çizilmesi, Güney Kafkasya'yı küresel güç dengelerinde etkisi hissedilen bir lojistik omurgaya bağlıyor.
Bu, klasik bir "barış planı" değil; krizdeki Amerikan ekonomisinin yeni yayılma stratejisinin Kafkasya'daki yansıması. Soğuk Savaş'ın cephe ülkeleri dönemi geride kaldı; artık tankların yerini transit hatlar, garnizonların yerini gümrük kapıları alıyor. Şu ilkeyi unutmadan süreci değerlendirmekte fayda var: sanayisizleşmiş ve üretim gücünü yitirmiş ekonomiler büyümeyi fabrikalardan değil, rant üreten stratejik varlıklardan sağlıyor. Washington, iç borç dağının ve bütçe açıklarının baskısı altında, küresel rant akışını güvence altına alacak "altyapı mülkiyeti" modelini öne çıkarıyor. Nasıl mı? Kritik lojistik hatlarda işletme hakkı, geçiş ücretleri, sigorta ve veri akışı kontrolü üzerinden. TRIPP, işte bu modelin Kafkasya'ya uzanan kolu. Ama unutulmamalı, böyle bir hat, ancak güvenlik, diplomasi ve finans boyutlarının sürekli dengelenmesiyle ayakta kalabilir.
Jeopolitik açıdan TRIPP, Rusya'nın "yakın çevre" doktrinine meydan okuyor. Moskova, Karabağ sonrası arabulucu pozisyonunu kaybederken dengeler değişiyor; İran, kuzey sınırına paralel bir "kuşatma hattı" görüyor; Çin ise Orta Koridor'un bir bölümünün Atlantik etkisine girmesinden rahatsız. Yani bu koridor, aynı anda üç büyük güçle stratejik sürtünme potansiyeli taşıyor.
Türkiye bu tabloda yalnızca coğrafi bir geçiş ülkesi değil, karar verici bir aktör olmak zorunda. Ankara, işletme, güvenlik, gümrük ve enerji entegrasyonunda eşit pay ve veto yetkisini güvence altına almadığı takdirde, Orta Koridor Türkiye topraklarından geçen fakat rotasını Türkiye'nin çizmediği bir hatta dönüşebilir. Türkiye, TRIPP'i kendi stratejik mimarisinin bir parçası haline getirerek hem karar süreçlerinde eşit söz hakkına sahip olmayı, hem hattı Orta Koridor ve Türk Dünyası ağlarıyla bütünleştirmeyi, hem de farklı güçlerle dengeli ilişkiler kurarak bölgesel denklemde vazgeçilmez aktör konumunu pekiştirmeyi hedeflemelidir.
Jeoekonomik boyutta koridor, Baküt-Tiflis-Kars demiryolunun 5 milyon tonluk kapasitesini dolduracak, TANAP ve TAP'la enerji entegrasyonunu güçlendirecek ve transit sürelerini 15-20 güne indirecek bir potansiyele sahip. Bu, Türkiye'ye milyarlarca dolarlık transit, sigorta, lojistik ve enerji geliri sağlayabilir. Türk Dünyası entegrasyonu açısından ise Ankara-Bakü-Taşkent-Astana hattını fiziki olarak işler hale getirebilir ki bu, Türk Devletleri Teşkilatı için tarihi bir fırsat demektir.
Bugün mesele, koridorun açılıp açılmayacağı değil; anahtarın Türkiye'nin elinde olmasıdır. Bu anahtar doğru kullanıldığında Zengezur, yalnızca bir lojistik güzergâh değil, Türkiye'nin jeopolitik etkinliğini pekiştiren ve Türk Dünyası'nı ekonomik olarak bütünleştiren stratejik bir omurga haline gelir. Böyle bir konum, Türkiye'ye hem bölgesel karar süreçlerinde kalıcı söz hakkı kazandırır hem de Orta Koridor'un kalbinde yer alan, güvenlikten ticarete kadar tüm hatların ritmini belirleyen merkez ülke rolünü güçlendirir.