29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Bazen bir acı size eşik olur

Sinan Yağmur, Hüzün Yanığı-2’de, aşk ya da ölüm acısının, insanı bambaşka bir dünyaya taşıyan eşik olabileceğini anlatıyor.

AHMET ÇENGEL13 Nisan 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Bazen bir acı size eşik olur

Araladığınız bütün pencerelerde mutlaka gözünüze çarpan başka bir acı vardır. İşte o acı, ansızın gelir size eşik olur, sizi hayatı sorgulamaya iter, gerçeği aramanız için zorlar. Siz doğru kapıyı bulana kadar bu duygu da sürekli gölgeniz gibi sizi takip eder. Aşk, pişmanlık ya da ölüm acısı… Mutlaka bir gün sizi bir yerlerde yakalayacaktır. Hüzün Yanığı romanında, bu duyguların kıyısında bizleri dolaştıran Sinan Yağmur, Hüzün Yanığı-2 romanıyla tekrar okuyucu karşısında.

Kapı Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alan Hüzün Yanığı-2/ Bir Ashab-ı Kehf Romanı’ındaki karakterler, geçmişin sırları eşliğinde yeni arayışlara sürükleniyor. Yaşadıkları pişmanlıklar ya da hesaplaşmalara bakışları karşılarına açılan tasavvuf kapısında değişiyor. Yağmur, farkındalığa çağırıyor, yaşamın ilahi adalet ve merhametle kurulduğunu hatırlatıyor: “Ne garip, bazen içimizdeki sevgiyi hayat değil, bir ölünün hatıraları gün yüzüne çıkartıp; ‘al senin olsun’ der.”

BİR İÇ SEYAHAT

Sinan Yağmur, herkesin uykusunu başkasının gözlerine bağışladığı günlerin, gecelerin, ayların, yılların içinde, yine herkesin kendine dönüp gerçeği arama telaşındayken, içinde yankılanan ilahi seslere kulak vermemizi sağlıyor. Bunu yaparken de insanın kendi acılarından öte, duyumsadığı aşkı, ruhumuzun derinliklerinde gezdiriyor. Kendi içimizdeki seyahatin başkasının yüzünde bir yer olduğunu da gösteriyor: “Dil sözü kulaklara, kalem de yüreklere yazar. Öyle bir söz söyle ki her bir kelimesinden yüzlerce hayat fışkırsın. Öyle bir söz ki mumyalanmış kalbinin perdelerini yırtsın, açsın. Ey âşık! Sözün, sükûtun… Canın, tenin… Hüznün, sevincin… Ve kalemin her dem aşk olsun.”

Gazeteci Cem’in Taksim’de bulduğu cesetle başlayan roman İstanbul’dan Avanos’a kadar uzanıyor. Gerçeğin rüyalara girmesiyle birlikte karakterin dünyası sadece ruhsal olarak değil, fiziksel olarak da engellenemeyen bir yaraya bürünüyor: “İçimde doksan dokuz kördüğüm, yumak yumak topaklanmış içimde acım. Neden dersen? Duyulmamaktan, görülmemekten, en çok da susmaktan...” “Kimi sevgiyi ayak bağı görür, kimi ise sevgiliyi. En sevgiliye gidense sevgiyi can bağı, sevgiliyi gönül bağı görür.”

Kitabın ana karakteri Cem’i rüyaların içinde sürekli bir gerçekliğe doğru yola çıkartıyor yazar. Bu yaparken de karakterine bir sorumluluk veriyor, verdiği her sorumlulukta bir sonuç alma uğruna bir yol da gösteriyor: “Her kalbin bir aşkı vardır. O aşk da ‘Bir’ olan Allah’a götürüyorsa aşktır. Değilse aşk dediğiniz et kemik çöplüğüdür. Sevdiğim ne olur hafiflet beni. Al sadrımdan yükünü. ‘Sen’ dediğim sesini, ‘sen’ bildiğim nefesini al götür buralardan. Hayat başı belli olmayan bir sürgün yeriymiş, bunu yorulduğumda anladım.”

Hüzün Yanığı-2 kendi geçmişlerini geride bırakıp, yeni bir yola girenlerin çektiği zorlukları verirken, geleceğe yönelik huzurlu bir pencere açıyor.