29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Bir ‘yalnızlık yıldızı’: Zygmunt Bauman...

Bauman’a göre; ‘Bağsız insan’, akrabalığa, dostluğa, arkadaşlığa, komşuluğa dair tüm sahici bağlantılarını kaybetmiştir artık. Bu bağsızlık onu aynı zamanda belleksiz ve soyut kılmıştır.

Sİbel Eraslan 9 Mart 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Bir ‘yalnızlık yıldızı’: Zygmunt Bauman...
Çağın hüsranını düşünmeye davet eden bir yazardı Zygmunt Bauman... İçinde aktığımız ‘Akışkan Zaman’ı, omuzlardan hızla kayıveren şifondan bir şala benzetirdi... Ölümsüzlüğü ararken, huzurla verilecek son nefese hasret, asrımız insanının dramını yazmıştı.

Bauman’a göre; ‘Bağsız insan’, akrabalığa, dostluğa, arkadaşlığa, komşuluğa dair tüm sahici bağlantılarını kaybetmiştir artık. Bu bağsızlık onu aynı zamanda belleksiz ve soyut kılmıştır. Zamanın içine asılmış bir çamaşır gibi rüzgarda tek başına savrulmaktadır. Dolayısıyla, bağsızlık tek bir anın sorunu değil, her seferinde üstüste kırılan dalgalar gibi, modernizmin akışkanlığına maruz kalmış insan için yıkıcı bir güç kuşatması anlamındadır...

Asrımız insanı paradokslarla çevrilidir. Bu karşıtlıkların aynı anda hissediliyor oluşu ilişkilerdeki kırılganlığı ve aslında tekinsizliği doğurmaktadır. Dolayısıyla bağsızlık, kopuşun yanısıra, aslında bir tür kendini korumaya, çelik zırha da dönüşmüş gibidir... (Bizim dilimizde buna çaresizlik deniyor.)     

Hız ve haz

Yeni dijital çağdaki iletişim, hızın ve hazzın esas alındığı küresel nitelikte bir haberleşme imkanı doğururken, sahici, kalıcı, uzun yıllara dayalı, sabırla ve emekle demlenmiş dostlukları kuramaz mesela... İlteşim çağımızdaki kadar hızlı ve çok çeşitli olmamıştır insanlık tarihinde, ne ki paradoksal anlamda bir derin yalnızlığı da taşımaktadır bunca yüksek teknoloji... 

‘’Akışkan Aşk’’ da tıpkı ‘’Akışkan Zaman’’ gibi, omuzlarda rahat durmayan kayarak düşüveren o şifon şala benzer Bauman’ın anlatımında... 

Dikkatli okuyucular ve sıkı eleştirmenler, onun bu ifadelerindeki vurguyu daha çok şifonun kayganlığı üzerinden okumayı tercih ettiler. Yani hareketti daha ziyade üzerinde durdukları zaman tanımı. Bense hareketin yanında zamanın dokusu üzerinde de düşünmeyi tercih edenlerdenim. Sanırım edebiyata yatkınlığım çıkartıyor bu tür bir dikkat dağınıklığını... Niye şifon mesela? Niçin başka bir kumaş değil de benzetiye konu olan şal, şifondandır Bauman’da...

Birincisi neredeyse 100 yaşına yakındı vefat ettiğinde ve evet bu ona, doğumla kazanılmış bir romantizmi hediye ediyordu, başka bir dünyanın başka bir zamanından gelme dingin bir yazardı o... Her yaştan Türkçe okurun sevdiği bir düşünürdü... İletişim sosyolojisi üzerine kurduğu metinlerin tümü aynı zamanda edebi değer taşıyordu. Mukayeseli edebiyat kritiklerini andıran bir zevki taşırdı makaleleri. Bauman, zevk sahibi bir yazardı.

Yaratım sanatını keşif

Romantikti. Romantizmin dokusu ise, ister istemez şifondur, kendisini saklayamaz, saklamak da istemez aslında. Bauman’daki modenizm eleştirisini de, muhafazakar veya dini anlamda mahremiyet taraftarlığı olarak okumaktan çok, bireysel olanı ortaya çıkarmak olarak okudum ben. Şifon tercihi bu yüzden önemli. Işığa tutulduğunda içini gösterir şifon... Dolayısıyla örtmekten çok, ‘’öyle gösterme’’ye yarar. Kapatmanın değil, göstermenin şeklidir, tarzıdır. Ki bu gösterme, pornografik değildir, anonimi değil muhatabını hedef alır.

Dijital iletişim de her ne kadar küresel agorada cereyan etse de, aslında yalnızlığımızı kıracak bir muhatabın arayışı üzerine inşa edilmiştir... Aynı anda hem çok kalabalık hem de çok yalnızdır günümüz insanı... O, kaygan bir şifon gibi akan zamanın içinde olduğunun bilincindedir. Aynı zamanda o kısa kayganlık ve akış deminde gösterebileceği kadarını da göstermek ister... Böylece muhatabı gerçek kişiler değil de ilişkiler olan bir büyük panayıra fuara dönüşür sanal medya...

Niçin zaman, omuzlardan akan bir şifona benzer Bauman’da? Çağdaşı Levinas gibi, Calvino gibi, aşktan ve sevgiden, fedakarlıktan bahsetmeyi seven bir kuşağın mensubuydu Bauman... Lakin benim buna dair de bir ufak şerhim var, bu cins adamların, asıl uğraştıkları iş genel anlamıyla ontoloji, özel anlamıyla Yaratıcının yaratım sanatını keşfetmektir, aşk bahisleriniyse sanki kendilerini okutmak için yazarlar, okuyucuyla yakınlık peyda etmek için, bir tür şarkı, bir tür sihir gibidir aşk onların yazılarında... Yani demem o ki görüntüyle doku birbirinden farklı şeylerdir.

Postmodernizmin münekkidi, sözcüsü veya çözümleyicisi olarak ifade edilen bu yazarlarda, her ne kadar ana uğraş görüntü üzerindeymiş izlenimi verse de, asıl kotarılmak istenen mevzu; dokuya dairdir.

Aşk ve ölüm zamanı gelince insanı yakalar

‘’Aşk ve ölüm zamanı gelince insanı yakalar, bunun ne zaman olacağını ise asla bilemeyiz’’ der keskin bir kadercilikle... ‘’Alçakgönüllülük ve cesaret yoksa, aşk ta yoktur’’ der bir manifesto edasıyla... Ben Zygmunt Bauman’ı, kıyamet telaşesinde bir o yana bir bu yana koşuşan insanlar arasında çocukları toparlayıp yanına çekmiş ve onları oyalamak için hikmetli sözler sarfeden sevimli, babacan bir kalem olduğu için ayrıca seviyorum...