30 Nisan 2024 Salı / 22 Ramazan 1445

Birkaç portre birkaç tahlil

Hasanali Yıldırım’ın portre yazılarından yaptığı bir seçki Tersyüz adıyla kitaplaştı. Yakın tarihimizin kimi karakteristik tiplerinin “eleştirel” portrelerinin yer aldığı kitaptan sadece portrelere konu olan kişileri değil bugünün Türkiye’sinin hangi saiklerle inşa edildiğinin arkaplanını da okumak mümkün.

SUAVİ KEMAL YAZGIÇ15 Eylül 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Birkaç portre birkaç tahlil

Türkiye bir ülke değil de bir kişi olsaydı portresi nasıl yapılırdı? Hasanali Yıldırım’ın Tersyüz adlı kitabını okurken aklıma takılan ilk soru bu oldu. Tersyüz’de yer alan 16 kişinin portresi bir Türkiye portresi çizmek isteyenlerin işine yarayayabilecek pek çok “buluş”u bir araya getiriyor zira. Evet, söz konusu 16 kişi arasında son kullanma tarihleri geçmiş yahut Türkiye’nin ana gövdesine eklemlenemeyecek ve marjda diyebileceğimiz kişiler var. Ancak marjinalin marjdaki konumlanmasını okumak bile ana gövde hakkında fikir sahibi kılar bizi. Aynı durum son kullanma tarihi geçmiş imajlar için de geçerlidir. Sonuç bugün sadece devam eden/değişmeyen özellik ve unsurlarıyla değil; değişen/terk edilen/geride bırakılan unsurlarıyla da bugünün, hatta yarının inşa edilmesinde rol oynar.

EZBERLERİN ‘TERSYÜZ’Ü

Altbaşlığı Necip Fazıl Kısakürek’İn Bir Hikâye Bir kaç Tahil isimli kitabından mülhem olan Tersyüz, negatif karakterler üzerinden ilerleyen bir kitap. Hasanali Yıldırım, olumsuza işaret ederek, onu analiz ederek, müspet olanı temellendirmeyi deniyor. Böylece müspet olan “boşlukta” hamasetle değil belli bir zemin üzerinde yükseliyor. Bir anlamda ismin de bu yüzden Tersyüz olduğunu söyleyebiliriz. Tersyüz’ü kullanılmış, yıpranmış bir bakışın tazelenmiş hali olarak da okumak mümkün elbette. Çünkü “ezberden” yazmıyor Hasanali Yıldırım, tam tersine ezber bozarak yazıyor.

Beş odadan oluşuyor kitap. İlk odada üç devletlimiz misafir. Mesut Yılmaz, Ahmet Necdet Sezer ve Deniz Baykal bu odada misafirler. İlk ikisinin siyasi hayatı bitmiş durumda Deniz Baykal ise eski görkeminin çok uzağında. Ancak “portre” değerlerini yitirmiş kişiler değil bunlar. Öncelikle nisyan ile malül hafızamızın tazelenmeye ihtiyacı var. Bu ülkeden kırmızı ışıkta durmasıyla ünlü bir cumhurbaşkanı geçti. Onu seçen/seçtiren üst aklı tanımak için onu tanımak şart. Hasanali Yıldırım’ın keskin portesi işte tam bu noktada kıymet kazanıyor. Hafızamızı ataletten kurtarıyor mesela. Aynı durum Deniz Baykal ve Mesut Yılmaz için de geçerli. Yıldırım, bazı gazetecilere ve yazarlara servis edilen gizli bilgilerden yararlanmıyor portrelerinde. Bilinenlerden yola çıkıyor ama malumu ilam etmenin ötesine geçiyor. Nasıl mı yorum gücü ve üslubuyla.

YÜKSEK SADAKAT

İkinci odanın adı “Müebbet Bağımlılık”. Bu oda da Tuncay Özkan, Cem Uzan ve Köksal Toptan ile karşılaşıyoruz. Bu isimler devirlerinde “başrol” oynamamış ama asla da rolsüz kalmamış tipler. “Yüksek Sadakat” kavramı işte bu noktada devreye giriyor. Bir ses sitemi olan “High Fidelity”nin dilimize bire bir tercümesi ile giren bir de müzik grubunun ismi olan Yüksek Sadakat, Türkiye’nin eski iktidar mekanizmasını deşifre edecek gözlemlerle yüklü bir bölüm.

Üçüncü odaya geçince kapıda “Marduk’un Yolu” yazan bir tabela ile karşılaşıyoruz. Genelde kıyamet temalı komplo teorilerinden hatırlıyoruz Marduk kelimesini. Eski Mezopotamya mitolojisine uzanan bir hikâyesi olan Marduk kelimesini okuyup odaya girince Erkan Mumcu, Ertuğrul Özkök ve Taha Akyol ile karşılaşıyoruz. Belki de Stefan Zweig’ten mülhem bir ismin tersyüz de edilmiş hali kullanılabilirdi burada. “Yıldızın Söndüğü Anlar”. Bir zamanların hiç sönmeyecek sanılan yıldızlarının yerlerinde şimdi adeta yeller esmekte. Meğer onca manevra kaabiliyetleri bile bir yere kadarmış. Yine de bu isimlerin bir zamanlardaki parlaklığının sorgulanmaya değer olması gündemden düşmüş değil. Çünkü bu isimlerin bir zamanlar vazgeçilmez olması bile insanı hayret makamına taşıyacak bir asansör misali bizi bekliyor.

TAİFE-İ NİSA

Dördüncü Oda ise “Ey Taife-i Hamazan” adını taşıyor. Özgü Namal, Zeyno Baran, Mine Kırıkkanat’ın yer aldığı bu odada, paravan ile ayrılmış bir bölmede de Yazariçeler yer alıyor. “Popüler kültür ve kadın” diye de özetleyebileceğimiz bu odaya “iktidar kavramının ‘Taife-i Nisa’ ile imtihanı” adını da verebilirdik. Nefi’nin “Siham-ı Kaza”sı kadar sert olmasa da ironik bir eleştirel dil kullanan Hasanali Yıldırım’ın sosyal medyadaki nevzuhur tıfıllardan farklı olarak hakarete varmayan ve zekâdan uzaklaşmayan bir dili olduğunu vurgulamak isterim.
Bahsedeceğimiz son oda “Acıklı Güldürü” adını taşıyor. Okan Bayülgen, Ferhan Şensoy ve Levent Kırca’nın arzı endam ettiği bu odada (Sizi bilmem ama benim gözlerim Müjdat Gezeni de aradı.) Mizah kültürümüzün arkeolojisine şahit oluyoruz. Gerçi arabaşlıklardan biri “Mizah Öldü yaşasın Komedi” adını taşısa da  mahrum kaldıklarımızın ve maruz olduklarımızın muhasebesini yaparken Refik Halid Karay’ın meşhur kirpisini mesai başında görmüş olduğumu rahatlıkla ifade edebilirim.

Hasanali Yıldırım’ın henüz kitaplaşmamış başka portre yazıları da var. Bu noktada onları da çok önemsediğimi ve yayınlanmasını beklediğimi söylemeden yazıyı bitirmek istemem.

Tersyüz ilham verici bir kitap, okurunda yazma isteği uyandıracak bir çalışma. En azından bende öyle oldu.