29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Türk havacılığının ilk şehitleri

Osmanlı'nın gökyüzünde de var olduğunu dünyaya göstermek için çıktıkları yolda şehit olan havacıların isimleri, Türk milletinin gönlüne altın harflerle yazıldı.

AA15 Mayıs 2018 Salı 07:00 - Güncelleme:
Türk havacılığının ilk şehitleri

A muhabirinin derlediği bilgiye göre, Türk tarihinin ilk pilot hava şehidi Deniz Çarkçı Yüzbaşı Mehmet Fethi, 1887 yılında İstanbul Ayazpaşa'da hayata gözlerini açtı. İlkokuldan sonra gittiği Çarkçı Ameliye Mektebi'nden mezun olduktan sonra teknisyen olarak çeşitli askeri fabrikalarda görev yaptı. Osmanlı'da başlatılan havacılık hamlesi kapsamında Temmuz 1912'de İngiltere'nin başkenti Londra'nın güneybatısındaki Brooklands'de bulunan havacılık okuluna gönderildi. Ekipte, "tayyare makinisti" eğitimi alan iki mühendis subaydan biri oldu.

Uçakların teknik bilgilerine de hakim olan Fethi Bey, Balkan Savaşı'nda cephede gösterdiği yararlılıklardan dolayı Ocak 1914'te Gümüş Liyakat Madalyası ile ödüllendirildi. Kasım 1913'te dönemin devlet adamları Cemal ve Talat Paşa'yı uçurarak, Türk havacılık tarihindeki ilk VIP uçuşu gerçekleştirdi. Aynı gün gazete muhabiri Osman Vehbi Bey'i de aynı uçakta uçurarak, Türk havacılık tarihinde ilk kez bir sivil ile basın mensubunun bir arada olduğu uçuşu tamamladı. Belkıs Şevket Hanım ile birlikte "Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti (Kadın Haklarını Koruma Derneği)" adına uçak alımı kapsamında bağış toplamak amacı ile uçaktan kampanya broşürlerini attı.

Balkan Savaşları'nda alınan yenilginin acılarının hafifletilmesi, Osmanlı Devleti'nin batıdaki emsalleri gibi bilim ve teknolojinin insanoğluna sunduğu en son imkanları başarı ile kullanabildiğinin gösterilmesi amacıyla uçak seferine karar verildi. Devletin, idaresi altındaki toprakların her köşesiyle ilgilendiğinin, buralara ulaşabilecek güçte olduğunun ortaya konulması, Orta Doğu'da karışıklık yaratmaya çalışanlara karşı devletin gücünün hala yerinde olduğunun gösterilmesi amacıyla İstanbul'dan başlayarak, Osmanlı'nın Anadolu ve Orta Doğu'daki toprakları üzerinden Mısır'a kadar düzenlenecek bir hava seyahati önemliydi. Bu seferin resmi adı "İstanbul-İskenderiye Hava Seyahati" olarak belirlendi.

"Muavenet-i Milliye" isimli "Bleriot" uçağında 27 yaşındaki Yüzbaşı Mehmet Fethi Bey ile Rasıt (gözlemci) Üsteğmen Sadık Bey, "Prens Celalettin" isimli "Deperdussin" uçağında Pilot Teğmen Nuri Bey ile Rasıt Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey yer aldı. Osmanlı için çok önemli olan sefer, basın ve halkta da merak uyandırdı.

Uçaklar, 8 Şubat 1914'te, yağmurlu havaya rağmen İstanbul'da düzenlenen büyük törenin ardından teker teker havalandı. Fethi ve Sadık Beylerin yer aldığı uçak, İstanbul-Eskişehir-Afyonkarahisar-Konya-Tarsus-Halep-Humus-Beyrut-Şam rotasını takip ederek uçtu ve Şam'a başarıyla indi. Burada yoğun ilgiyle karşılaşan havacılar, bazı gazetecilere röportaj verdi. İki kahraman havacının yer aldığı uçak, 27 Şubat'ta Şam'dan Kudüs'e uçarken teknik nedenlerle Taberiye gölü yakınlarına düştü. Kahraman iki havacı, şehitlik mertebesine yükseldi.

İkinci uçakta yer alan Pilot Teğmen Nuri Bey ile Rasıt Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey, "Prens Celalettin" uçağıyla Humus'tan Şam'a ulaşarak arkadaşlarının cenaze namazına yetişti. Pilot Yüzbaşı Fethi Bey ile Üsteğmen Sadık Bey, büyük bir kalabalığın katıldığı cenaze namazının ardından Emeviye Camisi'nde bulunan Selahattin Eyyubi Türbesi'nin yanındaki kabre defnedildi.

Peş peşe ikinci uçak kazası

Kazadan sonra sefere devam eden Pilot Teğmen Nuri Bey, 11 Mart'ta Yafa'dan kalkışı sırasında uçağının denize düşmesi sonucu boğularak şehit oldu. Yanında bulunan Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey ise kazadan sağ kurtuldu. Pilot Teğmen Nuri Bey, havacı arkadaşları gibi Selahattin Eyyubi Türbesi'nin yanında bulunan kabre gömüldü. Türk havacılarının ilk hava posta hizmeti merhum Nuri Bey tarafından bu sefer sırasında verilmişti.

Yarım kalan seferi tamamlamak üzere Pilot Yüzbaşı Salim Bey ve Rasıt Yüzbaşı Kemal Bey görevlendirildi. Yapılan yardımlardan dolayı "Edremit" ismi verilen, yeni satın alınan "Bleriot" uçağı önce bir gemi ile Beyrut'a gönderildi. Sefere başlayan uçak, 1 Mayıs'ta Beyrut'tan hareketle Kudüs-El Ariş-Port Said-Tel El Kebir-Kahire-Sakkara-Maadi El Habiri-Kahire-Tanta-İskenderiye rotasıyla 15 Mayıs'ta İskenderiye'ye ulaştı. Havacılar, Mısır'da ilgiyle karşılanırken sefer anısına kartpostal basıldı.

Yüzbaşı Mehmet Fethi Bey ile sefer arkadaşlarının şehit olması Anadolu'da da büyük mateme sebep oldu. Vefat nedeniyle Muğla'nın Meğri kasabasının ismi 1934'te "Fethiye" olarak değiştirildi. Mehmet Fethi anısına 1940'lı yıllarda bir büst anıt da yapıldı. Ayrıca, 2004'te Fethiye'de açılan yeni anıtta birçok şairin onun için yazdığı şiirler de yer aldı.

Türk şairi Behçet Kemal Çağlar, merhum pilot için "Aslan uçtu diye söylenir methi/ Bu kutsal toprağın çocuğu Fethi/ Kahrolur darbenle elbet her zaman/ Olursa bakış yan ve maksat eğri/ Bak, Fethiye oldu sayende Meğri/ Kartalım, gölgende hürdür bu vatan." dizelerini kaleme aldı.

Sebilci Hafız Hüseyin Efendi tarafından da "Tayyareci Fethi" isimli bir şarkı yazıldı. Şarkıda "Ağla annem, ağlamanın yeridir. Tayyareden düşen oğlun Fethi'dir." mısraları ölümünün halk üzerindeki etkisini göstermesi açısından önem taşır.

Türk pilotlarının çıktıkları 2 bin 250 kilometrelik "İstanbul-İskenderiye Hava Seyahati", 2001'de Altın Kanatlar Projesi'yle yeniden gündeme geldi. TRT ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın iş birliğinde yapılan projede o dönem kullanılan uçakların benzerleriyle tarihi sefer tekrarlandı. Üç bölümlük belgesel halinde yayınlanan seferde, 15 Mayıs 2001'de İstanbul'da düzenlenen törenle yola çıkan uçaklar, eski rotaya mümkün olduğunca sadık kalarak, İskenderiye'ye ulaştı.

Türk havacılık tarihinin ilk şehitleri Fethi, Sadık ve Nuri Beylerin anısına yapılan anıt, İstanbul'un Fatih ilçesinde eski belediye binası önündeki parka konuldu. Mimar Vedat Tek'in tasarladığı, 10 Ağustos 1914'te açılan, yaklaşık 7,5 metrelik beyaz mermer ve bronzdan oluşan anıtta kırık sütun kullanıldı. Bununla bir ülkü uğruna girişilen seferin tamamlanamamış olması sembolize edildi. Ayrıca ilk kazanın yaşandığı noktada 1914'te bir anıtın açıldığı biliniyor. Söz konusu anıt, 2000'de Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Havacılık Tarihi Öğretim Görevlisi Bülent Yılmazer'in girişimleriyle yeniden Türkiye'nin gündemine sunuldu.

18 yaşında şehit oldu

İlk hava şehidi Türk kadını olarak tanınan "Eribe Kartal Hürkuş", 30 Ekim 1918'de İstanbul'da doğdu. Türk havacılık tarihinin önemli isimlerinden Vecihi Hürkuş'un yeğeni olan Eribe, babası Binbaşı Bedrettin Bey'in şehit olmasının ardından çocukluğunun önemli bir kısmını dayısının yanında geçirdi.

Erken yaşlarda havacılıkla tanışan Eribe, Kadıköy'deki Vecihi Sivil Tayyare Okulu'na gitti. Henüz 16 yaşındayken pilotluğu öğrendi. Dayısının Ankara'daki Türkkuşu'nda göreve başlamasıyla havacılık tutkusunu başkentte devam ettirdi. Paraşütle atlama konusunda eğitimler aldı. 24 Ekim 1936 günü Cumhuriyet Bayramı törenleri öncesindeki ilk denemesini başarıyla tamamladı. 29 Ekim'de Hipodrom'daki son deneme atlayışı için "Caudron 59" uçağıyla yükseğe çıktı. Hazırlıkların tamamlanmasının ardından Hipodrom alanına atladığı sırada Eribe'nin paraşütü açılmadı. Yaklaşık 600 metreden düşerek ağır yaralanan Eribe'nin yardımına dayısı ile çevredekiler koştu. İlk müdahalenin ardından kaldırıldığı hastanede henüz 18 yaşında hayatını kaybeden Eribe Kartal Hürkuş, hava şehidi ilk Türk kadını olarak kayıtlara geçti.

Vefatının ardından başta dönemin Başbakanı İsmet İnönü olmak üzere birçok devlet adamı taziyelerini bildirdi, edebiyatçılar tarafından hakkında yazılar kaleme alındı.

"Görevin devletin bekası için taşıdığı önemin farkındaydılar"

ODTÜ Havacılık Tarihi Öğretim Görevlisi Yılmazer, konuyla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul ile Kahire arasındaki tarihi uçuşun Enver Paşa'nın talebiyle yapıldığını, ancak dönemin teknolojik koşullarının uçuş için yetersiz olduğunu belirtti.

"Uçakta bulunan Fethi ve Sadık Beyler tam bir ülkü insanıydı." diyen Yılmazer, Balkan Savaşları'nda yaptıkları görevlerde bunun açıkça görüldüğünü belirtti.

Yılmazer, şehit havacılar için göreve çıkarken şan ve şöhretin pek önemli olmadığının altını çizerek, şunları anlattı:

"Fethi ile Sadık Beyler, üstlendikleri görevin devletin bekası için taşıdığı önemin farkındaydı. Kendilerine verilen görevin altında İsmail Enver'in (Paşa) şahsi çıkarının olduğunun farkında olacak kadar da akıllılar fakat görev bilinçleri muhtemel ölüm tehlikesinin önünde yer alıyordu. Fethi ve Sadık ekibi çok uyumlu ve titizdi. Uçuşun her aşamasında dikkatli ve akılcı davranıyorlardı. Tek eksikleri uçaklarının yapısal kusurunun ölümcül seviyede olduğunu bilmemeleriydi. Zaten o sırada Osmanlı'da kimse bunu bilmiyor. Titiz ve akılcı davranma konusunda düşen ikinci uçaktaki Nuri Bey için aynı şeyi söyleyemeyiz. Şehit düşmesinin sebebi, çağdaş tabirle uçuş disiplini ihlali yani pilotaj hatası."

"Kaza sebebi pilotaj hatası değil"

"Muavenet-i Milliyye" uçağının özellikleri ile Mehmet Fethi'nin pilotluktaki tecrübesi hakkında bilgisi olmayan kişilerin asılsız söylemleri nedeniyle kazanın asıl sebebinin yakın bir zamana kadar bilinemediğini aktaran Yılmazer, arşivinde bulunan Türk havacılık tarihindeki ilk kaza kırım raporundan ise şöyle bahsetti:

"Görgü tanıklarının ifadelerinin yanı sıra kaza kırım raporunda yer alan bilgilerin ve fotoğrafların Avrupa'da meydana gelmiş diğer 'Bleriot XI' kazalarına ait bilgiler ve fotoğraflarla karşılaştırılması bu kazanın gerçek nedenini açıkça ortaya koymaktadır. Kazanın gerçek sebebi uçağın tasarımındaki yapısal kusurdur. O yıllarda uçak kanadı üzerine etki eden aerodinamik yükler konusunda bilimsel bilgi birikimi yoktu. Avrupa'da söz konusu uçağın kanat kirişinin kırılması nedeniyle düştüğü görülmüştü ama kanat kirişinin kırılma nedeni bilinmiyordu. Uçuş sırasında kanat üzerine binen aerodinamik yüklerden oluşan pozitif ve negatif kuvvetler, kanadı taşıyan gergi tellerini ve kanadın ana kirişini yormaktaydı. Bu nedenle uçağın kanat kirişi kırılmakta ve ölümcül kazalar meydana gelmekteydi. Kazanın sebebi pilotaj hatası ve donanım yetersizliği de değildi. Avrupa'da Bleriot XI uçaklarının kanat kirişi kalınlaştırılmasına rağmen kırılarak düşme olayı devam ediyordu. O dönemde kimse malzeme yorulmasının sebep olduğu kırılma olayını tam olarak anlayacak ve açıklayacak, buna karşı önlem alacak donanıma sahip değildi."

Yılmazer, Enver Paşa'nın ömrü boyunca tam bir görev bilincine sahip olmadığını savunarak, kazalar nedeniyle yarım kalan uçuşu sürdüren Pilot Yüzbaşı Salim ve Rasıt Yüzbaşı Kemal'in Anadolu’da önceki iki ekipten oldukça farklı bir rota izlediğini kaydetti.

"Ertuğrul" isimli "Bleriot XI" uçağının Çanakkale üzerinden İzmir'e doğru uçuşunda teknik bir sorun nedeniyle Edremit yakınlarında düştüğünü anımsatan Yılmazer, şu görüşleri dile getirdi:

"Anadolu halkının, başlarındaki insanların ihtiraslarından bihaber, vatanperver duygularla hareketi neticesinde yeni bir uçağın finansmanını sağlayacak kadar bağış toplanınca seyahatin öyle veya böyle tamamlanması artık kişisel prestijin önüne geçiyor. Seyahatin tamamlanması için riski en aza indirmek amacıyla bir gerekçe uyduruluyor. Önceki ekipler Beyrut'a kadar uçuşu başarı ile tamamladıklarına göre hava seyahatine Beyrut'tan itibaren devam edilebilirdi. Bu nedenle; Edremit uçağı gemi ile Beyrut'a ulaştırılıyor ve Salim-Kemal ekibinin hava seyahati buradan başlayarak sonuçlandırılıyor."