29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

‘Derdin İncinmesin’ diyebilmek

MUSTAFA ORMAN’IN İLK KİTABININ ADI: DERDİN İNCİNMESİN… EVEREST YAYINLARI TARAFINDAN OKURA SUNULDU. BİR İLK KİTAP İÇİN OLDUKÇA USTALIKLI ÖYKÜLER BARINDIRIYOR. ÖYKÜLERLE KURABİLECEĞİMİZ BAĞ DA OLDUKÇA KAVİ…

MERVE KOÇAK KURT15 Temmuz 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
‘Derdin İncinmesin’ diyebilmek

“Derdin İncinmesin” diyeceğim sizlere bugün!.. “Kitabı eline alıp hiçbir zaman okuyamayacak olan anneme...” ithafıyla başlıyor. Takılıp kalıyorum! “Dünya, birine acı çektirenler ile sırası gelince aynı acıyı çekenler arasında gidip geliyor.” Kıvrım öyküsündeki gibi… “Oğlum, ülkede her gün çocuklar ölüyor.” Yaralı metinler bunlar, okudukça “İnsan, insanın parçasında yer almak ister,” dedirten cinsten. “Yüzün ki başkasının yarasıdır. Lekelerin dağılıyordu. Alnına dağ inmiş, çukurların ter içinde, çizgilerin enine dikine uzanıyordu. Yaraya kader, acıya dünya diyorsun.”(Koku)

Dili, kurgusu ve anlattığıyla bizlere çok şey vadeden öyküler var kitapta. İçindekiler: “Kıvrım, Cızz, Palto, Bulmaca Sayfaları, Dünyaya Gelmeme Fikri, Dut Ağacı, Diş, Güvercini Bileğinden Öp, Herkes Döner Kendine, Levha, Günlüğe Düşmüş Cenin, Taş, Utanç, Koku, Ölümsüz Kimlik, Satıyorum ‘Ana’sını”.

KALBİN UZAĞINDI

Demlenmiş, durulmuş ve acının imbiğinden geçirilip okura öyle sunulmuş bir kitap Derdin İncinmesin. Belki de bu yüzden kelimeleri değiyor kalbimize. “Bütün evler geride kalıyor. En sondaki eve geliyorlar. Yanmış kül kokusu ve bacalardan inceden tüten duman; iliklere kadar sokulan acı bir soğuk. Karanlıkta cemse lambaları çizik çizik buğulu. İniyorlar.” (Dut Ağacı)

Okuyorsunuz. Cızz diye bir ses duyuluyor. “Dünyanın en yakın yerine gitsen, yine de kalbin uzağındı.” derken... Duyuyorsunuz. Görüyorsunuz. İzliyorsunuz. Yaşıyorsunuz. Yaralanıyorsunuz. Çünkü “Yara, herkesin yâriydi. Bilmediğim dünya döndü burada, başkasının diliyle. Konuşamadım, durdum da yüzüne baktım.” (Dut Ağacı)

Kitaptan sonra düştüğüm notu da paylaşayım: Derdin İncinmesin an itibarıyla bitti. Kapağı pek beğenmemiştim. Ancak içindekiler, kapağın çok ötesinde sanki! Yazar'ın dilini, özellikle kullandığı 'sen dili'ni çok beğendim. Epey zamandır bu kadar beğendiğim bir ilk kitap olmadı doğrusu. ‘Öykü’ adına daha umutlu cümleler kurabilirim artık! Nokta.

OKURUN YAZARA SORULARIDIR

- Mustafa Orman’ın yazma hikâyesi desek… Nasıl bir serüven bu?

İmkan dahilinde, imkansızlıktan yakınırız, bazı bazı zamanlar. Anların içinden geliyorlar, dediğimiz o kırık buluşmada çarpıştığımızı sandığımız bakışla bükülürüz. O bükülme kararsızlık hali almaktan çok, biçimsiz bir halsizliğe yatırır; çepeçevre bir sorgudan geçiririz kendimizi. Bütün sorular bir bir geçilmiştir, ama cevaplar alınmamıştır. Bu içe bükülen derinlik, sizi bir yerlerde tutmaz, ama bir yerlere savurur; bu savurma defalarca sürer. Kendinizi hiçbir yere ait hissedemezsiniz, bir yabancılaşma, haklılığı anlatamama derdi peşinizde salınır. Kelimeler kavramlara biner, kavramlar cümleleri tek tek kamçılar benliğinizde. Bütün bu iç sorgu, Iğdır'dan İstanbul'a geldiğimde başladı; bendeki bu topal ve yayık düşünce kendini eğdire eğdire yazıda bir durma haline sevk etti. Yazının acemiliğinden öte, dilin çıraklığına, okumanın kalfalığına batıra batıra paklayıp, sürgülediği bir anda da İzafi dergisini arkadaşlarla çıkarmaya başladık. Yazıyla olan hemdert burada kendini yürütmeye çabaladı. Çok önceden yazılanlar, ancak çok sonra disipline edilmiş bir bilinçle yazma hikâyesinin içinde kendini bulmuştur.

- Yazıyla kurduğunuz ‘bağ’ı anlatsanız kısaca bize…

Yazıyla aramızdaki ilişkiyi bir anlamda veya bir kavrayış gölgesinde tarif etmek gerçekten zor. Halı dokuma tezgahında iç içe geçmiş renkli ipler, birbirinin üzerine geldikçe kendi biçimini başka bir biçime heba ederken, yeniden yaratan bir durum da ortaya çıkıyor. O ilişki birçok sargın ve çözülgen mevzuların derininden geçtiği için işaret edip tam olarak böyle bir şeydir diyemem.

- Kitabınız, gerek dili gerek kurgusuyla gerekse anlattıklarıyla oldukça etkileyici…‘Sahiciliği’ nereden kaynaklanıyor?

Yaşadığım coğrafyanın acılarından ve anlatıcılarından; orada önünüze her an bir acı ve anlatıcı çıkabilir. Ve sürekli kafamın içinde çınlayan anneannemin sesi.

- Nasıl bir iz kalsın isterdiniz Derdin İncinmesin ile?

Tek bir coğrafyadan, bütünlükten bahsedilir; insanlıktan haberdar olunduğundan da. Vicdanın cümleler arası gidip gelen sarhoşluğunu da işin içine katabiliriz. Ben bu coğrafyada insanların birbirlerinin acılarını bilmediğini -bilinçli bir yok sayma- ya da bazı insanların diğer insanların acılarına inanmadığını düşünüyorum. Bu yüzdendir ki, bir kesimin yaşadığı acıları, ötekileştirmeleri birilerinin bu öykülerle birlikte bilmelerini ve inanmalarını istiyorum.

- Öykü’nün geleceği adına nasıl cümleler kuracaksınız bize?

Öykünün kendini sayısal muhtevada büyüttüğü bir dönemdeyiz. Sayısal büyüklüğün, öyküye bir güç ya da bir yetkinlik verdiğini düşünmüyorum. Zorunluluğun telaşına bakılmadan, aynı yerlerde dolaşma, aynı duvarı farklı renklere boyatma dışında, öyle kendi tahakkümünü şaşırtıcılıkla okurda büyüleyen çok fazla öyküden bahsedemem. Son dönem öykü yazarlarının o sayısal çokluğu arasında saysam saysam ancak beş kişiyi sayarım. Bu diğerlerini yok sayma anlamında değildir. Şöyle ki; 50 kuşağının konu ve dil şamandırası, günümüz öykücülerinde de kendini hemen gösteriyor. Bu süzme, akıtma ve yakma hali, belli bir çerçeve yaratmadığı gibi de, itici bir boşluk önümüze düşürüyor. Burada yetkili kişi ben değilim, sadece son döneme dair okura ulaşmış eserler noktasında konuşuyorum. Ben eleştirmen olarak değil, okur olarak bunları söyleyebilirim.