28 Nisan 2024 Pazar / 20 Sevval 1445

Herşey Gülen’in Tahşiye konuşmasıyla başladı

Paralel örgütün resmi kurumlara sızmış üyelerinin oluşturduğu istihbarat havuzunun sembolik ismi Fuat Avni'nin twitter mesajlarıyla duyuldu operasyon. Ve 14 Aralık pazar sabahı başlayan operasyonda 32 örgüt üyesi için Tahşiye grubuna kumpas kurdukları gerekçesiyle gözaltı kararı verdi görevli savcı. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ile STV Genel Müdürü Hidayet Karaca'nın da aralarında bulunduğu onlarca kişi gözaltına alındı. Paralel örgütün 'özgür basına müdahale', 'hayali dizilerin yapımcı ve senaristlerine bile gözdağı veriliyor' şeklinde yansıtmaya çalıştığı operasyon acaba hangi somut donelere dayanıyor?

KÖKSAL AKPINAR15 Aralık 2014 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Herşey Gülen’in Tahşiye konuşmasıyla başladı

Kamuoyunun gündemine bu operasyonla giren "Tahşiye" kelimesi ve onun etrafında gelişen olaylar konuyu anlamaya yarayacak nitelikte. Tahşiye, kelime olarak "not düşmek" anlamına geliyor. Tahşiye ismini kullanan ise bir yayınevi var. 2004 yılından beri faaliyetini sürdüren ve tamamen dini içerikli kitaplar üreten  Tahşiye Yayınlarının sahipleri ve dost çevresinin başına gelenler Paralel Örgüte yönelik operasyonun da temel arka planını oluşturuyor.

Paralel örgütün lideri Fethullah Gülen'in 6 Nisan 2009 tarihinde Herkül.org sitesinde yayınlanan ve Tahşiye yayınlarını hedef gösteren konuşmasıyla başladı her şey. Gülen, bugünlerde yandaşlarının kendi sitelerinden alelacele kaldırdığı konuşmasında o güne, hatta bugüne kadar kimselerin bilmediği ve tanımadığı bir kelimeyi ve yayınevini hedef gösteriyordu.  

OBAMA TÜRKİYE’DEYKEN GÜLEN ‘TAHŞİYE’ DEDİ

Gülen konuşmasında El Kaide'ye bağlı “Tahşiye” adında bir terör örgütünün olabileceğini, bunların "Biz de Risale-i Nurları şerh ediyoruz" bahanesinin ardına saklanacağını ileri sürerek, ileride terör yapacaklarını iddia ediyordu. O gün, Amerikan Devlet Başkanı Barack Obama da Türkiye'deydi. Ankara'da Meclis'e hitap ediyordu. Fethullah Gülen de hem kendi televizyonlarından hem de özel ilişkileri sayesinde diğer kanallardan kimsenin anlayamadığı bir tehditten bahsediyordu. 

Ancak, hedef gösterilen Tahşiye ve Rahle isimleri bir örgütün değil, Bediüzzaman Said Nursi'ye ait Risale-i Nurlar çerçevesinde yayın yapan kuruluşların ismiydi. Bu yayınevinden ilmi çalışmaları çıkan ve çevresinin "Molla Muhammed" ya da "Hoca Abi" diye hitap ettiği Mehmet Doğan ise, Bediüzzaman'ın "manevi varisim" dediği merhum İbrahim Hulusi Yahyagil'in yanında yetişmiş çok önemli bir isimdi. Muş'ta yaşayan Mehmet Doğan, emekli bir din görevlisiydi. 2005 yılında yazdığı "Rumuzu'l Kur’an-4" adlı eserinde Kur'an ve Hadisleri İslam inanışının tam tersi şekilde tahrif ettiğini ortaya koyduğu Gülen Hareketi'nin 2014'te sönmeye başlayacağını ileri sürüyordu. Bu öngörü Paralel Yapı'nın hedefine girmesine yetiyordu. 

ERTUĞRUL ÖZKÖK: ‘HOCA BU KONUYU NİYE AÇTI?’

Gülen'in 6 Nisan 2009'daki hedef gösterici konuşmasından iki gün sonra ise  örgüte bağlı Samanyolu televizyonundaki “Tek Türkiye” dizisinde aynı ifadeler kullanılıyor ve Tahşiye yayınevi yine hedef gösteriliyordu. O güne kadar haklarında hiçbir haber yapılmamış olan Mehmed Doğan ve Tahşiye yayınevinin Tek Türkiye dizisinde haftalar boyunca "karanlık bir terör örgütü" şeklinde lanse edilmesi dikkat çekiyordu. Gülen'in o günlerde örgütün dışındaki tv'lerde de yayınlanan konuşması üzerine yazar Ertuğrul Özkök, 9 Nisan 2009 tarihli yazısında "Hoca bu konuyu niye açtı?" sorusunu soruyordu. Çünkü hiç kimse o konuşmanın gerekçesini anlayamamıştı. Ancak örgüt çevresindeki yazarlar Nuh Gönültaş, Ahmet Şahin, Nazlı Ilıcak ve daha sonra o yapıdan ayrılan Hüseyin Gülerce ilginç bir şekilde yine "Tahşiye" adını kullanarak yorumlarda bulunuyorlardı. Bu da bu yazar ve senaryo grubunun aynı merkez tarafından yönlendirildiğini gösteriyordu.

KUMPAS HAREKATI ‘RADİKAL TAHŞİYE GRUBU’ ADIYLA KAYITLARA GİRDİ

Türkiye'de “Tahşiye” adını taşıyan tek kuruluş, BMB Yayıncılık bünyesindeki Tahşiye Yayınlarıydı. Yine dizide hedef gösterilen Rahle yayınları da aynı kuruluşun yayıneviydi. Paralel yapı, kendi çalışmalarının İslâm'a uymadığını bilimsel olarak ortaya koyan Tahşiye Yayınları yazar ve sahiplerine karşı açık bir değersizleştirme operasyonu yürütmeye başlıyordu. Fethullah Gülen’in herkul.orgda verdiği talimattan sadece 18 gün sonra Paralel Yapının emniyet ayağı olarak tarif edilen emniyetçiler harekete geçiyor, dönemin “İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer'e bağlı “İstanbul Emniyet İstihbarat Şube Müdürlüğü” “24 Nisan 2009” tarihinde resmi süreci başlatıyordu. O dönemki operasyonlarda çok sık karşılaşılan “isimsiz, tarihsiz ve imzasız” bir sahte ihbar mektubu ile başlayan kumpas harekatı, “Radikal Tahşiye Grubu” adıyla kayıtlara giriyordu.

GÜLEN İLE İRTİBAT KURULMASINI ÖNLEMEK İÇİN ‘TAHŞİYE’ KELİMESİNİ ÇIKARDILAR

“İstanbul Emniyet Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü” de sekiz gün zarfında bütün suçluları tespit etmiş gibi, “4 Mayıs 2009” tarihinde, Tahşiye yayınevi çevresini takip etmek için özel yetkili mahkeme savcılığından izin istendi. Özel yetkili savcı Kadir Altınışık ise jet hızıyla 5 Mayıs 2009 günü mahkemeye yazı yazarak takip izni istiyor ve böylece Paralel Yapının adliye ayağı da devreye giriyordu. İlk teknik takip kararı da yine jet hızıyla “6 Mayıs 2009” tarihinde veriliyordu. Bu tarihten 7 Ekim 2009’a kadar 8 mahkeme “Radikal Tahşiye Grubu” adıyla, 16 Ekim 2009’dan 19 Ocak 2010’a kadar ise 12 mahkeme “Radikal Mehmet Doğan Grubu” adıyla teknik takip izni veriyordu. Böylece 66 yaşındaki MS hastası Mehmet Doğan, devletin içine sızmış paralel suç örgütünün ana hedefi hâline getiriliyordu. Ancak ilginç bir şey yaşanıyor, ilk resmi yazışmalarda kullanılan “Tahşiye” kelimesi sürpriz şekilde çıkarılarak, ilk düğmeye basan Fethullah Gülen’in konuşmasında üzerine basa basa söylediği “Tahşiye” kelimesiyle irtibat kurulması önlenmek isteniyordu.

HAKİM DİRAYETLİ OLSAYDI, KOMPLOYU 3 YIL ÖNCE ÖĞRENEBİLECEKTİK

Dokuz aylık teknik ve fizikî takip sonunda, “terör örgütü” ile ilgili hiçbir somut delil bulunamayınca, bu kez başka bir plan devreye giriyordu. “21 Ocak 2010” gecesi, paralel örgütün sesi konumundaki “STV”nin “Tek Türkiye” dizisinde yine o uydurma örgütten ve o örgütün evlere bomba koyacağından söz ediliyordu. Bu programdan sadece 5-6 saat sonra ise 22 Ocak 2010 cuma günü sabaha karşı “Tahşiye Yayınevi” sahipleri, arkadaşları ve dostlarının evlerine Paralel Yapının polisleri tarafından baskın yapılıyor; evler didik didik aranıyor; yayınevi ortaklarından birisinin kayın biraderinin misafirhanesinde üç adet bomba bulunuyordu. Ancak polis, bomba bulunan eve tüm kuralları çiğneyerek giriyor ve bombanın bulunduğu poşeti eliyle koymuş gibi buluyordu. Daha sonra bilirkişinin hazırladığı rapora göre bombaların üzerinden şaşırtıcı bir şekilde sadece eldiven kullanması gereken 3 polisin parmak izi çıkıyordu! 9 Mart 2011 tarihli özel mahkeme duruşmasında, avukatların çabasıyla bombaların üzerindeki parmak izlerinin polislere ait olduğu tespit ettirilerek tutanaklara geçirilmesine ve duruşmada kendi aralarında çelişkili ifadeler vermelerine rağmen 3 polis  mahkemece tutuklanmadan serbest bırakılıyordu. Eğer hakim, o gün dirayetli tavır gösterebilseydi, Tahşiye ismini ve bu çok ilginç komployu Türkiye kamuoyu 3 yıl önce öğrenebilecekti.

TAHŞİYECİLER İÇİN UYUŞTURUCU VE KADIN SATICILARI DEDİLER

22 Ocak 2010 günü Emniyet Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, ülke çapında değişik merkezlere baskınlar düzenleyerek çoğu birbiriyle ilgisiz yüzü aşkın kişiyi evlerinden alıp emniyete götürüyordu. Daha o insanların emniyetteki ifadeleri bile alınmadan, Paralel Yapının TV ve sosyal medya editörleri, önceden hazırladıkları aleyhte propaganda videolarını sıcağı sıcağına merkez medyaya servis ediyorlardı. Ki aynı Paralel ekip, aynı montajlı videoları bugünlerde yine dolaşıma sunmuş durumda. Medyaya Tahşiye yayınevi yazarları ve arkadaşlarıyla ilgili içinde uyuşturucu ve kadın satıcılığı gibi akıl almaz iddiaların da bulunduğu iftiralar servis ediliyordu. 

ZEKATLAR KONUSUNDAKİ 3 KİTAP CEMAATİ RAHATSIZ ETTİ

Paralel yapının Muşlu Muhammed Hoca'dan rahatsız olduğu en önemli nokta ise onun kendi gelir kaynaklarını kesen çalışmalarıydı. Müslümanlardan para toplanmasını "dilencilik" olarak tanımlayan Muşlu Muhammed Hoca, paralel yapının kontrolsüzce topladığı zekatların ise asla "tüzel kişiler" yani cemaatler tarafından kullanılamayacağını vurguluyordu. Hoca, bu paraların sadece "gerçek kişiler yani fakirler"e verilmesi gerektiğini ilan ediyordu. Paralel yapının en önemli gelir kaynağını kesen zekat konusundaki 3 kitap, Tahşiye ve Rahle yayınevinin hedefe konmasını netice veriyordu. Yine hoşgörü ve diyalog çalışmaları altında İslam'ın tek hak din olmadığı inancının yaygınlaştırılmasına da Muhammed Hoca,Kur'an'dan delil getirerek karşı çıkıyordu. 22 Ocak 2010 günü yapılan operasyonda tutuklananlar 8 ile 20 ay arasında değişen sürede F Tipi cezaevlerinde kaldılar. Ceza hukuku profesörlerinin yazdığı bilirkişi raporları lehlerine olmasına rağmen verdikleri hiçbir dilekçeye cevap alamadılar ve aylarca F Tipi cezaevlerinde kaldılar.

BİLİRKİŞİ: İSNAT EDİLEN SUÇLA DELİLLERLE İRTİBATLANDIRMA YAPILAMADI

İsnat edilen suçlarla ilgili İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığına başvuran Mehmet Doğan’ın avukatı Mustafa Doğan İnal, davayla ilgili bilimsel mütalaa istemişti. Bu kapsamda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer ve Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mahmut Koca tarafından yapılan incelemede şu ifadelere yer veriliyordu: 

“İddianamede varlığı iddia edilen terör örgütünün faaliyetleri kapsamında işlenmiş olan bir suçtan söz edilmemektedir. Bu durumda sanıkların bir silahlı terör örgütü kurmaya yönelik bilerek ve isteyerek davrandıklarını ve bunu suç işlemek amacıyla gerçekleştirdiklerini ortaya koymak gerekirdi. İddianame ve tarafımıza sunulan eklerinde ise suçun maneviyatına dair delillerle irtibatlandırılmış bir değerlendirme ve tespit yapılmamıştır. Sanıkların dini ve siyasi söylemlerinin tehlikeli olduğu ve gelecekte bir terör örgütü olabilecekleri tahminine dayalı olarak kişilerin yargılanması ise ifade ve örgütlenme özgürlüğünün ihlali anlamına gelir” 

Bilirkişi raporunda mağdur T.Y ve  M. E. K'nın evlerinde gerçekleştirilen arama işlemlerinin hukuksuz olduğu vurgulanırken, usulsüz şekilde yapılan aramalardan elde edilen delillerin ceza muhakemesinde kullanılamayacağına dikkat çekilmişti.

BİLİRKİŞİ: SOMUT TESPİT YOK

Bilirkişi raporunda dikkat çeken bir başka ayrıntı da, örgüt suçlamasının yapılış biçimiydi. Fonksiyonel iş bölümüne dayanan hiyerarşik bir yapı olarak nitelendirilen Mehmet Doğan ve beraberindekilerle ilgili somut vakalara dayalı bir tespit bulunmazken, örgüt lideri olarak gösterilen kişinin emekli imam olduğuna dikkat çekiliyordu. 25 yıllık emekli imam olan Mehmet Doğan’la ilgili bilirkişi raporunda, “Emekli bir din görevlisi ve esnaf kişiler oldukları anlaşılan kişiler arasında bir araya geliş bulunmaktadır. Ancak bu durum hiyerarşik yapılanmadan ziyade, dinin belirli bir yorumunun sohbetler yoluyla paylaşılması ve yayılmasına ilişkin bir gruplaşma niteliğini göstermektedir. Bu tür dini grup ve cemaatlerin, yapısal özellikleri terör örgütlerinin bilinen yapısal niteliğiyle örtüşmemektedir” denildi.

17 Aralık darbe girişiminden sonra HSYK'daki örgütçü yapının kısmen tasfiye olmasıyla haklarını arayan yayınevi sahipleri ve mağdurlar bugünlerde tüm Türkiye'nin hayretle izlediği ucu okyanus ötesine kadar uzanan operasyonun da başlamasına vesile oldu.