29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Entelektüel kazı yolma kitabı

Şehirli fakat neden ve niye okuduğunu bilmeyen, roman seçerken hangi kriteri benimsediği de bilinemeyen bir okur kitlesi, hızla artan bir kitap satışı grafiğini kredi kartlarıyla daha yukarı çekmek için entelektüel bir kaz gibi yolundukça yolunuyor. Sonuç: Okunduktan sonra çöpe atılan kitaplar.

ERDİNÇ AKKOYUNLU14 Aralık 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Entelektüel kazı yolma kitabı
Türk edebiyat tarihinin 100 yılı çeyrek geçtiğini düşünürsek... Ve dünyada romanın başlangıcı olarak 17’inci yüz yılda İspanya’da Cervantes’in yazdı Don Kişot’u çıkış noktası olarak alırsak... Yerli edebiyatımızın derinliği 18’inci yüz yıldan başlayan Rus, Fransız, İngiliz ve İtalyan edebiyatına oranla sığ olduğunu söylemek boşboğaz cesareti olmaz. Ama görece bu durum yine öznel bir karar olan edebiyattaki niteliğe göre de değişir. Hani Batı kültürünün her zaman bizim de dahil olduğumuz Doğu ve kendilerinin Batı’sındaki Latinlere kültürel emperyalizm yaptığını yazıyoruz ya; inanmayanlar İngiliz edebiyat dergilerince ‘100 yılın okunması gereken 100 romanı’ listelerine baksınlar. Adını dahi duymadığın ama İngiliz edebiyatı için pek mühim olan eserlerle dolu bu listeler, tek sesli bir propagandayken, aynı liste ABD’de yapıldığında çoğu Amerikan edebiyatı oluyor, Fransa’da Fransız, Rusya’da biraz da haklı olarak Rus edebiyatı eserleri listenin çoğunda. Ama söz gelimi Türkiye’de böyle bir liste yapılıverse, bu 100 romandan 10’u belki Türk edebiyatından olur ki bu da bizim kültürel dünyamızın Batı’ya ne denli bağlandığını ortaya koymakla kalmaz... Türk edebiyatının doğru okunmadığını da görür...
 
Biz roman sanatına çok sonradan dahil olsak da Türk edebiyatının pek çok yapıtı, dünya edebiyatındaki modern klasikleri niteliğiyle çok geride bırakır. İnanmayan kendine listeler yapabilir. Tabii bunun için iyice okumak gerek. Böyle bir çabaya giriştiğinde de görülecek ki, Türk edebiyatı her vakitte mutlaka ekonomiye ilişkin bir toplumsal olayı ele alarak ona ilişkin bir başyapıt ortaya koymuş. Ekonomi ne denli toplumu belirlemişse, Türk edebiyatı da bundan dolayısıyla etkilenmiş. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı her ne kadar bir aşk ikliminde geçse de romanın giriş bölümü 1930’ların Ankara’sında torpili olmayanın iş bulamadığı bir dünyayı anlatır. Yaşar Kemal’in İnce Memed’i de kurulan cumhuriyetin Adana’nın pamuk toplanan köylerine ağalık sistemini aşarak giremediğini ele alır, ekonomik haksızlığa bir başkaldırının destanıdır. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı da 1960 ve 70’lerde şehirlilerinin Batı mı yoksa Doğu mu ekseninde yer alacaklarına dair verecekleri ekonomik kararın çarpıklığını anlatır. Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi de artık ekonomik anlamda sınıflara bölünen Türkiye’nin portresidir. Ve bu liste uzar gider. Yani giderdi ta ki son yıllara kadar. Artık yayıncılar toplumu ilgilendiren, geleceğe kalması beklenen büyük romanlar ve onları yazanlarla ilgilenmiyor. Toplumun değişimini ekonomik değişimle edebiyata döken yazarlar yayınevleri kapılarından geçirilmiyor. Onun yerine ekonomik bir değişimle kitapçı zincirlerinin çok satan raflarına, hemen tüketilecek ve hafifliğiyle kimseyi okurken yormayacak popüler eserler konuyor. 
 
BÜYÜK ROMANA YER YOK
 
Yayıncılar Türk edebiyatında büyük romana kapılarını kapattığı için bu tür bir edebiyatı yeni Latin Amerika yazarlarının çeviri romanlarına ısmarlıyorlar. Bir Türk yazarın kendi ülkesinin sorunlarını yazabileceği roman kontenjanları Latin yazarlara ayrılmış durumda. Onlar da iyi yazıyor hani... Ama Türk edebiyatında sen Türk yazarlara bu tür romanlar için destek vermezsen, edebiyatını ithalatçılığa alıştırırsın ki, o zaman nasıl güçlü bir edebiyat beklersin. Kapılarını büyük roman yazan bu iddiasını da sürdüren yeni yazarlara sıkı sıkıya kapatan yayıncılar, zincir kitapçılarda çok satan raflarından kendilerine uyumadan önce ilaç niyetine roman satın alacak bir nesli üretmenin başarısını kutluyor. Adeta şehirli fakat neden ve niye okuduğunu bilmeyen, roman seçerken hangi kriteri benimsediği de bilinemeyen bir okur kitlesi, hızla artan bir kitap satışı grafiğini kredi kartlarıyla daha yukarı çekmek için entelektüel bir kaz gibi yolundukça yolunuyor. Sonuç: Okunduktan sonra çöpe atılan popüler gevezeliklerle dolu ve yayıncılarını zengin eden bir alışveriş çılgınlığı yaşanıyor. İnanmayan Ankara Çankaya Belediyesi’nin temizlik işçilerine sorsun: Çöp, bir ülkenin karakterini anlatır. Çankaya Belediyesi temizlik işçileri son dönemde çöpten topladıkları kitaplarla kütüphane kurmuşlar ki, çoğu da popüler ve çok satan kitaplar... Gerçekten okunan kitaplar çöpe atılmaz. Büyük bir roman yazılıp toplum okuyucuya bir edebiyatçı gözüyle anlatılmazsa da kıyamet kopmaz. Ama Türk edebiyatı o 100 roman arasına yeni iyi romanlar sokamaz... Zaten bu da kimsenin umurunda olmaz...  Gerçekten kimsenin umurunda olmamalı mı? Son dönemde parlatılan ve iyi denilen pek çok Türk yazar, Orhan Pamuk’un Türk edebiyatı için dünyada açtığı çeviri yolundan ilerledi ama ne yazık ki satış başarısı yakalayamadı. Çevrilip ilgi gören Türk yazarlarının en önünde ise Ahmet Hamdi Tanpınar geldi. Çünkü Tanpınar, Huzur romanı ile 2. Dünya Savaşı’nın Türkiye’deki yansımalarını büyük romancılık çabasıyla pek güzel anlatmıştı. Hakikaten son dönemdeki yayıncıların para kazanma hırsı Türk edebiyatına ne zaman bir ‘Huzur’ verecek?
 
POLAT’IN İYİ ROMANI YÜZLER...
 
Ankara’da yaşayan ve Edebiyat Haber sitesiyle genç yazarlara kapılarını açan yazar Emrah Polat’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan romanı Yüzler, bir Ankara gerçekleri romanı. Cezmi ve Arif adlı karakterleri üzerinden, günümüz insan ilişkilerini yine günümüzün dilini roman diline dönüştürme başarısını göstererek yazan Emrah Polat, bu çabasıyla takdiri hak ediyor. Öte yandan romanda kimi yerde ağırlaşan tempo, romanın geneli itibariyle bir başarıya koşacak cesarete de yeteneğe de sahip. Zaten bu özelliği de Emrah Polat’ı romanları okunması gereken bir yazar sınıfına sokuyor ki, günümüz dünyasını romanda anlatmanın hem dil hem de kurgu zorluğu düşünüldüğünde bunu başarabilen Polat, diğer romanları için de Yüzler ile referans oluyor. Yoğun bir Ankara tadı veren roman bu özelliğiyle de aslında roman mekanı olarak edebiyatımızda az yer işgal eden fakat karakter derinliği bakımından ciddi bir potansiyelin heba edildiği Ankara’nın da hakkını veriyor... Yüzler romanı geneli itibariyle iyi bir yazarla tanışmak için büyük bir fırsat sunuyor...