29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Dâhi babanın gölgedeki oğlu

EINSTEIN SİYAH BEYAZ FOTOĞRAFTA DİLİNİ ÇIKARMIŞ ÇILGIN PROFESÖR, BİRAZ DA EMC². ASLINDA O, BİLİM ADAMLIĞININ YANINDA CESUR BİR AKTİVİST, AYRICA HAYLİ YETENEKSİZ BİR EŞ VE BABA. ÜNLÜ FİZİKÇİNİN SOYADINI PAYLAŞANLAR İÇİNDE KARANLIKTAKİ KİŞİ DE İRDELEDİĞİMİZ ROMANIN KONUSU EDUARD EINSTEIN.

MERT ÖKSÜZ8 Eylül 2016 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Dâhi babanın  gölgedeki oğlu

Biyografik romanların ve anıların çok satanlar listesinde güzide bir yeri vardır. Şöhretli yazarların son kitapları, tarihî ve polisiye romanlar, siyasi komplo incelemeleri arasında bu türde bir kitabı her zaman görürsünüz. Ben de biyografik malzemeden üretilmiş metinlere karşı koyamam. İnanmam, güvenmem içindeki her şeye ama yine de elim anılara, mektuplara, biyografik romanlara gider. İnsan hayatına dair yazılanlar “Okuyacaklarınız gerçek olaylara dayanmaktadır!” iddiasıyla sunulduğundan roman kadar kurmaca keyfi vermeseler de mahrem bir konum kazanır gözümde. Romanla anı ve biyografi arasındaki belirgin ayrım herhalde ilkinin biraz, diğerlerinin epeyce gerçek olmasından doğuyor. Hayatı okumak insana keyif veriyor, hayatına dokunduktan sonra insanı anlamaya başlıyorsunuz. Ama böyle kitapları bitirdiğinizde kaçınılması zor bir tercih de sizi beklemektedir. Adını ders kitaplarından, televizyondan, ansiklopedilerden duyduğunuz kimselerin çocuklukları, aşkları, aile hayatları, tutkuları ve korkularıyla yüzleşirseniz, olaylara kayıtsız kalmak güçleşir. Çünkü bu insanları artık anlayabilirsiniz, bu sayede affedebilir ya da tam tersi cezalandırırsınız.

Temmuz ayında Albert Einstein’a ve onun pek bilinmeyen oğlu Eduard’a dair dikkatimi çeken bir biyografik roman yayımlandı: Eduard Einstein Vakası. Kitabın Fransız yazarı Laurent Seksik aynı zamanda bir doktor. Daha önce beş roman yayımlamış. Bunlardan biri, Stefan Zweig’in Son Günleri adıyla Türkçeye çevrilmiş. Tüm kitaplarını hesaba katarak söyleyebilirim ki Seksik’in alameti farikası psik(analiz) kabiliyeti. Ruhi kırılmaların, nevrozların, nöbetlerin yarattığı bir gri alanda mesleğinden gelen kabiliyete de dayanarak konuşmayı tercih ediyor. Karşınızda felsefi diyaloglar, toplumsal kırılma simgeleri, ironi, parodi, metinlerarası ilişkiler, oyuncu anlatıcılar bulamayacaksınız.

ALBERT VE ÖTESİ

Albert Einstein, dünya tarihinin en meşhur bilim adamlarından biri. O, deha kavramının ölçütü, akıllardaki imgesi. Peki ötesi hakkında bilgisi olan var mı, kimdir Albert? Büyük şöhretleri edebiyat klâsiklerine benzetiyorum, haklarında o kadar fazla malumat üretilir ki bunlarla karnını doyuran toplum, metinleri genelde okumaz. Einstein da siyah beyaz fotoğrafta dilini çıkarmış çılgın profesör, biraz da Emc². Aslında o, bilim adamlığının yanında cesur bir aktivist, ayrıca öğrendiğimize göre hayli yeteneksiz bir eş ve baba. Ünlü fizikçinin soyadını paylaşanlar içinde karanlıktaki kişi de kitabın konusu Eduard Einstein.

Eduard duygusal bir çocuk. Küçük yaşlarda filozofları ve klâsikleri okuyarak büyümüş, ayrıca iyi bir piyanist. Genç Einstein liseyi dereceyle bitirip tıp fakültesine giriyor. Hedefi, idolü Freud gibi iyi bir psikiyatr olabilmek. 20 yaşına geldiğindeyse şizofreniye yakalanıyor. Roman da hastalığın ilk ciddi belirtileriyle başlayıp Eduard’ın 35 yıl sürecek klinik macerası boyunca farklı gelişmelerle sürüyor. 1930-1965 yılları arasındaki tüm toplumsal olaylar da geri planda kişilere etkileri sınırlarında yer alıyor. Bunların önemlileri Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesi, İkinci Dünya Savaşı, Hiroşima’ya atılan bomba ve Amerika’da McCarthy yönetimi boyunca yaşananlar.

Eduard Einstein, romanın konusu olmasına rağmen metin, gücünü başkişi kadar Albert Einstein ve dâhinin eski eşi, Eduard’ın annesi, Mileva’dan alıyor. Seksik, romanı, baba, oğul ve anne olmak üzere üç kişi üzerinden kurgulamış. Başkişi Eduard, ben anlatıcı olarak karşımıza çıkıyor. Her bölümde Eduard’dan sonra söz Albert ve Mileva’ya geliyor. Buralarda yazar üçüncü şahıs anlatıcı kullanmayı tercih etmiş. Eduard’ın kendisine ne olduğunun farkına varmayan bir kişi olarak çizilmesi ilgi çekici. Silik, babasının ve soyadının gölgesinde kalmış, hep karanlığın içinde geziniyor. Sorgulamalarında beş yaşında bir çocuğun saflığıyla parçalanmış, keskin bir aklın birleşimi var: “Bach, Schumann, Mozart, hepsini çaldım ya da hemen hemen hepsini. Elbette insanların akıllarında, Albert Einstein’ın kemana yatkınlığı kaldı sadece. Güneş daima aynı kişiler için parlar” (s. 137). Bir Einstein olmak Eduard’ın en büyük sorunu, yaşamının çok uzun kısmı boyunca hiç göremediği babasından elinde kalan tek şey tüm sorumluluğunu taşıması gereken bir soyadı: “Doktor, hekim, psikiyatr, ruh sağaltıcı unvanlarını bile elde edemedim. Yegâne unvan olarak, elimde soyadım var, bu hem az hem çok. Dendiğine göre insanlar bir soyluluk takısı edinmek için para veriyorlarmış, bense devraldığım mirası değiştirmek için hayatımı veririm”(s. 103-104). Eduard, bulaşıcı ve düşündürücü bir kişi. Yaşamına tanık oldukça başarılı ve güçlü babaların gölgede kalan aynı soyadlı oğulları aklıma geldi, ne çok baba-oğul çatışması var tarihimizde. Eduard’ın annesi Mileva, Albert’in ilk eşi. Deliliğin yoldaşı, ölümle haşır neşir. Eduard’ın yanındaki tek insan. Romanda özveriyi temsil ediyor. Hem sevdiği adam için yaptıkları hem de çocuğuna karşı yakın ilgisi okuru duygusal açıdan etkiliyor. Romanın tek şöhreti Albert Einstein ise Nobel ödüllü bir fizikçi, özel hayatına baktığınızdaysa beceriksiz ve ilgisiz bir baba. Bazen elinde olmayan sebeplerle bazen de kendi tercihleriyle çocuklarına ve karısına karşı ilgisiz kalmış. Dâhilerin özel hayatları pek sıradan olmaz. Albert için de bu geçerli: “Geçici tutkulara kapılıverirdi. Sadakat nedir bilmezdi. Kimselere bağlanmadığı yanılsaması içinde yaşardı. Evlilik dışı ilişkilerinin sayısı katlandıkça katlanmıştı. Aşk ona göre değildi.” (s. 170). Albert oğlunu ve karısını da unutamıyor ama sorunları çözemeden hayatına devam ediyor: “Oğlum, çözümsüz kalan yegâne problem. Öbürlerinin çözümünü ben değil, ölümün eli buldu” (s. 171) Her şeye rağmen Albert’i fazla suçlamıyorsunuz, Eduard’a da acımıyorsunuz. İkisini de anlamaya çalışıyorsunuz. Belki Mileva en trajik kişi olarak acıma duygusuna hitap ediyor.

                Roman her biri yer adlarıyla ayrılmış sekiz ana bölüm ve pek çok alt bölümden oluşuyor. Kolay bir okuma için hazırlanmış, her üç-dört sayfada bir yeni bir bölüm sizi karşılıyor. Ne zaman başladığınızı hatırlamayıp sürüklenmeniz sağlanmış. Seksik, dersine iyi çalışmış, mektupları, diğer biyografik incelemeleri ve röportajları romanlaştırılmış. Karşınızda büyük bir romancı yok, kapasitesini bilen bir araştırmacı yazar var.  Kitabın sonunda küçük bir kaynakça da eklenmiş. Romanın bir ciddi eksikliği, içinde hiç görsel malzeme kullanılmamış olması, insan böyle bir incelemede pek çok resim ve belge görmek ister. Sonuç olarak Eduard Einstein Vakası, yaz sezonuna çok uygun bir kitap. Geniş bir okur kitlesine hitap ederken ilgi çekici bir okuma tecrübesi sunuyor.