29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Çok satanlara çok aşık olanlar

TÜRKİYE'DE ÇOK SATAN ROMANLAR, POPÜLERLİĞİN, TÜM DENİZ YAŞAMINI YOK EDEN KATİL YOSUN MİSALİ, TÜM OKUMA COĞRAFYASINI KAPLAMASIYLA OLUŞUYOR.

ERDİNÇ AKKOYUNLU 14 Temmuz 2016 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Çok satanlara çok aşık olanlar

İnanmanın ölçü birimi olmaz tıpkı sevmek gibi... İnanırsın ve seversin ya da tam tersi. Genelde tersi olur. İnsan inanmamaya ve sevmemeye kurulu olduğunu düşünür yapısının. Hayat öğretir ki zor olan inanmak, daha zoru sevmektir. En zoru da gerçekten sevmek... Böyle zor oldukları için inanç ve sevgi insanı her dakika sınar. İster inanma istersen sevme, hayatın üzerine kurulduğu bu iki temel direk ilk ve son nefesin arasındaki bir sınanmadan ibaret. İster bunu bir yaratıcının yaptığına inan, ister doğa adlı bir gücün...  Hayat dediğin budur...

Sevmek ve inanmak insan ilişkilerinde böyleyken edebiyattan söz ettiğimizde inanmak da sevmek de pek çok yol ayrımında kafa karışıklığıyla beklenen zamanların toplamı olur. Çünkü okumak en bulaşıcı hastalıktır. Ve genelde aile içinde büyükten küçüğe geçer. "Ne zaman okur olduğumu bilmiyorum" diyenlerin evlerinde anne ya da babadan miras bir kütüphane/kitaplık olduğunu söylemek için boşboğaz ya da kahin olmaya gerek yok. Fakat o okurlar bir müddet okuma gemisinin dümen suyunda ilerleseler de ilk duygusal fırtınada, kendilerini hayatla mücadelenin okumaktan ve okumak üstüne düşünmekten azade dikenli kişisel yollarında bulurlar. Buna yeni okurların neyi okuyacağını bilememesini; yetkin okurların okuyacak iyi bir metin bulamamasını da eklediğinde... Eni konu bir okuma depresyonunun aldığın nefesle kanına karıştığını, nefes verdikçe şehrin havasını bozduğunu görürsün. Ya da bunu sen göremezsin aldığın nefes fırınlanmış günlerin her sorunu kaosa çeviren gaddarlığını körüklerken... Başkası görür ve görmek her zaman acı çekmektir. İşte buna inanabilirsin; ama kesinlikle sevmezsin...

YIPRANAN İLİŞKİLERİN İKONU

Edebiyatımızın çok satanlar seyri Türkiye'de bir edebiyat var mı sorusuna inanma ve onu sevmek için ustura üzerinde dengede durma çabasını gerektirir. Çünkü Türkiye'de çok satan romanlar, popülerliğin, tüm deniz yaşamını yok eden katil yosun misali tüm okuma coğrafyasını kaplamasıyla oluşuyor. Bundan 3 yıl önce, Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna adlı romanının neden çok sattığını bu soru cümlesinin başlığını oluşturduğu yazımda irdelemiştim. Lafı uzatarak kendine gönderme yapan yazılar gözüme diken gibi batar. Sizi bu yazı gibi pek çoğuyla meşgul etmemi de kapsayan bir özrü kabul ederseniz, ilk ve son kez yazılarımda bir geri dönüş yapıyorum: 2013'te Kürk Mantolu Madonna'nın çok satmasının kimsenin gözüne çarpmadığı ya da üzerinde düşünmeye gerek duymadığı günlerde oturup Raif ile Maria Puder'in kırık dökük aşk hikayesinin, üstelik Sabahattin Ali'nin üç romanı arasında belki de en zayıfı iken neden çok sattığını düşünmüştüm. Belli ki Türkiye'deki edebiyat kanonunun yönlendirmesi dışında okurun kendi ilgisiyle oluşan bu Kürk Mantolu Madonna selinin başka sebepleri vardı. O gün yaptığım ve bugün delip geçerek varlığını koruyan tespitime göre; okurlar Türkiye'de giderek bozulan insan ilişkileri ve aşk dünyasında temiz bir ada arayışlarını tatmin peşindeydiler. Raif Efendi'nin aşkına olan sadakati ve kötü kaderi, ortalama Türk insanının tüm aşk hikayelerinin toplamı sayılıyordu. Bunu da şu sözlerle anlatmıştım: "Eskinin zor kurulan ama değeri de o kadar yüksek olan ilişkilerinin yerinde, bugün nasılsa milyarlarcasını yeniden ve çok hızlı kurabilme vaadi taşıyan sosyal medyanın ve iletişim teknolojilerinin gaddarlığı kaynaklı bir samimiyetsizlik ve değersizlik ikliminde yaşıyoruz. İletişimin herkesin özel hayatına bir pencere açıp, dünya üzerindeki tüm sınırları yok etme gücünün tanrısına da, eski zamanların “çağdışı” insanları gibi ilişkilerimizi kurban veriyoruz. Öyle ya, hem dostluk hem de sevgili ilişkilerinin bir yenisi mekânda ve zamanda yakınlık imkânını sunan iletişim teknolojileriyle kağıt mendil gibi ihtiyaç halinde buruşturup atabilme özgürlüğünü yaşarken; her şey biraz sanal, biraz plastik ve yapayken, sadakat, sevgi için emek ve anlayışa çıkan hoşgörü, günümüzün enayilik hastalığının tipik belirtileri oluverdi… Hal böyleyken de gittikçe dokunmatikleşen yaşamlarımızın yaşam kurulduğundan beri hem tene hem ruha dokunmaya programlı hayatımızın yerini alması, aşkın ömrünün kelebeğin bir günlük yaşamını ölümsüzleştirecek denli kısaltmasının tamamını değilse de önemli bölümünü açıklıyor… Ne ki insan ne denli aç gözlü olsa da, önceliği kendinde olmayanadır. Kürk Mantolu Madonna’ya dair bu müthiş ilginin altında yatanın da, pekala Türk edebiyatının en naif ve içten, sadeliğin ihtişamıyla yazılmış, okurunu yormayan aşk hikayesini sosyal medyanın bir fenomen haline getirmesi olduğunu söylemek mümkün. İlişkilerin çabuklaştığı kadar güçsüzleşip değersizleşmesine yol açan iletişim kültürünün/araçlarının aşka dair Kürk Mantolu Madonna’ya karşı yarattığı ilgi, biraz da kendini temize çıkartma çabası gibi duruyor..."

SİZ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

2016'nın çok satanlarına bakarsak, Kürk Mantolu Madonna hala listede. Ve ben yazdıklarımın hala arkasındayım. Ama bugün çok satanlar listesinde hala Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar’ı, Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'nın ilgisiyle İçimizdeki Şeytan ile Kuyucaklı Yusuf'u var. Onun dışında Orhan Pamuk'un Kırmızı Saçlı Kadın'ı, ki Pamuk romanlarının en az hacimlisi, en kısa cümle yapılısı ve en aşk hikayelisi olduğu için çok satıyor... Yakışıklı ve cool oyuncu Nejat İşler'in Gerçek Hesap Bu adlı kitabı da yine çok satanlar arasında. Buradan bakınca çok satanların tutunamamak ile aşık olmak arasında bir gidiş geliş olduğu belli. Çok satanlara bakınca inanmak ve sevmek konusunda, inanmayı pek istemediğimiz ama sevmeye oldukça aç olduğumuz ortaya çıkıyor. Peki, inanmayınca sevmek mümkün değilse, birbirine inanmayanların birbirini çok sevdiğini, çok aşık olduğunu mu çıkartmak lazım çok satanlardan? Ben şimdilik bunu anladım. Bilmem siz ne düşünüyorsunuz?