27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

'İdlib patlamaya hazır bomba gibi'

ABD-Türkiye ilişkileri Obama döneminde de müttefiklik ilişkisinin kaldırmayacağı türden bir yola girmişti ama Trump döneminde daha çıplak bir hal aldı. Tehditler, yaptırımlar, ekonomik saldırılar, Türkiye’ye saldıran terör örgütlerini desteklemesi, hatta güdülemesi… Ne oluyor, ne yaşıyoruz biz Amerika Birleşik Devletleri ile?

Fadime Özkan3 Eylül 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
'İdlib patlamaya hazır bomba gibi'
FOTOĞRAF: MURAT ÖZTEK

SETA GÜVENLİK ARAŞTIRMALARI DİREKTÖR DOÇ. DR. MURAT YEŞİLTAŞ

Halen Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doçent olarak çalışmakta olup;Türkiye’nin Ortadoğu Politikası, Eleştirel Jeopolitik, Siyasi Coğrafya ve Karşılaştırmalı Dış Politika Analizi konularında lisans ve yüksek lisans dersleri vermektedir.

****

ABD-Türkiye ilişkileri Obama döneminde de müttefiklik ilişkisinin kaldırmayacağı türden bir yola girmişti ama Trump döneminde daha çıplak bir hal aldı. Tehditler, yaptırımlar, ekonomik saldırılar, Türkiye’ye saldıran terör örgütlerini desteklemesi, hatta güdülemesi… Ne oluyor, ne yaşıyoruz biz Amerika Birleşik Devletleri ile?

Bu krizleri müstakil olarak ele almak doğru olmaz. Her birini müstakil olarak anlamaya çalışırsak Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan genel eğilimleri ve dönüşümü de doğru tespit etmemiz mümkün olmaz. Yaşadığımız krizler bütün olarak Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihinin birikintilerinden oluşuyor. Evet, doğru! Obama yönetiminin ikinci döneminden itibaren belirgin bir kriz hattı oluştu. Trump öyle bir zamanda iktidara geldi ki, Obama döneminde hayata geçirilen “geriden idare etme” ve ABD’nin uzak alanlardaki maliyetlerini azaltmak için “geri çekilme” stratejisinin sonuçları ciddi bir hal almıştı. Obama, bu stratejiyi liberal argümanlarla hayata geçirmeye çalışıyordu. Yani, ABD’nin inşa ettiği uluslararası düzenin kurumsal sütunlarını tahrip etmeden bu stratejiyi yönetmeye çalıştı. Trump, bu stratejiyi kampanyası boyunca hep eleştirdi ve iktidara geldiğinde yerleşik stratejik ajandayı ABD lehine yeniden düzenlemeye çalıştı. Fakat ne felsefesi vardı ne de bunu düzenlemek için yöntemleri vardı. Bir de bu duruma Trump’ın karakteri, yönetim anlayışı, seçimlerden dolayı başının içerde iyice sıkıştığı Rusya meselesi, İsrail’in müthiş bir baskısı, ve en kötüsü de radikal bir ideolojik zemine kendisini hapsetmesi eklenince, Amerikan dış politikasını alt üst etti. Bu yaşanan krizin kısmen de olsa ABD cephesini gösterebilecek açıklamalar. Ama bana kalırsa, mesele Türkiye adına çok daha farklı. Evet, doğru! Biz bu değişiklik ve belirsizlikten doğrudan etkileniyoruz ancak krizlerin daha farklı sebepleri var.

AMERİKA POLİTİK “ÖTEKİ”

Nedir o farklı sebepler?

Her şeyden önemlisi şu: Türkiye dış politikasında büyük bir kırılma yaşandı AK Parti iktidarıyla birlikte. Bu kırılma hala tam anlamıyla istikrara kavuşmuş durumda değil. Kırılma şuydu: Türkiye, dış politika kimliğini merkezinden Batıyı çıkardı. Şöyle ki; Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi Türk-Amerikan ilişkileri Türkiye’nin Batılı olma kimliğinin ayrılmaz bir parçası değildi artık. Tam tersine Batı ittifakının içerisinde olmak Türkiye için artık stratejik ya da ekonomi-politik bir ilişkiden ibaretti. Bugün Türk dış politikası kimliği açısından Türk-Amerikan ilişkileri onaylayıcı bir üst kimlik olmaktan çıktı. Bu önce Türkiye-AB ilişkilerinde başladı. Özellikle 2007’den sonra bu kırılmayı çok daha net biçimde gördük. Daha da önemli olan ise, Türk-Amerikan ilişkileri, geride kalan krizler ve hala yaşanan krizlerdeki Amerikan yönetimlerinin tavrı düşünüldüğünde, hem siyasi-bürokratik yönetici sınıfına nüfuz etmiş hem de toplumun kılcal damarlarında kadar nüfuz etmiş “Amerikan karşıtlığı veya Amerikan şüpheciliği” üzerinden yeniden şekilleniyor. Bundan sonra ABD bir “boş gösteren” olarak Türk dış politikasının, Türk devlet kimliğinin ve bunun parçası olarak bütün politik öznelliklerin “ötekisi” konumundadır.

TÜRKİYE ADİL BİR İLİŞKİ İSTİYOR

15 Temmuz başta olmak üzere ABD’nin Ortadoğu bölgesine dair jeopolitik ve mesihçi dış politika arzuları (Kudüs meselesi mesela) bu ötekilik durumunu daha fazla pekiştiren bir işlev görüyor. Burada daha da önemli bir husus söz konusu. Türkiye Amerikan merkezli sözde liberal uluslararası düzenin onaylayıcısı ya da tasdik edici ülkesi olmaktan kurtulmak istiyor. Bu Soğuk savaş döneminde kesinlikle çok farklı seyretmişti. Bu Türkiye’nin liberal olmayan bir dünya düzenini arzulamasından ileri gelmiyor. Aksine, bu uluslararası düzenin daha adil bir şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğini ısrarla savunan aktörlerden biri olmasından kaynaklanıyor.

ESAS OLAN GÜVEN YOKLUĞUDUR

Türkiye ABD’yi öyle işler içinde gördü ki, bu saatten sonra tekrar -Türkiye’nin ABD’ye bakışı açısından- “güven ilişkisi” kurulabilir mi?

Dış politikada güven hiç bir zaman tesis edilemez. Bu sadece Türk-Amerikan ilişkilerine mahsus bir mesele de değil. İsrail ile ABD arasında güven ilişkisinin tam olduğunu mu sanıyorsunuz, ya da geleneksel olarak ABD-İngiltere arasında? İkinci Dünya Savaşı sırasında Churcill, ABD’nin savaşa dahil olması için müthiş bir çaba harcadı. Ama nafile; Churcill neredeyse Almanya ile anlaşma yapacaktı. Dolayısıyla güven hiç bir zaman yoktur. Tam tersine, devletlerarasında güven yokluğu vardır.

STATÜ SORUNU HALOLMADAN ÇÖZÜM OLMAZ

Bu hal, nereye varır peki? Toparlanabilir mi, kopuş kaçınılmaz mı?

İlişkilerin toparlanması için öncelikle ikili ilişkilerdeki statü ya da tanımlama sorunun halledilmesi gerekiyor. Birinci kural, hiç bir tanımlama baki değildir. İkinci kural ise beklentilerinizi asla yüksek tutmayacaksınız. Bakın Türk-Rus ilişkilerine! Soğuk Savaşa bakın, 2015 yılındaki uçak düşürme hadisesindeki atmosfere bakın bir de şimdiyi değerlendirin. O nedenle, öncelikle Türk-Amerikan ilişkilerini tanımlama sıkıntısından kurtulmamız lazım. Hiçbir zaman stratejik ortak olmadık, hiç bir zaman kelimenin tam anlamıyla müttefik olmadık, hatta Obama’nın model ortaklık tanımlaması konjönktürel bir ruha hapsedilmişti. Biz Türkiye olarak aceleci bir şekilde, model ortaklık tanımlamasını, içeriğinin ne olduğuna bakmadan satın aldık. Yanlıştı! Nitekim, Obama’nın Kahire’deki konuşmasından kısa bir süre sonra ABD Mısır’daki darbeyi tetikledi ve meşrulaştırdı. Siz bölgede, demokrasiye tutunmaya çalışan bir aktörsünüz, ABD ise demokrasi aracılığıyla bölgeyi altüst etti, hala da ediyor. Ortada Filistin meselesi varken ne ABD ile çıkarlarınız ortak olabilir ne de model ortaklık geliştirebilirsiniz. Müstakil olarak krizler aşılabilir. Ama toparlamak için statü sorunu halledilmesi gerekiyor karşılıklı olarak.

STRATEJİK ÖNCELİKLERİMİZ VAR

Türkiye ne yapmalı bu noktada?

Biz Türkiye olarak gerçekçi olmak zorundayız. Dünya değişiyor, sistemik bir kriz var ve bu krizin merkezine ABD yer alıyor. Bence bu daha iyi günlerimiz. Özellikle Arap baharı bölgeyi alt üst etti. Türkiye öncesinde potansiyel olarak bölgesel düzeni şekillendirebilecek en önemli aktördü. Dış politikasını çeşitlendirdi ve askeri gücünü konsolide etti. Ama ne yazık ki özellikle 15 Temmuz’dan sonra görüldü ki Türkiye’ye bu rolü oynatmayacaklar. O nedenle şimdi savunmadayız. Ekonomik, askeri ve siyasi olarak tam bir savunma pozisyonundayız. Bu dönemin geçici olduğunu biliyoruz. Ama sonunda ne olur? Onu düşünmek ve ona hazırlanmak lazım. ABD ise Türkiye’nin sürekli Amerikan stratejisine eklemlenen bir ülke olamadığının farkına varması lazım. Tam eşit bir ilişki mümkün değil, ABD bir süper güç. Ama asimetrik bir ilişki de istemiyoruz. Bizim de ulusal çıkarlarımız var ve bu çıkarları gerçekleştirebilecek araçlarımız var. Tek taraflı, hiyerarşik bir ilişki değil. Türkiye geldiği noktadan itibaren bunu kabul etmesi de mümkün değil zaten.

İLİŞKİLER KOPMAZ

Aksi halde ilişkiler kopar mı?

İlişkilerde kopma diye bir şey söz konusu olamaz. Bu tür şeyler ancak büyük yapısal değişikliklerden sonra yaşanabilir. Uluslararası sistem Amerikan merkezli olmaktan çıkar, yeni bir güç ekseni doğar, büyük bir sistemik savaş yaşanırsa ancak o zaman bu tür şeylerin konuşulması mümkün hale gelir. ABD, bölgede Türkiye’nin stratejik önceliklerini anlamak zorunda, ama sizin çizdiğiniz tabloyu aynı şekilde kabul etmesini beklemek doğru değil. Bu rekabetçi bir alan. Mesele bizim stratejik önceliklerimizi hayata geçirebilecek stratejiyi oluşturmak. Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Konjonktüre hapsolmaktan kurtulmamız gerekir.

TÜRKİYE’NİN KENDİ GÜVENLİK ÖNCELİKLERİ VAR

ABD bunu niye yapıyor peki, derdi ne Türkiye ile?

Türkiye, ABD’nin bölge politikalarını onaylayıcı aktör olmaktan çıktı. Kendi öncelikleri var, kendi güvenlik algısı var. Bu aslında 2003 yılında Irak’ın işgali öncesi başladı. Türkiye, bölgenin potansiyelini yeni keşfetmişti o zaman. Ama öyle bir dönemde keşfetti ki ABD Irak’ı işgal etmek üzereydi. ABD’nin Irak işgalini engellemek için çok uğraştı. Başarılı olamayınca ise geciktirmeye çalıştı. Hatırlayın, Başbakan Avrupa’da mekik diplomasisi yaparken, Dışişleri Bakanı Ortadoğu’da aynı diplomasiyi takip ediyordu. O zaman ki parametreler çok daha eşitsizdi. Ama şimdi daha farklı.

YENİ BÖLGESEL DÜZENİN OPERASYON ODASI TEL AVİV

Nasıl farklı?

Şimdi çok farklı bir bölge ortaya çıktı. Ortadoğu’da üç büyük dönüşüm yaşandı. Osmanlı düzenini İngilizler yıktı, İngiliz düzenini Amerikalılar yıktı ve İsrail merkezli düzeni inşa etti. Amerikan-İsrail merkezli düzeni ise 2011 yılında Arap isyanları ile sıradan insanlar yıkmaya teşebbüs etti. Türkiye bu durumu sahiplenmişti ve ilk iki yıl işler Türkiye’nin istediği gibi gitti. Ancak, yeni düzen İsrail’i ve onun varlığının sebebi olan rejimleri doğrudan tehdit etti. İşte o zaman Türkiye de statükocu güçlerin menziline girmiş oldu. İlk iki yılında atak oynayan Türkiye, sonrasında savunmaya geçti. Savunmaya az daha geç geçmiş olsaydı 15 Temmuz darbe girişimi başarıya ulaşırdı. Gezi, 17-25 bizi uyandırdı aslında. Bir de Mısır’da, Libya’da, Yemen’de, Irak’ta ve Suriye’de başka şeyler olduğunu biraz geç anladık. Şimdi, yeni bölgesel düzenin “operasyon odası” Tel Aviv’de, taşeron yöneticileri ise Körfez’de, Washington DC’de. Türkiye, Katar’ı koruyor, PKK projesini çökertiyor, Kudüs meselesinde oyun bozuyor, Suriye meselesinde hala var. Bunun yanına askeri gücünü konsolide ediyor. Meseleye sadece Ortadoğu merkezli de bakmamak lazım. Türkiye, etrafını yeni keşfetmeye başladı. Dolayısıyla, dert sadece ABD’nin derdi değil.   

MESİHÇİ SİYASET WASHİNGTON’DA KÖK SALDI

Çok konuşuldu ama Brunson krizinin tırmandırılma sebebi ne size göre? Brunson mevzuu yargının eliyle-kararıyla nihayete erse aşılacak mı gerçekten bu yapay gerilim?

Brunson krizi aşılabilir. Ancak bu saatten sonra bence aşılma yöntemi çok önemli. Herkesin bildiği üzere, ortada bir müzakere vardı. Son ana kadar bu müzakerenin sonuçları beklendi. Ne ABD ne Türkiye aceleci davrandı. Kriz patlak vermeden de biz biliyorduk ki bu dosya Başkan Yardımcısı Pence’in elindeydi ve önemsiyordu. O da bir kitlenin temsilcisi ve bu kitle Türkiye’ye karşı hiç de iyi niyet beslemiyor. Hatta öyle ki bu adamlar bildiğiniz mesihçi bir siyasal kültürün yeni yönetimde kök salmasına neden oldular Pence aracılığıyla. Ancak müzakereler sırasında bir aksilik yaşandı ve müzakere devam ederken taraflardan biri masadan kalkmayı tercih etti, ya da yeni şartlar ortaya koydu. Sonrasında da iş kontrolden çıktı. Bir de Brunson, yine herkesin malumu olan Trump’ın iç siyaset ajandasına dahil edilince tam bir krize dönüştü. Şimdi iki taraf da krizi yönetmeye çalışıyor.

ABD “ÖNCE BRUNSON” DİYOR

Benim anladığım kadarıyla, ABD’nin tepkisi Ankara tarafından bu şekilde sert beklenmiyordu. Biraz Trump’ı biraz da Amerikan politika yapımını iyi okuyamamaktan kaynaklanıyor. Ama tepki bir kere sert olunca, Türkiye de haliyle karşılık verdi. Artık müzakere bence Brunson’un verilmesi çizgisinden yürütülüyor ve Amerikalılar başka hiçbir şey müzakere etmiyor. Yani, önce Brunson diyor. Ankara ise bu aşamada bunu yaparsak diğer konularda garanti verecek misiniz diyor. Yani F 35, Senatonun diğer ekonomik yaptırımları, Hakan Atilla, Halk Bankası vs. Ancak Amerikalılar hiçbirini Brunson serbest kalmadan konuşmak istemiyor. Mesele nasıl çözülecek bilmiyorum ama bu Brunson krizi hallolacak. Bolton geçtiğimiz haftalarda açıkladı: Brunson krizi aşılırsa diğer sorunlar da çözülür dedi. Ben o kanaatte değilim.   

S-400 YAHUT F-35 İKİLEMİ

Türkiye S-400 alımından vazgeçerse ABD’nin husumeti sona erer mi?

Birincisi Türkiye S-400 alımından kolay kolay vazgeçmeyecek. Bu çok yanlış olur. Ama Türkiye ara bir formül üretmek zorunda. Kolay değil, 1952’den bu yana NATO üyesi bir ülkesiniz ve bütün askeri ve savunma sisteminizi bu eksende kurgulamışsınız. Bu hem NATO için zor hem de ABD için zor. Ara formül şu olacak. Bu sistemleri alacağız ama NATO sistemine entegre etmeden müstakil olarak kullanacağız. Bunun da riskler içerdiğini söylemek mümkün. Aldığımız takdirde F 35 projesi riske girecek, elimize ulaşması gecikecek ya da programdan bizi, projenin seyrinde gecikmeye rağmen çıkaracaklar. Bu sistemler çok komplike, basit bir platform almıyorsunuz. Dünyanın en etkili savunma sistemlerini alıyorsunuz. Bu rakibin sistemi. Rusya-Batı-ABD gerginliğinde bu bir şeye karşılık geliyor. İkincisi ise şu, F 35 Türkiye’nin harp kabiliyetini çok yukarılara çıkaracak. İnanılmaz bir kapasite artırımı Türkiye için. İnanılmaz bir caydırıcılık. S-400’lerde öyle ama riskleri de var. Sadece ittifak ilişkisi açısından değil. Ben bu konuda düşünceliyim biraz. TSK’nın komuta kademesi ve teşkilatlanması açısından da bir Rus sistemi bizim için ilk olacak. Senaryolara iyi hazırlıklı olmak lazım sadece.  

RUSYA KONUSUNDA ACELECİ OLMAYALIM

ABD ile Türkiye-Rusya ilişkileri bu arada gelişti, askeri işbirlikleri var, ticari ilişkiler ilerliyor, bu seyir nereye varır? Müttefikliğe mi? Bu Türkiye’nin tercihi değil biliyoruz ama zaruret de olsa olası mıdır?

Aynı yaklaşım hatasını Türk-Rus ilişkilerinde tekrar etmeyelim. Tarihsel olarak büyük bir jeopolitik bagaj var. Birikmiş bir jeopolitik kültür var Ruslarla aramızda. Anlaşamadığımız konular anlaştıklarımızdan daha fazla bana kalırsa. Buyurun, Kırım meselesi. Karadeniz’deki güç dengesi Kırımla birlikte aleyhimize değişti. Balkanlar, Güney Kafkasya, Orta Asya, Suriye, Akdeniz, Güner Kıbrıs Rum Yönetimi ile Rusya’nın ilişkileri. Dolayısıyla aceleci davranmamak lazım. Rusya olan yakın ilişkiler kadar, rekabet etmek zorunda kalacağımız hatta bazı konularda karşı karşıya geleceğimizi de hesap etmek lazım. Rusya, şuanda Türkiye’nin ABD ile Batı ile arasının limoni olmasının tadını çıkarıyor. Ama fırtına dindiğinde Rusya ile güçlü ama yalnız olmayacak bir şekilde masaya oturmanız lazım. Ekonomik derinlik çok önemli ama Rusya kaba bir askeri güç, acımasız bir güç kullanma sevdalısı. Bu onun jeopolitik genlerinde var. Türkiye ise kendini korumak ve savunmak için sadece güce başvuran, istikrar için güçlenmek isteyen bir aktör.

AVRASYACILIK ROMANTİZMDİR

Buradaki tuzak şu: güç dengesi oyunu oynamak çok zordur. Tarihe bakın ne kadar zorlandık, evet başarılı olduğumuz dönemler oldu. Bu oyunu oynarken jeopolitik portföylerinizi sürekli çeşitlendirmeniz ve gücünüz tedrici olarak arttırmanız gerekir. Jeopolitik yöneliminizi, tıpkı ekonominiz gibi çeşitlendirmek zorundasınız. Katar’ı ne kurtardı sizce? Küçük ülke, büyük dış politika! Tam da buydu yöntem olarak. Biz ise büyük bir gücüz. Bizim tercihlerimizi bu tercihleri hayata geçirirken kullandığımız araçlarımızı çok hassas tercih etmeliyiz. Rusya görmezden gelinemez Türkiye için. Batı da buna alışacak. Ama Rusya’ya yönelelim, Batıyla, Amerika ile çalışmayalım demek stratejinin ve jeopolitiğin tarihine hakaret olur. Avrasyacılık romantizmdir Türkiye’de. Jeopolitik bir karşılığı yoktur. Türkiye bu sistemik krizden yara almadan çıkarsa reel güç statüsüne ulaşacaktır. O zaman kendisi bir eksen olabilir.

AB TÜRKİYESİZ OLAMAYACAĞINI ZAMANLA ANLAYACAK

Türkiye-AB arasında gelişen yakınlaşma eşit bir ilişkiyi dolayısıyla Türkiye’nin AB üyeliğini getirir mi beraberinde?

Üyeliği aklınızdan çıkarın şimdilik. Ama bu Türkiye’nin tam üyelik stratejisinden vazgeçmesi gerektiği anlamına gelmiyor. Avrupa ve AB ciddi bir krizden geçiyor. Hem uluslararası ilişkiler krizi hem de güvenlik sıkıntılarıyla baş etmek zorunda. Daha İngiltere’nin BREXIT sonrası nasıl bir maliyet ortaya çıkaracağını bilmiyoruz. ABD ile çekişmeleri ortada. Onlar da yeni bir yol arıyorlar. Açıklama üstüne açıklama geliyor AB’nin geleceği ile ilgili. Türkiye bu krizin bir parçası ve Türk-Amerikan ilişkilerindeki sıkıntıların benzerleri Avrupa ile benzer nedenlerden ötürü yaşanıyor. Avrupa’nın Türkiye ile mi Türkiyesiz mi yola devam edeceği daha çok tartışılacak. Ama eninde sonunda Türkiyesiz olmayacağını anlayacaklar. Ama bu tam üyelik mi olur yoksa başka bir model mi olur o biraz da Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki yönelimleri ile ilgili. Burada bizim yeni sistemimizi tam çalışır bir şekilde oturtmamız lazım. Bu yeni sistem Avrupa’yı stratejik olarak önemsiyor ama şu 15 Temmuz sonrası politik, ekonomik ve sosyolojik düzenimizin dinginleşmesi lazım. Kolay değil, çok kötü günlerden geçtik. PKK, DEAŞ, FETÖ, ekonomik bulanıklık. Öte yandan Türkiye karşıtlığının Avrupa’da pekişmesinin önüne geçmemiz lazım. Bunun bize de onlara da faydası yok. Geçtiğimiz hafta ortaya koyulan yeni siyasi irade yeni bir enerji getirebilir ilişkilere.  

ABD’NİN ELİ O KADAR RAHAT DEĞİL

Hem bizim hem Avrupa ülkelerinin ABD ile yaşadığı kriz, Türkiye-AB ilişkileri açısından doğru ve kalıcı bir yakınlık doğurur mu yoksa konjonktürel bir hercailikten mi ibaret değişen bu hava?

Doğurması lazım. Avrupa da Türkiye ile yakınlaşarak ABD’yi dengeleyebilir. ABD’nin eli o kadar da rahat değil. Krizi daha da derinleştirirse kendi kurduğu düzenin düşmanı haline dönüşebilir sonunda.

İDLİB PATLAMAYA HAZIR BOMBA GİBİ

Rejimin İdlib’e askeri saldırıda bulunma ihtimali, zaten diken üstünde olan Türkiye’yi daha da rahatsız etti. Türkiye’nin de garantör olduğu çatışmasızlık anlaşmasının çok ağır ilerlemesi diğer tarafların sıkıştırmasıyla daha da geriliyor. Önce anlatır mısınız bize, durum ne İdlib’te? Kim kimdir, neyi savunuyor, çözüm bu kadar zorlaşıyor?

İdlib çok karışık bir saha. Sadece Türkiye için değil, diğer aktörler için de öyle. Muhalefetin son kalesi belki de ama muhalefet çok parçalı. Radikaller de var ılımlılar da var. Savaşın devamını askeri olarak savunanlar da var siyasete inananlar da var. Türkiye Astana ile birlikte zor bir yükün altında girdi. Bunu yapmak zorundaydı. Başarılı oldu kısmen. Hem askeri olarak varlık gösterdi hem radikallerin daha fazla zemin kazanmasının İdlib’de önüne geçti. Ama tam anlamıyla radikallerin hepsini elimine edemedi. Rejim de bu arada diğer bölgelerde üstünlüğünü kurdu. Aslında Astana’ya uymadı. Rusya da buna göz yumdu. Türkiye ise sesini çıkartmadı. Şimdi rejim gözünü İdlib’e dikti. Rus-Türk diyaloğu son derece önemli. Bu geçtiğimiz yıl Halep’de yaşanan müzakere sürecine benzer bir sürecin yaşanmasıyla sonuçlanabilir. Ama Ruslar Türkiye’yi bana kalırsa biraz sıkıştırıyorlar bu konuda. Elini çabuk tut diyorlar. Ama bu iş o kadar da kolay değil. Türkiye’nin de bir limiti var. Rusya savaş istemiyor ama radikallerin varlığından da rahatsız. İki ülke de İdlib konusunda birbirine muhtaç. Rusya rejim üzerinden sınırlandırıcı etkisi var, Türkiye ise muhalifler üzerine tesir edebilme imkanına sahip. Dolayısıyla İdlib patlamaya hazır bomba gibi. Savaş olursa bizi olumsuz etkiler. Mülteciler, radikallerin sınıra yakın bölgelerde olmalarının getirdiği riskler, İdlib sonrası rejimin gözünü Afrin’e dikme ihtimali. Bunların hepsi zor konular. 7 Eylül zirvesi önemli. Bir sonuç çıkacaktır zirveden.

ESED PKK’YI TÜRKİYE’YE KARŞI KULLANMAK İSTEYECEKTİR

Türkiye açısından en büyük risk 3 milyon yeni sığınmacı akınının sınıra dayanmasından mı ibaret?

Değil tabii ki. Başka riskler de var. Astana uzlaşının bir anlamı kalmaz. Bu Suriye’de durumu yeniden çatışmacı bir evreye sokabilir. Öte yandan ılımlı muhalefetin yeniden rejime karşı siyasi çözümü alternatif görmediği bir çatışma dalgasını başlatabilir. Ilımlılar radikallerin safına dahil olurlar. Savaş daha da uzar. Türkiye’nin ZDH ve FKH bölgelerine yönelik baskı oluşur. Bu da Türkiye’nin PKK ile mücadelesini sekteye uğratır. Nitekim rejim ile PKK arasındaki görüşmeler boşuna değil. İdlib’i halledip Suriye rejimi PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanmak isteyecektir. Bu geçtiğimiz 7 yıllık dönemin tepkisini PKK üzerinden çıkarmak isteyecektir. Buna dikkat etmek lazım.

 

RUSYA ESED’E KARŞI FRENLEYİCİ UNSUR  

İdlip’e askeri operasyon olursa, sayıları 12’yi bulan gözlem noktalarımız ve oradaki askeri gücümüz açısından halimiz ne olur? Ne olmalıdır?

Türkiye üçüncü taraflarca hedef alınırsa karşılığını verir. Bu eğer operasyon olacaksa kapsamının nasıl olacağı ile ilgili bir durum. Sınırlı bir askeri müdahale olursa Türkiye kalmaya devam eder. Ama rejim freni boşalmış kamyon gibi kapsamlı ve cezalandırıcı bir müdahaleye kalkışırsa o zaman Türkiye’nin askeri gözlem noktaları risk altındadır demektir. Rusya’yı frenleyici aktör olarak görmek lazım ve Türkiye’nin hem insani faciaya hem de kendisi hedef alındığında karşılık vereceği konusunda çok net ikna etmesi lazım.

ÜÇLÜ ZİRVEDEN SİYASİ ÇÖZÜM ÇIKACAKTIR

7 Eylül’de Tahran’da Türkiye, İran ve Rusya zirvesi var. İdlib masadaki öncelikli konu. Ne beklemeliyiz? Üç ülkenin bakışı farklı ama siyasi çözüm mümkün mü hala?

Üç ülkenin de öncelikleri farklı ama ortak noktalar da var. Önce İdlib konuşulacak. Diplomasi Türkiye’nin önceliği, Ruslar da kısmen buna yakın duruyor. Ama bu Türkiye’nin sahada ne yapıp ne yapamayacağı ile ilgili bir durum. Türkiye ikna ederse çatışmasızlık bölgesi anlaşması devam eder. Sonra muhaliflerle sıkı bir pazarlık yapılır. Rusya da buna dahil olur. Başarıya ulaşma sansı var. Olmazsa sınırlı bir müdahale gelir. İran’ın başı dertte, Rusya savaşın uzamasını istemiyor bu nedenle Türkiye’ye imkan tanıyacaklardır.  

Ardından Cenevre’de de bir Suriye görüşmesi olacak? Karar anına mı yaklaşılıyor?

Hala çok erken. Çok fazla çıkar çatışması var. Cenevre aktörlerin daha fazla olduğu bir platform. Dolayısıyla daha fazla anlaşmazlık demek. Kimin katılıp katılmayacağına dair bile bir anlaşmazlık varken, Suriye’nin geneline bir çözüm getirmesi pek mümkün görünmüyor.

ABD İLE RUSYA İDLİB’TE ANLAŞIR MI?

Suriye paylaşımında ABD ve Rusya’nın bir denge kurduğu görülebiliyor harita üzerinde. ABD ve Rusya’nın İdlib mevzuunda da, Türkiye’yi rahatsız eden diğer konularda da, Türkiye’nin aleyhine olacak şekilde anlaşma ihtimali var mı?

Buna dair söylentiler var. ABD’nin İdlib konusunda Rusya’ya el altından “temizleyin şu radikalleri” dediği söyleniyor. Olabilir. İkisi de Türkiye’nin hayrına çalışacak aktör değil. Göz yummak zorunda oldukları şeyler var Türkiye’nin askeri varlığı nedeniyle. Ama Fırat’ın doğusu ABD için kolay lokma değil. PKK dışında kimseyle anlaşamaz. Rejim, Rusya, Türkiye ve İran. Pek mümkün görünmüyor. Menbiç ile birlikte bu konuda olumlu bir hava var. Bu plan iyi bir plan ve işletilebilirse en azından bir ilerleme sağlanabilir. Ama orada da ciddi bir statü problemi ile karşı karşıya kalacağız. Artık meselenin karakteri değişti Suriyeli Kürtler adına. PKK Suriye’de tutunmak için elinden geleni yapacak. Hatta ABD’yi bile yeri geldiğinde satacak. Şimdi rejimle yarın Rusya sonrasında da İran’la. Hatta ABD’ye döndürecek silahını belki de. Fırat’ın batısı Türkiye için yeterli bir güvenlik kemeri oluşturmaz. Asıl işe, Fırat’ın doğusundaki PKK derinliğini ortadan kaldıracak bir angajmana girmek. Bu Rusya ile olacaksa Rusya ile olur. ABD ile olacak onlarla olur. Aktör fark etmez.

ABD SURİYE’DE İŞİN İÇİNDEN ÇIKAMIYOR

ABD Suriye’de terör üssü mü kuruyor? ABD İncirlik’e alternatif üs arayışına mı girdi? YPG desteği sürecek mi?

Görüntüde ABD PYD-PKK arasındaki ilişkinin farkında. Bu ilişkiyi kendisi konsolide etti. Bilinçli yaptı. Türkiye’yi ikna ederim diye düşündü. Ama olmadı. Şimdi işin içinden çıkamıyor. Tam bir ikilem. Kendisinin zemin hazırladığı (Irak’ta) DEAŞ korkusu bu ikilemini derinleştirmiş durumda. Kurmaya çalıştı, ilerleme kaydetti, PKK’ya bir jeopolitik derinlik kazandırdı. Şimdi Türkiye bunu bozmak üzere. Türkiye ile olan ilişkilerde ABD’de bir kanaat çok rahatsız. CENTCOM’un her şeyi batırdığını düşünüyor. Irak, Afganistan, şimdi de Suriye. Eğer bu ekip Türk-Amerikan ilişkilerinin askeri ayağında galip gelirse Türkiye’nin tezleri hayata geçer. O zaman daha farklı bir tablo ortaya çıkacaktır. Önemli olan Türkiye’nin askeri angajmanı Suriye’de sürdürülebilir kılması.