Milletvekili seçilip Ankara'ya gittiğimizde oradaki eskiler bize, 'Ankara'nın üç fitnesi vardır: para, makam ve kadın!' demişlerdi.
Hâlbuki biz bu üçünü, servet, şöhret ve şehvet olarak tüm insanların ve mekânların fitnesi olarak biliyorduk.
Hangi şehirde olursa olsun, hangi inanca ve eğilime sahip olursa olsun insan bu fitnelere maruz kalabilir.
Son uyuşturucu operasyonunda Habertürk'ün Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy'un tutuklanması üzerine medyadaki haber ve yorumlara bakınca bu üç fitne geldi ister istemez aklıma.
Seküler medyanın ve dindarlara hasım çevrelerin yorumlarına bakınca M. Akif Ersoy'un muhafazakâr kesimden gelen bir gazeteci olmasını hatırlatarak tüm dindarları töhmet altında bırakacak bir yol izlediklerini görüyoruz.
Hemen belirtelim ki uluslararası bir kural olan masumiyet karinesi gereğince hakkında mahkeme karar verinceye kadar hiç kimseye suçlu muamelesi yapamayız.
Hele de maznun (sanık) tüm iddiaları reddediyorsa yine hukuki kaide gereği, müddeinin (davacının) iddialarını ispat etmesi gerekir.
Ersoy yaptığı açıklamada birilerinin yaptığı gibi 'o konuda konuşmayacağım' ya da 'susma hakkımı kullanıyorum' demiyor aksine tüm iddiaları kesin bir dille reddediyor.
O zaman bize düşen mahkeme sonucunu beklemektir.
Bu vesileyle düşenin dostu olmaz diyerek kişinin aleyhine veryansın etmek yakışık almaz.
İşin hukuki yönü kısaca böyle.
Gelelim Ersoy'un muhafazakâr camiadan geldiği için seküler kesimin oklarını dindar camiaya çevirmiş olmasına.
Hemen belirtelim ki suçun şahsiliği kuralından yola çıkarak bu iddialar doğru bile olsa muhafazakâr/dindar camiayı töhmet altında bırakmaz.
Ancak muhafazakâr ve dindar camianın o üç fitneden masun (korunmuş) olduğu anlamına da gelmez.
İnancı gereği dindar kimse şöhret/makam ve para hırsıyla hareket etmez. Ve de kadın erkek ilişkilerinde inancının koyduğu ölçülere riayet eder.
Bu özelliği sebebiyle mümin kişi bembeyaz bir kağıt gibidir. En ufak ihlalde o beyazlık üzerindeki küçük kara leke bile sırıtır.
Seküler kesime mensup kişilerin normal olarak sürdürdüğü gayri meşru ilişkileri göze batmazken dindar kesimin en küçük ihlali hemen gündem oluşturabilir.
Ve dindarlar aleyhine kullanılabilir ki örneği çoktur.
Maalesef dindar/muhafazakâr camia da insanlardan oluştuğu için servet şöhret ve şehvet kaynaklı ihlaller vuku bulabilir.
Öyle olmasaydı Kur'an ve Sünnette bu hususta müminler ikaz edilir miydi?
Kur'an dünya malının ve makamların geçici olduğu istikametinde çok sayıda uyarının yanı sıra zinaya yaklaşmayı bile yasaklarken, bu hususta Peygamber Efendimizin (SAV) müminleri uyaran yüzlerce hadisi vardır.
Dahası Peygamberimiz , "Töhmet altında kalacağınız yerlerde bulunmaktan kaçınınız!." buyurarak haramların irtikap edildiği meyhane, kumarhane, bar ve pavyon gibi yerlerde ve yakınlarında görünmekten bile sakınmamızı tavsiye etmiştir.
Doksanlı yıllarda Münih'te tanıştığım seküler hayatı bırakıp dindarlığı seçmiş bir genç hayatındaki değişikliği anlatırken dedi ki: 'Eskiden barlara girer kafayı çekerdim ama şimdi yanlış anlaşılır diye barın sokağında bile görünmekten çekiniyorum.'
"Töhmet altında kalacağınız yerlerde bulunmaktan kaçınınız!."
Özellikle de kanaat önderi konumundaki dindarların herkesten daha titiz davranmaları gerekir ki kötü örnek olmasınlar.
Ersoy hakkında olayın bu kadar büyütülmesi muhafazakâr kesim kökeniyle ana akım medyada yayın yönetmenliği pozisyonuna yükselmiş bir kişiliğe sahip olmasındandır.
Özellikle seküler kesim mal bulmuş Mağribi misali, Ersoy hakkındaki iddialara yeni suçlamalar ilave edip sayfa sayfa yayımlayarak adeta itibar suikastı yapmaktadır.
İddiaları okuduğumda hele de gayr-i meşru ilişkilerin anlatıldığı cümleleri görünce tiksindim, Ersoy'un -hatalı bile olsa- o derece rezalete rıza göstereceğine ihtimal veremedim.
Elbette ki uyuşturucu kullanmak, satın almak, uyuşturucu kullanımına mekân sağlamak ve gayri meşru ilişkilerin hiçbirini savunmayız.
Aksine ispat edilir ve suçu sabit olursa 'cezasını çekmelidir' deriz.
Başka söylediğimiz gibi davacıların ispat etmeleri gerekir.
Bu vesileyle şu ikazı yaparak yazıyı noktalayalım.
Özellikle medyada muhafazakâr kesimden yetişip öteki mahalleye şirin görünme saikiyle kendisine yeni rota çizen arkadaşlarımızın kendi mahallelerine sırtlarını dönmeleri tasvip edilecek bir davranış değildir.
Eziklik ya da komplekstir.
Hele de dindar camiaya saldırmayı ilke haline getirmiş TV kanallarında arz-ı endam edip oradan eski mahallelerine salvolar savuran arkadaşlarımız, camiamızın sevgisini kaybettiklerinin farkında olarak maalesef savrulup duruyorlar.
Kendi mahallerinde haksızlığa uğramış veya fikir ayrılığına düşmüş olabilirler ve kendilerini kenara çekebilirler onları anlarım.
Ama dindarlara hayat hakkı tanımayan kanallara sık sık çıkıp, oradan kendi mahallelerine saldıranlar hakkında içine düştükleri durumdan kurtulmalarını dilemekten gayri elimizden bir şey gelmez.
Başka yerlerde izzet şeref ve güç aramak mümine yakışmaz.
İzzet, Allah ve Resulünün koyduğu kurallara uymak ve müminlerle beraber olmaktadır.